Yüksek Mahkeme Kararları Işığında Deniz Kurtarma Hukuku

Av. Cem CONGAR

Kurtarma hukuku, deniz hukukunun temel bir ilkesi olarak, tehlike altındaki bir başkasının gemisini veya yükünü kurtaran kişilere, kurtarılan malın değerine orantılı bir ödül alma hakkı tanır. Bu hukuk dalı, doğası gereği uluslararası karakter taşır ve kurtarma yasaları ülkeden ülkeye farklılık gösterse de kurtarma talebinin kabul edilmesi için genelde karşılanması gereken bazı koşullar bulunmaktadır. Öncelikle, gemi acil veya yakın bir tehlikede olmalıdır. Kurtaranın gönüllü olarak ve herhangi bir önceden var olan sözleşme altında olmadan hareket etmesi gerekmektedir; ayrıca, kurtarma operasyonunun sonucunda bir miktar can veya malın başarıyla kurtarılmış olması şarttır. Modern düzenlemeler, özellikle petrol sızıntıları ve çevresel hasarın önlenmesine katkıda bulunan kurtarıcıları ödüllendirme yönünde genişletilmiştir.

Kurtarmanın kökeni antik çağlara dayanır ve bu uygulamanın temelinde, denizde başka birine yardım eden kişinin kendi gemisini ve kendisini riske atması ve bunun karşılığında uygun şekilde ödüllendirilmesi gerektiği düşüncesi yatar. Bu kuralın bir nedeni, korsanlıkla mücadele etmektir; zira tehlike altındaki bir gemi, eğer dürüst bir kurtarıcı tarafından ödüllendirilmezse, korsanların eline düşebilirdi. Kurtarma hukuku, yüzyıllar boyunca Rhodes fermanları ve Justinianus'un Roma Hukuku Özetleri gibi belgelerle tanınmış ve düzenlenmiştir. Kurtarma ödüllerinin şartları ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de bu hak hâlâ neredeyse evrensel olarak tanınan ve kabul edilen bir hukuki ilkedir*. 

Kurtarma Prensipleri
Deniz hukukunda kurtarma, tehlikede olan bir gemiye, yüküne veya diğer mallara sağlanan gönüllü yardımın yeterli şekilde ödüllendirilmesi için kritik öneme sahiptir. Bu çalışma, kurtarma operasyonlarının uluslararası ve ulusal düzeyde düzenleyici çerçeveleri ile özellikle İngiliz Yüksek Mahkemesi'nin bu konudaki kararlarını ele alacaktır.

Geleneksel olarak, kurtarma operasyonları yalnızca gemiyi veya tekneyi ("gemi"), gemideki yükü, ödenecek navlunu ve gemide taşınan yakıtları tehlike altındaki mülk olarak tanır. Bu tanım, kurtarma hukukunun kapsadığı unsurları sınırlar ve bu tür varlıkların tehlike durumunda korunması gerektiğinde uygulanacak özel hükümleri belirler.  Kurtarma operasyonlarının temel amacı, değerli varlıkları korumak ve çevresel zararları en aza indirmektir. Bu operasyonların yasal çerçevesi, başta 1989 Uluslararası Kurtarma Sözleşmesi olmak üzere çeşitli uluslararası sözleşmelerle ve ulusal yasalarla, özellikle 1906 İngiliz Deniz Sigortası Yasası ve 1995 İngiliz Ticari Gemicilik Yasası ile belirlenir. Bu yasalar, kurtarma işleminin hangi koşullar altında gerçekleştirileceğini, ilgili tarafların haklarını ve kurtarma ödüllerinin verilmesine ilişkin kriterleri ayrıntılı bir şekilde düzenler.

Kurtarma faaliyetlerinin temel hukuki unsurları arasında gönüllülük, başarı şartı, tehlike durumu ve ödül tazminatı bulunmaktadır. Kurtarma, resmi bir talep olmaksızın ve önceden var olan bir sözleşme veya yükümlülük olmadan gerçekleştirilmelidir. Ayrıca, kurtarma çabalarının bir ölçüde başarılı olması ve ciddi bir tehlike durumu altındaki mülkün kurtarılması gerekir. Kurtarma operasyonlarının sonucunda kurtaranlar, risk altına aldıkları ekipman ve mürettebat için ödül almaya hak kazanırlar. Bu ödül, operasyonun başarısı, kurtarılan malın değeri ve karşılaşılan riskler göz önünde bulundurularak belirlenir.

