
Yeni dünya düzenini anlamak ve Türkiye’yi konumlandırmak
1945 sonrası Sovyetler ile karşılıklı denge üzerine kurulan sözde Amerikan Barışı (Pax Americana) ile...
Cem GÜRDENİZ - Emekli Tümamiral
1945 sonrası Sovyetler ile karşılıklı denge üzerine kurulan sözde Amerikan Barışı (Pax Americana) ile anılan dünya düzeni ilk değişimi 1990 yılında Sovyetler Birliğinin yıkılması ve Avrupa’nın jeopolitik haritasının ABD ve AB lehine değişmesiyle yaşadı. 1990 sonrası yaşananlar dünyayı her alanda büyük kriz ve savaşlara sürükledi. Şüphe yok ki ikinci düzen değişimi 20 Ocak 2025 tarihinden sonra Trump dönemi ile başladı. Nasıl ki Sovyetler 1990 sonrası kendi iradeleri ile Orta ve Doğu Avrupa’daki Varşova Paktı etki alanından ayrılıp, 1991 sonrası Sovyetler Birliğini dağıtmışlarsa, ABD de Avrupa’daki siyasi, askeri ve ekonomik güce dayalı etki alanını 1945’ten 80 yıl sonra terk ediyor. Bunun bir anlamı da ABD’nin 1945 sonrası İngiltere’den devraldığı kenar kuşak jeopolitik paradigmasında ağırlık merkezini Avrupa’dan Asya Pasifik yani Çin’i çevreleyecek alana kaydırmasıdır. Diğer bir anlamı da ABD’nin, Rusya ile Avrupa için yeni, fakat pasif bir Yalta sürecini başlatmış olmasıdır. Yeni Yalta’da eskisinden tek fark fotoğraf karesine İngiltere’nin alınmamasıdır. 1945 kışındaki Yalta fotoğrafında Roosevelt ve Stalin’in yanında İngiltere Başbakanı Churchill’in olmasının nedeni İngiltere’nin söz konusu dönemdeki askeri ve ekonomik gücü değil, eski düzenin yani sözde Britanya Barışının (Pax Brittanica)’nın sahibi olmasıydı. Hegemonyayı devrediyordu. Ev sahipliğinden zorunlu olarak vaz geçiyordu. Yeni iki hegemon ABD ve Sovyetlerdi. İngiltere artık bir eski imparator ya da hegemon değil, ABD’nin Avrupa kıtasını kontrol edecek bir vassalına dönüşecekti. Ancak dilinden, futbola; denizcilikten, bankacılığa; finanstan sigortaya pek çok alanda entelektüel mirasını yani yumuşak gücünü tüm dünyada ve özellikle ABD üzerinde kullanmaya devam edecekti. Bu arada bir hatırlatma yapalım. Churchill’in 1943 sonrası ABD yardımıyla Kuzey Afrika ve Atlantik’te durumunu düzeltmesi ile Avrupa Cephesinde önce İtalya (Anzio ve Salerno) sonra Fransa (Normandiya) üzerinden Amerikan denizaşırı güçleri kullanılarak yeni cepheler açıldı. Churchill Amerikan gücü olmasa bu zaferleri hayal bile edemezdi. Ancak ona rağmen tek başına Ekim 1944’te Kremlin’e giderek Stalin ile Yalta görüşmesi öncesi meşhur “yüzdeler anlaşmasını" yaptı. Churchill büyük bir acele içinde Doğu Avrupa’da Sovyetlere etki alanları verme karşılığında büyük çıkarları olduğu Yunanistan’ı İngiliz etki alanına aldı. Roosevelt ise baştan etki alanlarına karşı çıkıyor, Birleşmiş Miletlerin belirleyici yapı olmasını istiyordu. Diğer yandan Stalin‘i jeopolitik bir rakip olarak gören Churchill‘in aksine, Roosevelt, savaş sonrası bir ittifak oluşturmak için Stalin’i kişisel olarak etkileyeceğine ve müzakere edebileceğine inanıyordu. Doğrudan ABD-Sovyet iş birliğinin Churchill’in arka oda anlaşmalarından daha etkili olacağını düşünüyordu. Neticede Churchill yani müesses Britanya oligarşisi genç Amerikan nomenklaturasından daha tecrübeliydi. ABD ile Sovyetler savaştan kısa süre sonra her alanda düşman yapıldı.
