Hayalet gemilere dair anlatılan efsaneleri hepimiz duymuşuzdur; halk arasında bu gemilerin mürettebatının denizde kaybolmuş ve lanetlenmiş denizciler olduğuna inanılır. Bu gemilerin mürettebatı çoğunlukla ya ölmüş ya da gizemli bir şekilde kaybolmuştur; buna karşın yine de açık denizlerde yol almaya devam ederler. Erken dönemlerde bu gibi efsanelerin ortaya çıkmasına salgın hastalıkların neden olduğunu düşünebiliriz; orta çağda veba salgınından son denizcisine kadar ölen ve açık denize sürüklenen gemilerde olduğu gibi… Virüslerin daha bilinmediği eski çağlarda, bir gemideki ölümcül salgının lanet olarak tanımlanması gayet normaldir. Akıntıda sahipsiz bir şekilde sürüklenen gemiler için bu mantıklı bir açıklama gibi görünüyor; peki ya belli yerlerde belli zamanlarda görüldüğü söylenen ve ansızın görünüp yine birdenbire gizemli bir şekilde kaybolan gemiler?
Bunlardan en ünlüsü denizciler arasında XVIII. ve XIX. yüzyıllar boyunca anlatılan, hiçbir limana giremeden okyanuslarda sonsuza dek yol almaya mahkûm edilmiş lanetli bir Hollanda gemisi: "De Vliegende Hollander", ya da daha çok bilinen adıyla "Flying Dutchman", yani "Uçan Hollandalı". Yüzyıllar boyunca Uçan Hollandalı’yı görmek yolculuğun lanetlendiğine dair Tanrıdan gelen bir işaret olarak kabul edilmiş, denizciler de bu nedenle seyir esnasında karşılaşmayı hiç arzu etmedikleri bu geminin uğursuz olduğuna inanmışlar. Bu yazımızda denizcilerin Uçan Hollandalı efsanesinin ortaya çıkışını ve tarihsel kökenlerini araştıracağız, ama önce efsaneyi yaygın olarak bilinen şekliyle bir kez daha hatırlatalım:
Kaptan Willem van der Decken idaresindeki gemi, Hollanda’nın güneydoğu Asya’daki sömürgelerine ulaşmak üzere Amsterdam’dan demir alır, Afrika kıyıları boyunca ilerleyerek Ümit Burnuna yönelir. Gemi tam Ümit Burnu’nu döneceği sırada rüzgâr birdenbire yön değiştirerek pruvadan esmeye başlar ve gittikçe şiddetini arttırarak fırtınaya döner. Kaptan fırtınaya rağmen limana dönmeyi reddeder ve rüzgâra küfürler savurarak ilerlemeyi sürdürür; bir an evvel burunu dönüp oradaki korunaklı bir koya sığınmak niyetindedir. Kendisine devam etmekte ciddi olup olmadığı sorulduğunda ne pahasına olursa olsun o koya ulaşacağını söyler ve kıyamete kadar denizlerde dolaşmak zorunda kalsa bile bir yolunu bulup Ümit Burnu’nu geçeceğine yemin eder. Denizlere meydan okumanın sonucu olarak Uçan Hollandalı ve kaptanı lanetlenir, gemi asla hedefine ulaşamaz ve sonsuza kadar amaçsızca denizlerde gezinmeye mahkûm olur. Hikâyeye inanan onlarca kişi fırtınalı günlerde burada lanetli gemiyi gördüklerine yemin ederler. Hikâyenin başka bir versiyonunda Uçan Hollandalı, çalıntı altınlar ve değerli mücevherlerle dolu bir korsan gemisidir ve mürettebatın işlediği tarif edilemeyecek kadar korkunç suçlardan dolayı lanetlenmiştir. Bazılarına göre Uçan Hollandalı geminin adı değil kaptanın lakabıdır, efsanesi kuşaklar boyu aktarılırken geminin adına dönüşmüştür.
Uçan Hollandalı gemisinin efsanevi kaptanı Willem van der Decken
Şimdi de bu hikâyenin ilk ne zaman ortaya çıktığına bakalım: Gemiden ilk bahseden yazılı kaynak George Barrington’a atfedilen 1795 basımı “A Voyage to Botany Bay” isimli kitap… Yazar burada sık sık denizcilerin anlattığı hayalet gemi öykülerini duyduğunu fakat bunlara pek itibar etmediğini söylüyor, sonra da seneler önce bir Felemenk savaş gemisinin Ümit Burnunda fırtınaya maruz kalarak parçalandığı ve güvertesindeki herkesin ölmüş olduğu hikâyeyi anlatıyor. Refakatçisi olan gemi limana ulaşmış ve tamir edilerek Avrupa’ya dönmek için yola çıkmış, ancak aynı enleme geldiğinde şiddetli bir boraya yakalanmışlar. Gece yarısı nöbetteki denizciler karşılarında kendilerine çarpacakmış gibi gelen yelkenleri basılı bir gemi görmüşler ve sonra gemi kaybolmuş, onlar da bu geminin batan gemi olduğuna inanmışlar. Vardıkları limanda gördüklerini anlatmışlar ve hikâye hızla denizciler arasında yayılmış.