Mürettebat üyeleri, kurtarma hizmeti başlamadan önce istihdam sözleşmeleri fiilen veya yapısal olarak feshedilmemişse kendilerini bireysel kurtarıcı olarak iddia edemezler. Sözleşmenin feshi, şu durumlarda gerçekleşebilir:

1. Kaptanın yetkisi altında geminin yetkili şekilde terk edilmesi,
2. Kaptanın ilgili mürettebatı tahliye etmesi,
3. Düşmanca bir çatışmada geminin ele geçirilmesi.

Yetkili terk, kaptanın gemiyi terk etmeye karar verdiği sırada, hasarlı gemiye geri dönme umudunun veya niyetinin olmaması durumunu ifade eder. Sadece geçici bir terkin mürettebatın iş sözleşmesini feshedeceği yönünde bir öneri olamaz. Örneğin, "Albionic" davasında (1941, 70 L1.L.Rep.257), kaptan tarafından gemiyi terk etme yönünde açık bir emir verilmediğine ve bu nedenle mürettebatın hizmet sözleşmelerinin kurtarma hizmetini gerçekleştirdikleri sırada feshedilmediğine karar verildi. "San Demetrio" davası (1941, 69 L1.L.Rep.5), kaptanın yetkisi altında geminin yetkili şekilde terk edilmesine iyi bir örnek teşkil eder. Gemi, kaptanın emriyle uygun şekilde terk edilmişse, gemiyi veya gemideki yükü kurtaran geminin kendi mürettebatı, kurtarma talebinde bulunma hakkına sahipti.

"Warrior Lush" davası (476) ise, mürettebatın kaptan tarafından uygun şekilde tahliye edilmesi durumunda, istihdam sözleşmelerinin geçerli bir şekilde feshedildiğine hükmetti. Bu durumda, gemiye geri dönen ve gemiyi kurtaran herhangi bir mürettebat gerçek kurtarıcılardı.

1989 Uluslararası Kurtarma Sözleşmesi, çevresel kurtarma kavramını da içerecek şekilde kurtarma hukukunu modernize eder ve kurtarma operasyonları sırasında çevresel zararın önlenmesi veya minimize edilmesi durumunda kurtaranlara özel bir tazminat sağlanmasını öngörür. Bu sözleşme ve diğer ulusal yasalar, kurtarma operasyonlarını düzenleyen önemli düzenlemelerdir.

Netice olarak, kurtarma operasyonları deniz hukukunun önemli bir unsuru olarak kalmaya devam edecek ve uluslararası ile ulusal düzenlemeler, bu faaliyetlerin hem etkin hem de adil bir şekilde yürütülmesini sağlamak için sürekli olarak geliştirilmelidir. İngiliz Yüksek Mahkemesi kararları, bu alanda hukuki prensiplerin ve standartların belirlenmesinde merkezi bir role sahip olup, kurtarma hukukunun gelecekteki yönünü şekillendirmede kritik öneme sahiptir.

Kurtarma Ödülleri için Yasal Gereklilikler
Kurtarma operasyonları, deniz hukukunda özel bir yere sahiptir, çünkü doğası gereği taşıdığı riskler ve gerektirdiği özel beceriler nedeniyle diğer hukuki faaliyetlerden ayrılır. Kurtarma ödüllerinin uygunluğunu belirleyen yasal kriterler, bu operasyonların hem etkin hem de etik bir şekilde yürütülmesini garanti altına almak amacıyla tasarlanmıştır. Bu kriterler arasında hizmetin gönüllülüğü, operasyonun başarısı ve kurtarılan mülkün karşı karşıya olduğu tehlikenin doğası bulunmaktadır.

Kurtarma operasyonlarında gönüllülük ilkesi, bu faaliyetlerin temel bir özelliğidir. Kurtarma, herhangi bir resmi yükümlülük veya önceden var olan bir anlaşma olmadan, kurtaranın özgür iradesiyle başlatılmalıdır. Bu, kurtarma faaliyetlerini, önceden belirlenmiş bir yükümlülük altında gerçekleştirilen diğer hizmet türlerinden ayırır. Kurtaran, gemiyi, yükü veya diğer malları tehlikeden kurtarmak amacıyla, herhangi bir zorlama veya gemi sahibinden önceden beklenti olmaksızın, duruma müdahale etmeye özgürce karar vermelidir.