DEĞİŞİMİN ANA PARAMETRELERİ
Gerçekte 1990 sonrası 35 yıl devam eden ABD liderliğindeki küresel düzen Trump’ın ikinci başkanlık dönemi ile bölgeselleşen yeni bir evreye girdi. Trump, 1945 sonrası oluşan jeopolitik yapıyı bir anda değiştirdi. Gerek alınan siyasi/askeri kararlar gerekse ekonomik önlemler Sovyetler Birliğinin çöküş döneminde yaşananlara benziyor. Günümüzdeki baş döndüren düzen değişimi gelişmelerini anlayabilmek için jeopolitik eksen; imalat ve finans perspektifinden ekonomiler, teknolojik gelişmeler; ticaret rotaları ve İsrail’in jeopolitiği toplu halde değerlendirilmelidir. Soğuk savaş bittiğinde ABD ve Anglosakson dünya liderliğinde kapitalist liberal demokrasi döneminin zaferi ile geldiği ve dünyanın tek kutuplu Amerikan Barışını kabul etmesi dayatıldı. Bazıları bunu tarihin sonu olarak ilan etti. Bu sistemde değerli araştırmacı Doçent Volkan Özdemir’in “Yenilenen Dünyada Türkiye" isimli kitabında (Kırmızı kedi yayınları 2025) belirttiği görev paylaşımı olarak “ABD ve başta İngiltere olmak üzere kollektif batı finansı, Çin imalatı kontrol edecek, başta Rusya ve Arap devletleri ile kaynak zengini diğer devletler hammadde akışını sağlayacaktı. ABD ise bu sistemi kendi çıkarlarına göre borçlandırma, yaptırımlar, ambargolar, dayatma ve gerekirse işgaller yoluyla şekillendirecekti.’’ Bu süreçte beklenmedik yol kazaları oldu. Birincisi Amerikan askeri gücü yeni sistemi dayatamadı. Bu gücün işgal ettiği her yerde barış ve refah yerine kan ve yıkım geldi. İkincisi Yeltsin döneminde ABD’ye boyun eğen ve sömürgeleşen Rusya, Putin sonrası toparlandı ve 2008 sonrası askeri gücü ile direnişe geçti. Bu direniş diğer ülkelere örnek oldu. Üçüncüsü, Çin batı karşısına sadece gücünü imalattan ve teknolojik ilerlemeden alan ekonomik büyümesi ile değil aynı zamanda açık deniz ve okyanuslara büyük bir donanma gücü ve Kuşak ve Yol girişimi ile çıkan bir devlet oldu. Dördüncüsü Rusya ve Çin 2022 sonrası ABD’nin kâbusu olacak şekilde Asya’da her alanda yakınlaştı. Beşincisi Rusya 2024 sonrası Arktik Kuzey Rotasını dünya ulaştırma ağlarına ekledi. Ancak tek farkla bu rota 200 yıllık Anglsosakson deniz hegemonyası kontrolü dışındaydı. Altıncısı Rusya Ukrayna savaşı 3. Yılının sonunda Rusya NATO savaşına dönüştü ve NATO yenildi. Yedincisi, ABD İsrail’in soykırıma varan Gazze müdahalesinde açık taraf oldu ve savunduğu kural temelli dünya düzenine en büyük zararı veren devlet olarak hem itibarını kaybetti hem de küresel güneyi karşısında buldu. İşte tüm bu gelişmeler çöken ABD sistemini yeni bir durum muhakemesine zorladı. Trump’ın tarihin akışını değiştirecek kararlar almasının kök nedenleri bunlardı. Bu kararlara en büyük itiraz İngiltere ve AB’deki küreselcilerden geldi.
İNGİLTERE VE RUSYA DÜŞMANLIĞI
Trump’ın Avrupa ve AB’yi dışlayan son kararlarına en büyük direnç İngiltere’den geldi. Halbuki İngiltere son 200 yıldır ABD’nin dev bedenini yöneten ve etkileyen küçük ama akıllı devlet konumundaydı. BREXIT’e kadar AB’de de en güçlü yönlendirmeleri İngiltere yapıyordu. Bugün bile AB’den çıktıkları halde AB’nin birinci dili İngilizce olmaya devam ediyor. İngiltere için ABD güvencesi o kadar büyüktü ki nükleer silahlanmasını dahi Fransa’nın aksine ABD’ye bağımlı tutmuştu. Trump’ın Büyük Britanya’nın eski sömürgesi ve en yakın akraba devleti Kanada üzerinde hak iddia etmesi ilişkilerde ciddi hasar yarattı. Diğer yandan İngiltere statüsü ne olursa olsun Avrupa’da kendisine tehdit teşkil edecek bir kıta gücünün varlığına asla tahammül edemez. Bu süreçte asla daimî dostu veya düşmanı yoktur. Anında taraf değiştirebilir. Hitler’e karşı Sovyetlerle ittifak yapmıştı ancak 1945 sonrası Sovyetler çok güçlüydü ve ona karşı ABD kullanılmalıydı. Sovyetler doğuya itilmeliydi. Mac Kinder’ın dediği gibi Doğu Avrupa’ya hâkim olan şimdi Rusya’nın bulunduğu kalpgâha sahip olurdu. Buraya hâkim olan da Avrasya adasının ve dolayısı ile dünyanın hâkimi olurdu. Bu engellenmeliydi. Söz konusu temel jeopolitik güdü ile sanayi ve finans devi ABD, 1945 sonrası küresel büyük sermayenin temsilcisi İngiltere’nin iki yönlendirmesi ile Sovyetlerle düşman oldu. Birincisi Churchill’in ünlü 1946 Fulton Demir Perde konuşması, ikincisi 1949’da