Birkaç yıl sonra John Leyden, Uçan Hollandalı’nın işlenen korkunç suçlardan dolayı vebayla cezalandırıldığını yazıyor, arkadaşı Sir Walter Scott ise bu korkunç suçun korsanlık olduğunu eklemiş. Efsanenin yukarıda yazdığımız yaygın olarak bilinen ilk versiyonu 1821 Mayıs’ında Blackwood’s Edinburgh Magazine’de hikâye şeklinde yayınlanmıştır.
Bazı kaynaklarda Uçan Hollandalı'nın efsanevi kaptanına model olan kişinin gerçekte XVII. Yüzyılda yaşamış ve Doğu Hindistan Şirketi (VOC) adına çalışan Bernard Fokke isimli Felemenk bir kaptan olduğunu iddia edilmektedir. O dönemde Hollanda denizlerde çok üstündür ve doğuda birçok sömürgeye sahiptir; Hollanda’yla sömürgeleri arasında deniz ticaretini ise dünyanın ilk çok uluslu şirketi olarak kabul edilen Doğu Hindistan Şirketinin filoları yürütmektedir. Bernard Fokke işte bu şirketin gemilerinden birinin kaptanıdır ve Amsterdam’dan Batavia'ya (bugünkü Jakarta) yaptığı olağanüstü derecede hızlı seferleriyle ünlüdür; 1678 yılında bu mesafeyi 3 ay 4 günde kat ettiği kayıtlara geçmiştir. Bu süratli yolculukları insanlar arasında şeytandan yardım aldığına dair söylentilere neden olmuş ve adı Uçan Hollandalı olarak anılmaya başlanmış... Amsterdam-Cape Town-Jakarta arasında bugün kullanılan ticaret rotasının uzunluğu 13724 deniz milidir ve hiç durmadan saatte 6 knot hızla seyreden bir gemi bu yolu 95 günde alır. XVII. yy'da VOC gemilerinin ortalama hızı saatte 6-7 knot civarındaydı; yani Bernard Fokke'nin o dönemler olağanüstü görülen süratinin sırrı, muhtemelen bugünkü rotaya çok yakın bir rota izliyor olmasıydı. 1680'lerde "Libera Nos" adlı gemisiyle gerçekleştirdiği son seferinden sonra kendisinden bir daha haber alınamadı. Bu sefer sırasında gemisinin Ümit Burnu yakınlarında fırtınaya yakalanarak kayalıklara çarptığı ve battığı söylenir.
Yüzyıllar içerisinde birçok kişi Uçan Hollandalı’yı gördüklerini ve geminin önlerinden geçtikten sonra birdenbire kaybolduğunu iddia etmiş; bunların arasında 1880’de gemiyi gördüğünü söyleyen İngiliz kraliyet üyeleri Galler Prensi George ile kardeşi Prens Albert Victor da var...
Peki, bu kadar kişinin şahit olduğu hayalet gemi fenomeninin kaynağı ne olabilir? Aslında bunun yanıtı çok basit: Ufkun hemen üstünde çok dar bir bantta görülen ve Fata Morgana adı verilen optik bir illüzyon, yani su serabı…
Fata Morgana İtalyanca “Peri Morgana” anlamına geliyor, yani Kral Arthur efsanesindeki büyücü Morgaine le Fay… Eski dönemlerde bu özel durumun sık görüldüğü Messina Boğazı’nda, Morgana’nın denizcileri ölüme çekmek için büyüler yaparak sahte karalar yarattığına dair denizciler arasında yaygın bir inanış varmış. Bu üst serap türü, ışık demetlerinin farklı ısılardaki hava katmanlarından geçmesi sonucu oluşuyor; hava sıcaklığının yükseklikle artması halinde cismin üstünde veya yukarısında görüntüsü ortaya çıkıyor. Oluşan bu görüntüler çok uzaktaki bir nesneyi, kıyı, ada ya da bir gemiyi kapsayabiliyor; ısı artışı hızlı olduğunda görüntüler de ters oluyor. Bu olağanüstü duruma daha çok kutup bölgeleriyle soğuk denizlerde rastlandığını belirtelim.
İzlanda'da görülen bir üst serap. Uzaklardaki bir adanın yansıması su üzerinde bu şekilde belirmiş, aslında o yönde gözle görülebilir bir kara parçası yok.
Ortaya çıkışından bu yana Uçan Hollandalı efsanesi, aralarında Wagner gibi büyük bestecilerin de bulunduğu pek çok sanatçıya ilham vermiş ve birçok esere konu olmuş, hakkında kitaplar yazılmış ve filmler çekilmiştir. Denizciler artık bu gibi hikâyelere inanmıyorlar ama efsane her anlatıldığında hala ilk günkü gibi onları etkilemeye devam ediyor. Belki de bunun nedeni kaptan Van der Decken’in ibretlik hikâyesinden çıkarılan sonuçtur:
DENİZ, KENDİSİNE MEYDAN OKUYANI ASLA AFFETMEZ!..