Başarı, kurtarma ödüllerinin verilmesindeki temel bir kriterdir. Kurtarma faaliyetlerinde başarı, mülkün tamamen kurtarılmasını gerektirmez; ancak çabanın, durumu daha güvenli hale getirmek veya daha fazla hasarı önlemek gibi önemli ve faydalı bir etki yaratması beklenir. Başarı derecesi, kurtarma ödülünün miktarını belirlemede önemli bir faktördür, bu da daha başarılı operasyonların daha yüksek ödüllerle sonuçlanmasını sağlar.

Kurtarılan mülkün karşı karşıya olduğu tehlike durumu, kurtarma ödüllerinin uygunluğunu belirlerken dikkate alınan bir diğer kritik unsurdur. Mülk, önemli hasar veya tam kayıp tehdidi oluşturan ciddi bir tehlike altında olmalıdır. Tehlikenin niteliği ve derecesi, özellikle potansiyel çevresel riskler göz önünde bulundurularak değerlendirilir. Tehlike ne kadar büyük ve acilse, kurtarıcının kurtarma operasyonunu gerçekleştirirken aldığı riskler o kadar önemli kabul edilir ve bu da operasyonun daha yüksek bir ödül için uygun görülmesi olasılığını artırır.

Bu yasal gereklilikler, kurtarma operasyonlarının gerekli gönüllülükle, belirgin bir başarı amacıyla ve gerçek bir tehlikeye karşılık olarak gerçekleştirilmesini sağlamakta, böylece kurtarıcıların çıkarlarını mülk sahiplerinin çıkarları ve çevresel koruma ile uyumlu hale getirmektedir. Bu kriterler, kurtarma faaliyetlerinin etik ve etkin bir şekilde yönetilmesine yardımcı olurken, aynı zamanda kurtarma operasyonlarının karmaşık doğasına uygun esneklikleri de sağlar.

“Nagasaki Spirit davası*”, tehlikenin değerlendirilmesini ve kurtarma ekiplerinin göstermesi gereken çabayı kapsamlı bir şekilde tartışan ve kurtarma ödüllerinin nasıl belirlendiği konusunda emsal teşkil eden çok önemli bir İngiliz Yüksek Mahkemesi kararıdır. Uçucu bir yük taşıyan "Nagasaki Spirit" gemisi, önemli ölçüde çevresel hasar riski taşıyan bir çarpışmanın ardından yakın bir tehlike ile karşı karşıya kalmıştır. Kurtarma ekiplerinin müdahalesi olası bir felaketin önlenmesinde çok önemliydi.

Bu davada mahkeme, kurtarma ödülünü belirlemek için çeşitli faktörleri göz önünde bulundurmuştur:

  • Tehlikenin Derecesi: Tehlike, kargonun niteliği ve çevresel felaket potansiyeli nedeniyle önemli kabul edilmiştir. Mahkeme, risk ne kadar yüksekse, bu tür riskli kurtarma operasyonlarını teşvik etmek için orantılı bir ödüle olan ihtiyacın da o kadar büyük olduğunu belirtmiştir.
  • Kurtarma Ekiplerinin Çabası ve Becerisi: Kurtarıcıların uzmanlığı ve operasyonların karmaşık yapısı tehlikenin hafifletilmesinde kritik öneme sahipti. Mahkeme, ödülün büyüklüğünü önemli ölçüde etkileyen olumsuz koşullar altında ustalıkla yürütülen çalışmaları kabul etmiştir.
  • Operasyonun Başarısı: Gemi nihayetinde minimum çevresel etki ile kurtarılmış olsa da mahkeme başarıyı kurtarıcıların durumu stabilize etme ve daha fazla hasarı önleme becerisine göre değerlendirmiştir.

Bu karar, mahkemelerin kurtarma ödüllerini belirlerken tehlike ve çaba unsurlarını nasıl değerlendirecekleri konusunda yol gösterici olmuş ve hem sonucu hem de kurtaranlar tarafından üstlenilen riskleri dikkate alan dengeli bir yaklaşımı vurgulamıştır.