İngiltere’nin aklı ile NATO’nun kurulmasıydı. İngiltere tarihsel olarak önce Çarlık Rusya’sı ile sonradan Komünist Sovyetlerle düşmandı. Bunun nedeni jeopolitikti. ABD ise aksine Ruslarla düşman değildi. Amerikan İç Savaşı (1861-1865) sırasında, Rusya İmparatorluğu, Birlik (Kuzey) kuvvetlerine destek vermişti. Amiral Lessovsky komutasındaki Rus filosu, Eylül 1863’te Kuzey Amerika’nın doğu sahillerine ulaşmış ve yedi ay boyunca burada kalmıştı. Bu destek, dönemin ABD Donanma Bakanı Gideon Welles‘ın günlüğüne “Tanrı Rusları korusun” ifadesini yazdıracak kadar önemli görülmüştü. Rusya’nın bu hamlesi, güneye destek veren İngiltere ve Fransa’yı caydırmaya yönelikti. Daha da öte İkinci Dünya Savaşında Hitler işgaline uğrayan Sovyetlere en büyük askeri yardım Atlantik Okyanusu ve Kuzey Denizi üzerinden ABD tarafından gönderilmişti. Ancak 1949 sonrası artık Sovyetler Birliği ABD’nin can düşmanı olacaktı. Bu yolu açan en önemli yönlendirme Londra ve Churchill olacaktı. Londra günümüzde Venedik, Amsterdam, Londra ve New York rotalarını izleyen uluslararası finansın merkezlerinden birisi olmaya devam ediyor. ABD menkul kıymetlerinin en büyük yabancı sahibinin 6,3 trilyon dolar ile İngiltere olması ve ardından 5,5 trilyon dolar ile Cayman Adaları’ndaki İngiliz kara para aklama zincirinin gelmesi Londra’yı liberal kapitalist küresel finans oligarşisinin merkezi yapmaya devam ediyor. Bu yapı Trump ile rakiptir. Amerikalı finansal analist ve araştırmacı Richard Cook’a göre bu yapı tehlikelidir. (https://hvodinali.wordpress.com/2025/03/14/britanya-finans-imparatorlugu-abdyi-yok-etmeyi-amacliyor/) Şöyle diyor:
“Küreselciler, ABD’nin ekonomik gücünün yeniden kazanılmasının ve ABD’nin bağımsız bir dış politika benimsemesinin, dünya hakimiyeti programlarının tamamını tehdit edeceğini ve hatta yok edeceğini biliyorlar. Tehlikede olan budur. Bu arada, hiçbir şey masadan kalkmış değil, muhtemelen daha fazla suikast girişimi ve Trump yönetimini ve Putin ile Rusya’yı karalamak ve itibarsızlaştırmak için her türlü kirli numara dahil. Bu, Orta Doğu’da daha fazla kargaşayı içerecek, çünkü İsrail de Britanya İmparatorluğu’nun bir karakolu. Bu, Britanya ve İsrail’in 1956 Süveyş krizindeki ittifakıyla gösterildi ve o zamandan beri değişmedi."
ABD, SOVYET REKABETİ VE YENİ SÖMÜRGE DÖNEMİ
İkinci Dünya Savaşı sonunda gerçekleşen Bretton Woods’tan sonraki en büyük uzlaşma, ABD’nin batı dünyasının jandarması ve doların hâkim para birimi olarak hareket edeceğiydi. Karşılığında, ABD dünya rezerv para birimine sahip olmanın avantajlarından yararlanacaktı. Böylece dolar hiperenflasyon tehdidine maruz kalmadan diğer para birimlerinin çok ötesinde basılabilirdi çünkü bu dolarların çoğu yurtdışında tutulacaktı. Diğer yandan 1961’de ABD Başkanı Eisonhower sonrası kontrol dışına çıkan Askeri Endüstriyel Yapının (MIC) özellikle nükleer arenada çok yüksek kazançlı varlığını sürdürmek için düşman/rakiplere ihtiyacı vardı. Düşman/rakipler oldukça ABD ihtiyacının dışında savunma bütçesine ve silahlanmaya pay ayıracaktı. Ekonomisini dolar ve liberal kapitalist sistem sayesinde büyütmek için etki alanları yaratarak bu ülkelerin doğal kaynaklarını sömürecekti. Bu ülkeleri kalkınmaları için borçlandıracak ve bunun karşılığında ülkedeki tüm kaynakları kendi banker veya çok uluslu şirketlerinin kontrolüne geçirecek ve buna direnenlere askeri gücünü kullanacaktı. Bu stratejide ABD, neredeyse bedavaya bastığı dolar üzerinden sömüreceği ülkeleri tüketim ekonomileri üzerinden kendine bağlıyor, ABD yanlıların yönetimindeki ülke, kredilerle ödeyemeyeceği kadar borçlandırılıyor, yönetici elit, ordu ve istihbarat etki alanına sokuluyor, borçlarını ödeyemediği takdirde kaynaklarına el koyulabiliyordu. Aslında bu model 18. Yüzyıl vahşi sömürgeciliğinin yeni bir şekli idi. Önemli farkları İngiliz pound’u yerine Amerikan doları ve Kraliyet donanması yerine Amerikan donanmasının olmasıydı. İngilizlerin 50’ye yakın kömür/kısmi askeri üssü yerine ABD’nin 200 civarında askeri üssü vardı. Avrupa, NATO tarafından ABD adına kontrol ediliyordu. Sovyet tehdidi üzerine NATO kurulmuş ve güvenlik üreterek üye devletleri tamamen Amerikan kontrolüne geçirmişti. Bu sistem ABD lehine ekonomik kazanç elde ettiği sürece sorun yoktu. ABD 1949’dan sonra NATO’ya doğrudan finansal destek olarak ortalama %30 askeri varlık ve deklare edilen kuvvet yapısı desteği olarak %50’den fazla katkı sağlamıştı. Savunmayı ABD’ye devreden başta Almanlar olmak üzere Avrupalılar hem ABD silah sanayiinden silah alıyor, hem de en büyük mal ihracatını ABD’ye yapıyor ve hatta ABD üzerinden kendi mallarını dünyaya ihraç ediyorlardı. 1990 sonrası soğuk savaş bitip neoconlar Amerikan jeopolitik ve ekonomik vizyonu ile İsrail’in jeopolitik hedeflerini bir araya getirerek Büyük Ortadoğu projesini başlattılar. Bu proje sürekli savaşlar ve turuncu devrimler üzerinden uygulandı. Irak, Afganistan, Libya, Suriye, Somali, Sudan parçalandı ve başta petrol ve doğal gaz kaynakları olmak üzere tüm zenginlikleri neo liberal oligarşik yapının çok uluslu şirketleri tarafından yağmalandı. Afganistan’da NATO -ISAF müdahalesinde (2001-2014) küresel uyuşturucu piyasalarını alt üst edecek şekilde Afyon üretimi ve ihracatı zirve yapmıştı. Diğer yandan 1999 sonrası genişleme ile Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri NATO’ya üye yapılarak bu ülkeler savunma sanayi alanında ABD’ye bağımlı hale getirildi. Bu model 2000’lerin başına kadar güzel yürüdü. 1990 sonrası uygulanan neocon ve küresel liberal oligarşi ortaklığındaki model, ABD’deki çok uluslu şirketler ve özellikle merkezi Londra’da bulunan çok uluslu finans şirketleri için idealdi. Ancak yolun sonuna gelinmişti. ABD Avrupa için savunma üretirken son yıllarda ortalama 250 milyar dolar ticaret açığı veriyordu. (ABD 2024 yılında toplamda ticaret ortaklarına 1,2 triyon dolar ticaret açığı verdi.) Ancak tüm bu yağmalamadan Amerikan halkı refah seviyesine yansıma olarak bir katma değer alamadı. Bu yağmalamanın yarattığı servet liberal kapitalist oligarşik yapıya aktarıldı. Amerikan halkı 1990 sonrası neocon savaşlarına harcanan 2 trilyon dolar ve savaşlarda kaybedilen 5000’e yakın asker ve onbinlerce gazinin varlığı ile kaybeden taraf oldu. Bu durum ABD’nin kronik yapısal sorunları ile birleşince ülke içinde küresel oligarşinin çıkarlarını savunanlar ile ülke çıkarlarını savunanlar arasında fay hatları kırılmaya başladı. ABD’nin yıllardır üstlendiği Avrupa savunması kamburundan kurtulması gerekiyordu. Trump ABD’nin Avrupa’ya çok ucuz bedelle güvenlik sağlamasını durdurmayı ilk başkanlık döneminde de denemişti. Ancak başaramamıştı.
RUSYA UKRAYNA SAVAŞI VE ÇÖKEN AMERİKAN SİSTEMİ
Trump ve kurmayları, Biden ve neocon kurmaylarının 3 yıllık Rusya Ukrayna savaşında NATO’nun Ruslara karşı yenildiğini görüyor. Bugüne kadar ABD ve Avrupa’dan 177 milyar dolar destek alan Zelensky 500.000’den fazla Ukraynalının hayatını feda etti. 7 milyondan fazla Ukraynalı ülkeden kaçtı. Ukrayna’nın geniş tarım arazileri ve nadir metal kaynaklarının bulunduğu alanları kaybetti. Amerikan ana karasından deniz yolu ile hiçbir engelle karşılaşmadan Avrupa limanlarına intikal ettirilen harp lojistiğinin Avrupa harp lojistiği ile bütünleştiği halde Rusya geri adım atmadı. Bu savaş eğer Rus denizaltıları kullanılarak Atlantik’te Ukrayna’ya harp malzemesi götüren gemilere karşı harekâtı gerektiren bir aşamaya geçseydi ve bu gemiler batırılsaydı Ukrayna çok daha hızlı geri çekilirdi. Bu durumda ABD’nin Rusya ile savaş ve yaptırımlardan kaynaklanan 350 milyar dolar ticari kayıp ve de 100 milyar dolara yakın heba olan askeri ve ekonomik yardım ile bir de Avrupa’ya verilen 300 milyar dolar ticaret açığı üst üste koyulunca 1 trilyon dolara yakın bir kambur ortaya çıkıyordu. O zaman ABD kasasından çıkan bu parayı kim kazanıyordu? Amerikan küreselcileri ile İngiliz müesses nizamının etkisindeki liberal kapitalist oligarşi kazananlardı. Trump ve MAGA ekibi, 1980 sonrası küreselciler ve liberal kapitalist şirket temsilcileri üzerinden uyguladığı bu modelin artık fayda sağlamadığını gördü. ABD yönetimi, Trump sayesinde bu modele dur diyor. Bir değer temel sorun da ABD’nin, artık yeterince üretemiyor olmasıdır. 