Son gelişmeleri değerlendirdiğimizde, İngiliz Yüksek Mahkemesi'nin son dönemde aldığı kararlar, denizcilikle ilgili zorlukların değişen doğasına ve özellikle modern teknolojik yardımların kurtarma operasyonlarına entegrasyonuna uyum sağlama ve yanıt verme yönünde önemli adımlar atmıştır. Bu gelişmeler, kurtarma hukukunun dinamik yapısını ve teknolojik ilerlemelerle nasıl şekillendiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Mahkeme, son dönemdeki kararlarında, ROV'lar (Uzaktan Kumandalı Araçlar) gibi karmaşık kurtarma operasyonlarında kullanılan yüksek teknolojili ekipmanların rolünü giderek daha fazla kabul etmeye başlamıştır. Bu teknolojik araçların kullanımı, kurtarıcıların çabalarını ve karşılaştıkları riskleri değerlendirme biçimini değiştirebilir. Örneğin, ROV'ların kullanımı, insan dalgıçların yerine geçerek hem riskleri azaltmakta hem de su altı operasyonlarının güvenliğini ve verimliliğini artırmaktadır. Bu durum, mahkemenin kurtarıcıların çabalarını nasıl değerlendirdiği ve ödül miktarlarını nasıl belirlediği üzerinde doğrudan etkiler yaratmaktadır.

Ayrıca, mahkeme, modern teknolojinin getirdiği verimlilik ve maliyet etkinliği göz önünde bulundurarak kurtarma ödüllerinin hesaplanmasında ayarlamalar yapmıştır. Bu ayarlamalar, toplam gerekli risk ve çabayı azaltacak şekilde yapılandırılmıştır. Örneğin, teknolojik araçların kullanımıyla daha az insan gücüne ihtiyaç duyulması, kurtarma operasyonlarının maliyetlerini düşürmekte ve bu durum, ödül miktarlarının yeniden hesaplanmasını gerektirebilmektedir.

Mahkeme ayrıca, geleneksel kurtarma ilkeleri ile modern gerçekler arasında bir denge kurmayı hedeflemektedir. Bu dengeleme çabası, yasal çerçevenin, deniz varlıklarını ve çevreyi koruma konusunda kurtarıcıları gerekli riskleri üstlenmeye teşvik edecek şekilde ilgili ve etkili kalmasını sağlamak için gereklidir. Geleneksel ilkelerin modern teknolojik gerçeklerle uyumlu hale getirilmesi, kurtarma hukukunun çağdaş denizcilik ihtiyaçlarına cevap verirken adil ve uygulanabilir kalmasını garantiler.

Bu kilit kararlar ve gelişmeler, İngiliz Yüksek Mahkemesi tarafından yorumlanan kurtarma hukukunun hem geleneksel denizcilik ilkelerine hem de modern teknolojik ilerlemelere nasıl yanıt verdiğini ve bu iki alan arasında nasıl bir köprü kurduğunu göstermektedir.

Zorluklar ve Güncel Sorunlar
a- Çevresel Hususlar
Çevre bilinci arttıkça, kurtarma operasyonlarının çevresel boyutlarına verilen önem de artmaktadır. Çevresel zararın önlenmesi, kurtarma görevlerinin yürütülmesi ve değerlendirilmesinde önemli bir faktör haline gelmiştir. Bu durum, kurtarma operasyonlarını şekillendiren küresel ve yerel düzenlemelerin giderek artan bir etkisiyle sonuçlanmıştır. Uluslararası sözleşmeler ve yerel düzenlemeler, kurtarma operasyonlarının protokollerini ve önceliklerini belirleyen önemli faktörlerdir. Örneğin, MARPOL ve 2007 tarihli Nairobi Uluslararası Enkaz Kaldırma Sözleşmesi gibi düzenlemeler, bu operasyonların nasıl yürütüleceğini detaylandırarak çevresel korumanın bir öncelik haline gelmesini sağlamaktadır.