1945 yılında dünyada imalat sanayiinde %50 payı olan ABD’nin bugünkü payı %16. En büyük rakibi Çin 1945’te %1 bile üretemezken bugünkü payı %32. ABD, Borç stokları 34 trilyon dolarlık hacim ile idare edilemeyecek boyutlara geldi. Bu borcun üçte biri Çin ve Suudiler gibi yabancı yatırımcıların elinde. ABD hükümetinin borcu için yıllık faiz ödemeleri şu anda 1 trilyon dolara yaklaştı. ABD borcu artarken gelirlerini artıramıyor. ABD, %6’lık bütçe açığını kapamak için sürekli olarak hazine bonosu satıyor. Ancak yatırımcılar, ABD tahvillerine olan güvenini kaybederse tahvil faizleri yükselebilir, dolayısı ile borçlanma zorlaşır. Diğer yandan İran ve Rusya’ya karşı uygulanan tek taraflı zorlayıcı ekonomik yaptırımlar nedeni ile dolardan kaçış da devam ediyor. Rusya’nın SPSF, Çin’in CIPS gibi sistemler üzerinden doların uluslararası ticarette kullanımı dörtte bir oranında azalmış durumda. 1929 buhranına benzer koşullar oluşuyor. Fransız gazeteci ve araştırmacı Thierry Meyssan son makalesinde (https://www.voltairenet.org/article221903.html) Trump’ın bu büyük sorunu nasıl halledeceğini şöyle yazıyor:
“Donald Trump, 21 ve 22 Ocak 2025’te G7’nin merkez bankası başkanlarını ve maliye bakanlarını Mar-a-Lago’daki ikametgahında bir araya getirmişti. Onları “Dolar konusunda bir anlaşmaya varana kadar kimse bu odadan ayrılmayacak.” diyerek karşıladığı söyleniyor. Söz konusu anlaşma bu nedenle müttefikler tarafından onaylanmış olacaktı. Ana fikir, ABD Hazine Bakanlığı’nın faiz ödemeyen (bunlara “sıfır kupon” denir) ve bir yüzyıl boyunca vadesi dolmayacak (yani 100 yıl boyunca nakde çevrilemeyecek) devlet tahvilleri çıkarması olacaktır. Bu nedenle Washington, müttefiklerini ABD borçlarını "sıfır kupona" dönüştürmeye zorlamak zorunda kalacaktır… Trump, tarifeler yoluyla dünya ticaretini yeniden düzenleyerek, doları devalüe ederek ve nihayetinde borçlanma maliyetini düşürerek ABD borç yükünü kökten yeniden yapılandırmayı amaçlıyor; tüm bunlar ABD endüstrisini dünyanın geri kalanındaki rakipleriyle eşit bir zemine oturtmayı amaçlıyor."
NEOCON JEOPOLİTİĞİ
ABD, herhangi potansiyel düşmana karşı “önleyici” savaşı yetkilendiren 1991 Wolfowitz Doktrininde ve 21. yüzyılın başlarında Bush II ve Obama yönetimleri tarafından ortaya konulan tüm askeri cephelerde küresel askeri hakimiyet niyetlerini ortaya koyan neocon jeopolitiğinin etki altında ağırlığını İsrail çıkarlarına yönelterek Ortadoğu’nun şekillendirilmesine harcadı. Bu arada NATO, 1999 sonrası Rusya’nın sınırlarına doğru ilerledi. 1991 sonrası İsrail’e ve Siyonizm’e karşı duran devletleri teker teker işgal etti. Irak, Libya, Suriye, Sudan, Somali 2003-2025 arasında Amerikan askeri gücü ile İsrail güvenliğine yönelik jeopolitik şekillenmede kurban olan ülkeler oldular. Neoconlar daha sonra Ortadoğu’da elde ettikleri başarıyı Rusya’nın parçalanması ve zayıflatılmasına harcadılar. 2004 yılından yani 3 Baltık devleti ile Romanya ve Bulgaristan’ın NATO üyeliğinden sonra Ukrayna ve Gürcistan bu hareketlenmeden payını aldı. Her iki devlette Turuncu devrim denemeleri yaşandı. ABD her iki ülkenin de NATO üyesi yapılacağını 2008 NATO Zirvesinde açıkladı ve Rusya müdahale etti. ABD, 2008 yılında Rusya’yı Gürcistan üzerinden kışkırttı ve Gürcüler 8 Ağustos 2008 günü Güney Osetya ve Abhazya’yı kaybetti. 2014 yılında aynı kışkırtmayı bu kez Ukrayna üzerinden yaptılar ve 18 Mart 2014 günü Ukrayna, Kırım’ı kaybetti. Halbuki bu kışkırtma olmasaydı Kırım’a Rus müdahalesi olmazdı. 21 Nisan 2010 Kharkiv anlaşması ile Kırım’daki Sivastopol Üssünün 2047 yılına kadar kiralanma işlemi tamamlanmıştı. ABD, 2019 yılında, 11 Eylül 2001 tarihinden itibaren dünyaya ilan ettiği Terör ile Küresel Savaş (GWOT) paradigmasını terk ederek Büyük Güçler Rekabet Döneminin başladığını ilan etti. Trump döneminde başlatılan bu yeni paradigma, 2021 sonrası Biden liderliğindeki neocon demokratların iktidarında Rusya’nın NATO genişlemesi üzerinden kışkırtılarak Ukrayna Savaşının çıkarılması; Tayvan kışkırtılarak Batı Pasifik’te Çin ile tırmanmanın artırılmasını tetikledi. Biden döneminin neoconları Rusya Ukrayna savaşı üzerinden AB ve NATO’yu ABD’ye tam bağımlı kılmak ve Rusya’ya zarar vererek büyük güçler rekabet döneminde Avrasya’da avantaj elde etmeye çalıştı. Ancak ABD jeopolitiğine 1945 sonrası en büyük zararı verdi. Rusya ile Çin her alanda iş birliği ve stratejik ortaklığa yöneldi.
YENİ DENGELER
Trump’ın ilk 60 gününde icra ettiklerine bakarsak ABD’de küreselci neoconlara karşı büyük bir savaşın başlatıldığını görüyoruz. Benzer bir savaşın Londra merkezli liberal kapitalist küreselci oligarşiye de yöneldiğini görüyoruz. Özellikle Washington’un İngiliz Başbakanı Starmer’in Trump’ın göreve gelmesinden kısa süre önce Zelensky ile Ukrayna madenleri, boru hatları, limanları ve stratejik değerdeki varlıklarının kontrolünü 100 yıllığına İngiltere’ye devreden anlaşmanın imzalanmış olmasından son derece rahatsız olduğunu da ekleyelim. Trump’ın Kanada iddiasına da İngiltere’de başta Kraliyet ailesi olmak üzere büyük bir direnç olduğunu hatırlatalım. Kral III Charles’ın Kanada Amiral üniforması ile HMS Prince of Wales uçak gemisini ziyareti bunun bir manifestosudur. İngiltere’nin Ukrayna’ya askeri yardım ve savaşa devam konusunda Trump’tan 180 derece zıt açıklamalarda bulunması da diğer bir manifestodur. Ancak sorun Zelensky’nin attığı imzanın ne derece geçerli olduğudur. Zira 2024 Mayıs ayında Zelensky’nin başkanlık süresi dolmuştur. Diğer yandan kısa süre içinde ABD’nin Beş Göz İstihbarat sistemine yönelik menfi açıklamaları ile Ukrayna’ya kısa süre de olsa istihbarat akışının kesilmesi ve de ABD Savunma Bakanlığının Siber Komutanlığa Rusya’ya siber saldırıların durdurulması emrini vermesi de ABD’nin İngilizlere manifestosudur. Peki, İngiltere ekonomisi ve askeri gücü yerlerde sürünürken neye güvenerek bu açıklamaları yapıyor? Zira her iki dünya savaşında son anda yok olmaktan ABD sayesinde kurtulan İngiltere bu kez de her şeye rağmen akrabası ABD’ye güveniyor. ABD’nin İngiltere’den kolayca vaz geçmeyeceğini değerlendiriyor. Ancak ABD de kendi gücüne dayanarak İngiltere’nin Avrupa’da oyun kurmasına artık tahammül edemiyor. İngiltere, Almanya’da Rus düşmanlığının kök salmasına destek verirken başta Romanya, Polonya ve 3 Baltık Cumhuriyetinin Rusya’ya karşı tarihsel düşmanlığını kullanmaya çabalıyor. Bu çerçevede Avrupa’da ağırlık merkezini Polonya etrafında tutarak 2016 yılında başlatılan 3 Deniz Girişimi (Baltık, Adriyatik ve Karadeniz) üzerinden Rusya’nın çevrelenmesine odaklanacaklarını söyleyebiliriz. Ukrayna olmadıysa Moldova yeni kışkırtmalar için kullanılabilir. Ticari ve ekonomik açıdan ise eğer ABD, Avrupa’ya aleyhine olan ticaret açığını düzeltmek için ek tarifler uygularsa bu kez AB için devreye Çin girebilir. Zira ABD, AB’den uzaklaşırsa doğal olarak onun en büyük rakibi Çin’e yaklaşılabilir. ABD ise çok açık şekilde Çin’i dengelemek için Rusya ile tekrar yakınlaşmaya geçiyor. Brzezinski 1997’de yazdığı Büyük Satranç Tahtası isimli kitabında ABD için en kötü senaryonun Rusya ve Çin yakınlaşması olduğunu söylüyordu. Biden iktidarı bunu sağladı. Trump bu durumdan kurtulmak istiyor. En azından Rusya ile yakınlaşmak yerine bir Çin- ABD ihtilafında en azından Rusya’nın tarafsız kalmasını sağlamak istiyor. ABD savunma bakanı Hegseth, 12 Şubat 2025 NATO Savunma Bakanları toplantısında şöyle demişti: “Pasifik’te Avustralya, Japonya, Filipinler, Singapur ve Güney Kore ile birlikte olsak dahi Çin’i dengeleyemiyoruz.” Dışişleri Bakanı Rubio da “ikinci Dünya Savaşı düzeninin öldüğünü” söylüyor. Bu düzenin ABD’nin refahına katkı sağlamadığı tam aksine Avrupa’nın ve NATO’nun çıkarına olduğunu gördüler. Diğer yandan AB ve İngiltere ABD’nin hem Çin hem Rusya ile mücadele etmesini ve fakat kendilerinin refah devletleri olarak yola devamını ve aynı zamanda ABD’ye 300 milyar dolar ticaret fazlası verecek kadar ihracata devam etmesini istiyor. Trump şimdi Avrupa’ya “buraya kadar” dedi. İngiltere ise yanına AB halklarını değil, AB oligarşisini alarak 1945 sonrası kendi iradesi ile oluşturulan düzenin değişmesine direnç gösteriyor. Bu koşullarda Çin’i jeopolitik hedef olarak belirleyen ve Rusya’ya yaklaşan ABD’ye inat sonuna kadar Rusya ile savaşa devam diyorlar. Fransa ise İngiltere ile rekabet halinde başı kesik horoz gibi ne yaptığını