Ayrıca, Özel Tazminat P&I Kulübü Klozu (SCOPIC) gibi mekanizmalar, kurtarıcılara çevresel hasarı önlemek için mali teşvikler sağlayarak çevrenin korunmasını teşvik eder ve mülk kurtarma ile çevresel hususları dengeleyen önceliklerde bir değişimi yansıtır. Bu tür düzenlemeler, kurtarma operasyonlarını daha karmaşık hale getirebilir, daha özel ekipman ve uzmanlık gerektirir ve potansiyel olarak operasyonların maliyetini ve süresini artırabilir. Kurtarma operasyonları, yalnızca operasyonlarla ilişkili doğrudan maliyetler açısından değil, aynı zamanda deniz sigortası poliçeleri üzerindeki etkileri açısından da önemli mali riskler içerir.

Kurtarma operasyonları genellikle deniz sigortası poliçeleri kapsamında yer alır ve sigortacılar, kurtarma ile ilgili riskleri genel risklerinin bir parçası olarak değerlendirerek primleri ve teminat şartlarını etkilerler. Kurtarma ödüllerini düzenleyen yasal çerçeve, kurtarma operasyonlarının mali uygulanabilirliğini doğrudan etkiler. Özellikle, "No Cure No Pay” (Kurtarma yoksa ödeme de yok/ Başarıya bağlı ücret) kavramı ve başarılı çevre koruma için yapılan ayarlamalar, ödüller konusundaki anlaşmazlıkların karmaşık hukuki mücadelelere yol açabileceğini gösterir. Bu ise açık sözleşme hüküm ve koşullarına duyulan ihtiyacı daha da vurgular.

Emsal İngiliz Yüksek Mahkemesi kararlarından "Rena" davası*, MV Rena gemisinin bir resif üzerinde karaya oturması ve bunun sonucunda petrol sızıntısı nedeniyle çevreye önemli ölçüde zarar vermesi üzerine odaklanmıştır. Bu dava, kurtarmanın kendisi tamamen başarılı olmasa bile, kurtaranların çevresel zararı önlediklerinde veya en aza indirdiklerinde tazminat almalarını sağlamak için başvurulan SCOPIC maddesinin uygulanmasına ilişkin tartışması açısından önemliydi. Mahkeme, kurtarma operasyonlarında çevrenin korunmasının önemini vurgulayarak, çevresel zararın önlenmesinin mülkün kurtarılması kadar kritik olduğunu kabul etmiştir. Karar, özellikle çevresel risklerin yüksek olduğu durumlarda SCOPIC maddesi kapsamındaki özel tazminatın nasıl hesaplanması gerektiğine açıklık getirmiştir.

Denizcilik ekonomisi üzerindeki etkisi açısından, kurtarma ile ilgili maliyetler, özellikle yüksek riskli veya çevreye duyarlı operasyonlarda, önemli olabilir. Bu maliyetler, nihayetinde denizcilik ekonomik zinciri boyunca aktarılır ve nakliye oranlarını, sigorta primlerini ve nakliye şirketlerinin faaliyet gösterdiği yasal ve düzenleyici çerçeveyi etkiler. Bu gelişmeler, kurtarma operasyonlarının etkili, verimli ve çağdaş denizcilik sorunlarıyla uyumlu kalmasını sağlamak için kurtarıcıların, sigortacıların ve düzenleyicilerin sürekli uyum sağlamasını gerektirmektedir. Bu karmaşık etkileşim, deniz kurtarma alanını şekillendirmeye devam etmekte ve kurtarıcıların, sigortacıların ve düzenleyicilerin adaptasyon kabiliyetlerini zorlamaktadır.

b- Geleceğe Bakış ve Teknolojik Gelişmeler
Geleceğe yönelik olarak, modern teknoloji, özellikle Uzaktan Kumandalı Araçlar (ROV'lar) ve gelişmiş dalış ekipmanları, kurtarma operasyonlarının manzarasını önemli ölçüde yeniden şekillendirmektedir. Bu teknolojiler, kurtarma görevlerinin verimliliğini ve güvenliğini artırmakla kalmıyor, aynı zamanda bu tür operasyonların beklentilerini ve potansiyel sonuçlarını da yeniden tanımlıyor. ROV'lar, kurtarma ekiplerinin insan dalgıçlar için güvenli olmayan derinliklere ve ortamlara ulaşmasını sağlayarak, deniz kazalarına daha hızlı ve daha etkili müdahalelere olanak tanır. Ayrıca, teknoloji, operasyonları hızlandırarak ve büyük ekiplere olan ihtiyacı azaltarak maliyet verimliliği sağlar. Bu tür teknolojilerin benimsenmesi, insan hayatına yönelik fiziksel risk azaldığından, risk ve çabaya dayalı ödüllerin hesaplanmasını potansiyel olarak etkileyeceğinden, kurtarma ödüllerinin geleneksel değerlemesi hakkında soruları gündeme getirmektedir.