bilmeden hareket ediyor. Siyasi gücü kalmamış Macron’un, ülkesinin içinde bulunduğu ekonomik zafiyete, ABD ve İngiltere tarafından AUKUS girişiminde büyük darbe yemesine rağmen liberal kapitalist oligarşinin bir temsilcisi olarak Rusya ile sürekli savaşı savunması anlaşılır değildir. Hatırlatalım İngiltere ve Avrupa devletleri her iki dünya savaşının sebebidir. Avrupa güçleri parçalanmayı erkenden teşvik ederek ve tanıyarak Yugoslavya’nın 1990 sonrası yok olma sürecinin de asıl müsebbibidirler. Şimdi tarih tekrar ediyor ve Avrupalılar, AB oligarşisi ve İngilizlerin peşine takılarak Rusya ile asla kazanamayacakları yeni bir mücadeleye devam etmeye çalışıyorlar. Kendi kamuoylarını refah toplumundan güvenlik toplumuna çekmeye ve savunma bütçelerini devasa artırmaya yönelik bu hamlelerinin sonuç vermesi kolay değil. Savunmaya milli gelirden %3 üzerinde katkı sağlayan 32 NATO üyesi içinde 4 ülke mevcut. Trump’ın blöf yapmayıp üye devletler savunma bütçelerini %5 seviyesine çıkarmazlarsa ABD’nin NATO’ya katkı payını kesebileceği durumda Avrupa’nın durumu daha da kötüye gidecektir. Bu durumda dahi Rusya ile savaş çığırtkanlığı yapmalarını anlamak olası değil. Bu kapsamda AB Komisyon Başkanı Van Der Leyen’in 800 milyar avroluk savunma bütçesi hedefine üye devletlerin bugünkü koşullarda onay vermesini beklemek gerçekçi değil. ABD, artık Avrupa’nın egosantrik ve narsist sömürge geçmişinin yeni tutkularına destek verecek güç birikimine sahip değildir. Avrupa bu gerçek ile yüzleşmek ve Rusya ile savaşı değil barışı tesis etmek zorundadır.
ENDÜSTRİ Mİ? FİNANS MI?
Yukarıdaki analizlerin bir sonucu olarak denebilir ki, günümüzde Çin’in başını çektiği Asya Pasifik (BRICS) ağırlıklı endüstriyel ekonomi ile ABD’nin başını çektiği Atlantik ağırlıklı finans ekonomisi rekabet halindedir. Benzer şekilde askeri gücü her geçen gün artan okyanusa çıkan Çin ile NATO karşısında Ukrayna cephesinde başarılı olan Rusya’nın birlikteliği Avrasya jeopolitiğinde Atlantik jeopolitiğine galebe çalmaktadır. ABD ve AB oligarşisi Almanya’nın Rusya ile yakınlaşmasını önlemiş ancak Çin ile yakınlaşmasını önleyememiştir. Bu süreçte ayrıca Arktik Kuzey Rotasının dünya tarihinde ilk kez Rusya kontrolünde açılması hegemonyanın omurgasını teşkil eden deniz ulaştırma rotaları coğrafyasının kontrolünü alt üst etmiştir. ABD sadece söylemde değil eylemde çok hızlı yükselen Asya gerçeği ile yüzleşmiş ve çok geride kaldığını görmüştür. AB’nin bu devasa rekabette söz söyleyebilecek ekonomik gücü olsa da askeri ve siyasi gücü yoktur. İmalatta Çin tartışmasız çok öndedir. Basit bir örnek verilirse 2024 yılında Çin, tonaj bazında ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana son 80 yılda inşa ettiğinden daha fazla ticari gemi inşa etti. Çin ve Asya-Pasifik bölge (BRICS) aynı zamanda dünyanın bilinen petrol ve doğal gaz rezervlerinin %35’ine sahip. Diğer yandan Atlantik cephe de büyük finans varlığına sahip. Bir örnek verilirse IMF rakamlarına göre, 2023 yılı dünya toplam ekonomik büyüklüğü cari (nominal) fiyatlarla 105 trilyon dolar seviyesindeydi. Buna karşılık, Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) verilerine göre 2023 sonu itibariyle, tezgâh üstü piyasalarda işlem gören türev ürünlerin toplam kontrat değeri (nosyonel) 667 trilyon dolardı. Yani reel dünya ekonomisinin 6 katından fazla sanal bir finans ekonomisi söz konusu. Bu meblağın 126 trilyon doları dünya borsalarında işlem gören miktar. Bu miktarın 60 trilyon doları yani yarısı sayıları 6000’i geçen ABD firmalarının kontrolünde. Bunun temel nedeni ABD’nin ekonomik gücü değil, doların uluslararası rezerv para olması. O zaman şu soru gündeme geliyor. Gelecekte büyük çaplı konvansiyonel bir hesaplaşmada savaşı kazandıracak olan üretim gücü mü, yoksa Finansal güç müdür? İkinci Dünya Savaşında Londra’da borsa ve küresel finans merkezleri ayaktaydı. Ancak 1942 yazında İngiltere’de neredeyse kıtlık başlamıştı.