Deniz hukuku, özellikle kurtarma hukuku, iklim değişikliği, Arktik seyrüsefer ve teknolojik ilerlemeler gibi küresel zorluklara yanıt olarak önemli bir evrim geçirmeye hazırlanmaktadır. İklim değişikliğinin etkileri, deniz seviyelerinin yükselmesi ve hava koşullarının daha öngörülemez hale gelmesiyle, deniz kazalarının sıklığı ve karmaşıklığı artabilir. Bu durum, güçlü kurtarma kabiliyetlerine olan ihtiyacı artırarak kurtarma operasyonları sırasında çevrenin korunmasına yönelik protokollerin geliştirilmesini gerektirebilir ve potansiyel olarak daha katı düzenlemeler ve kurtarıcılar için daha yüksek standartlar getirebilir. Kuzey Kutbu deniz yollarının eriyen buzlar nedeniyle daha erişilebilir hale gelmesi, bu hassas ve tehlikeli sularda seyrüseferin artmasına neden olabilir, bu da Arktik kurtarma operasyonlarına özel yasal çerçevelerin oluşturulmasını zorunlu kılabilir. Bu çerçeveler, geleneksel kurtarma kaygılarının yanı sıra kırılgan ekosistemlerin ve yerli haklarının korunmasına odaklanacak şekilde düzenlenebilir.

Uluslararası hukuk, denizcilik faaliyetlerinin küresel niteliği nedeniyle yerel kurtarma yasalarının şekillendirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Uluslararası anlaşmalarda meydana gelebilecek gelişmeler, yerel yasal ortamları çeşitli şekillerde etkileyebilir. Kurtarma yasalarının uyumlaştırılması, uluslararası sular gibi birden fazla yargı yetkisinin söz konusu olabileceği durumlar için hayati önem taşır. Mevcut ve gelecekteki denizcilik sorunlarını ele almak üzere yeni uluslararası sözleşmelerin ortaya çıkması veya 1989 Uluslararası Kurtarma Sözleşmesi gibi mevcut sözleşmelerde değişiklikler yapılması mümkündür. Çevresel düzenlemeler bağlamında, uluslararası hukukun çevresel sürdürülebilirliğe odaklanmaya devam edeceği ve kurtarma operasyonlarında ekolojik hususlara öncelik verilmesine yol açacak değişikliklere neden olabileceği öngörülmektedir. Bu, kurtarma operasyonları için ulusal yasalara uyarlanması gereken yeni uluslararası çevre standartları ve uygulamalarının ortaya çıkmasına neden olabilir.

Sonuç olarak, kurtarma hukukunun geleceği, çevrenin korunması, seyrüsefer güvenliği ve teknolojik entegrasyonu vurgulayan bir yörüngede görünmektedir. Küresel denizcilik rotalarının genişlemesi ve çevresel endişelerin artması ile kurtarma operasyonlarını düzenleyen yasal çerçevelerin dinamik denizcilik ortamına uyum sağlayabilecek şekilde hem sağlam hem de esnek olmaları gerekmektedir. Uluslararası anlaşmalar ve ulusal yasalar arasındaki etkileşim, denizcilik sektörünün 21. yüzyılda karşılaştığı zorluklara etkili bir yasal yanıtın şekillendirilmesinde çok önemli olacaktır.

Kaynaklar:
- Marine Salvage & Recreational Boaters". Retrieved September 4, 2011. 
- The Nagasaki Spirit [1997] AC 455; Brice on Maritime Law of Salvage (4.basım) 
- Daina Shipping Co.v MSC Mediterranean Shipping Company S.A. ("The Rena") [2012] Fo.255 
- Nairobi Uluslararası Batıkların Kaldırılması Sözleşmesi
- Denizde Yardım ve Kurtarmaya İlişkin Brüksel Sözleşmesi
- Ticaret Gemileri Kanunu 1854-İngiliz denizcilik mevzuatı