TÜRKİYE DERSLERİ
Baştan söyleyelim. Türkiye üretim gücünün yanında olmalı ve bu gücünü geliştirmelidir. Türkiye Avrasya jeopolitiğinin merkezinde bir devlettir. Birinci Dünya Savaşında siyasi, askeri ve ekonomik gücü kalmayan ancak muazzam coğrafyaya sahip Osmanlı İmparatorluğu dönemin emperyalistleri tarafından hasta adam olarak nitelendirildi ve İngiltere, Rusya ve Fransa tarafından parçalanmasına karar verildi. Birinci Dünya Savaşının çıkmasının temel nedeni İngiltere’ye küresel rakip olan Almanya’nın zayıflatılmasıydı. 1909 Reval görüşmesinde Rusya’yı yanına çekmek için Osmanlı toprakları İngiltere tarafından Romanov Rusya’sına peşkeş çekilmişti. Osmanlıların can havli ile diğer İmparatorluklar olan Avusturya Macaristan ve Alman İmparatorlukları ile iş birliğine ve ittifaka gitmekten başka çaresi kalmamıştı. Sonunda ABD’nin 1917’den itibaren İngiltere’nin yanında savaş girmesiyle Osmanlı Sevr ile yıkılmak istendi ancak milli Kurtuluş Savaşı sonucunda Sevr’i yırtmak ve Osmanlı Hanedanını sonlandırmak Mustafa Kemal Atatürk tarafından gerçekleştirildi. Bu süreçte emperyalist Romanov hanedanının yıkılıp yerine Lenin iktidarının gelmesi ve Atatürk ile iş birliği kurulması hayati rol oynadı. Bu tecrübe jeopolitik hafızamıza kuzeyimizdeki devletle dengeli ilişkiler kurmayı ve onu kışkırtmamayı öğretti. Diğer yandan Birinci Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı başta İngiltere olmak üzere emperyalistlere Türklerle savaşmanın çok pahalı ve zor olacağını gösterdi. İkinci Dünya Savaşında Türkiye bu miras ve Montrö Sözleşmesi sayesinde tarafsız kalabildi. Yani en zoru başardı. Soğuk savaşta Sovyet karşıtı cephede yer almamıza ve NATO üyesi olmamıza rağmen Karadeniz’de emperyalist kışkırtmalara aracı olmadık. Soğuk savaş sonrası NATO genişlemesinde de aynı tutumu sürdürdük. Ankara, 3 yıldır devam eden Rusya Ukrayna savaşında Montrö Sözleşmesi 19. Maddesini uygulayarak tarafsız kalmayı becerdi; Rusya ile topraklarımızda nükleer reaktör kurduracak ve stratejik hava savunma sistemi tedarik edecek düzeyde ilişkiler kurabildi; Çin ile ekonomik ve askeri iş birliğini tesis edebildi; AB ile aleyhimize olan Gümrük Birliği Anlaşmasına devam ederken kısıtlı da olsa Afrika’ya ve Orta Asya’ya açılabildi; Türk Devletleri Teşkilatını kurarak denize çıkışı olan tek Türk devleti olmanın sorumluluğunu korudu; Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü koruyacak şekilde Ermenistan karşısında askeri zafer elde etmesine katkı sağladı; Ancak İsrail jeopolitiğini ilgilendiren alanlarda ciddi geri adımlar attı. ABD, AB ve İsrail’in jeopolitik ilgi alanındaki KKTC’nin tanınmasında başarılı olamadı. Irak kuzeyinde özerk Kürt Yönetiminin ve ardından Fırat doğusunda ABD ve İsrail korumasında PYD/YPG yapılanmasını önleyemedi. Suriye devletinin üniter bütünlüğünün çökmesinin güneyimizde bataklık yaratacağını göremedi ve mezhepsel perspektifi jeopolitiğin üzerinde tuttu. Akdeniz’de Mavi Vatan çıkarlarımızın aktif korumasını 2021 yılından sonra terk etti. Türkiye ortaya çıkan yeni durumda gerek tarihsel mirası gerekse Montrö Sözleşmesi sorumlulukları paralelinde coğrafyasının da gücünü kullanarak aktif tarafsızlık politikasına devam etmelidir. KKTC’yi dışlayan, Sevilla haritası üzerinden Mavi Vatan düşmanlığına devam eden, ABD ve İsrail ile güneyimizde Kürt devleti kurmaya çalışan, vatandaşımızı on yıllardır vize kuyruklarında süründüren İngiltere ve AB ile Türkiye askeri alanda yeni maceralara asla girmemelidir. Söz konusu garantiler alınmadan AB Güvenlik politikalarına destek sağlanmamalıdır. Bu çerçevede ABD’nin Akdeniz havzasından çekilmesiyle oluşacak boşlukta Fransa ve İtalya gibi aktörlerin etkisinin artabileceği unutulmamalıdır. Mavi Vatana ve donanmanın güçlenmesine yönelik aktif politikalara devam edilmelidir. Türkiye Avrupa ve ABD ile ticari ve ekonomik ilişiklerini korumalı ve geliştirmelidir. Ancak Asya yüzyılında tüm alanlarda enerjisinin çoğunluğunu Türk dünyası ile Asya ve Afrika’ya yönlendirmeli, ABD ve AB ile jeopolitik çıkarlarımızı sağlama almadan asla yeni bir güvenlik ilişkisine girmemelidir.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.