Cem GÜRDENİZ – Emekli Tümamiral
Türk donanma tarihinin en karanlık dönemi olan II. Abdülhamit döneminin sonunda, batılı devletlerin baskısıyla Ermeni tazminatları yerine, Osmanlı Hükümetine aldırılan az sayıdaki modern savaş gemilerinin (Hamidiye ve Mecidiye gibi) varlığına rağmen, donanmanın durumu değişmemişti. 1908 devrimi ile değişen iktidarın en temel sorunlarından birisi de yeni bir donanma yapıp yapmama kararını vermekti. Bu yüzden meclis Donanma mı? Demiryolu mu? Seçeneklerinin tartışıldığı oturumlara sahne olmuştu. Ancak alınan tüm önlemlere rağmen II. Meşrutiyet de donanma açığını kapayamadı.
HALKIN DONANMA SEVGİSİ
Halk donanmayı uzun bir aradan sonra ilk kez toplu halde 4 Temmuz 1909 öğle saatlerinde yine Haliç çıkışında Sarayburnu açıklarında gördü. Sultan V. Mehmet Reşat donanmayı halkla buluşturmak istemişti. Deniz Tarihçisi Amiral Fahri Çoker o gün yaşananları şöyle anlatıyor: “Sultan Reşat’ın emri ile donanma ilk defa halkın önüne çıkmış, Sarayburnu önünde büyük bir geçit töreni yapılmıştı. Halk yıllardır özlemini çektiği donanmasına kavuştuğundan dolayı sevinç içindeydi. Ancak kızgın bir yaz güneşine rağmen geçidi sonuna kadar izleyen halk bir sürü eski gemiyi gördükten sonra bu mu bizim donanmamız diye elem duyarak gözyaşları içinde tören yerinden ayrılmışlardı. O günlerde bütün İstanbulluların kaygısı sadece buydu.” Bu karışık durumun ortasında, İstanbul Belediyesinde görevli üç doktor ve bir mühendisin girişimi ile bazı gönüllü vatanseverler, donanmanın ihyası için “her vatandaştan bir kuruş” kampanyası başlattı. Tanin gazetesinin öncülüğündeki kampanya, kısa sürede başarıya ulaşınca, 19 Temmuz 1909 tarihinde Donanma Cemiyeti doğdu. Nihayet millet, Donanma Cemiyeti’ne önemli bağışlarda bulunmuş ve bu suretle donanma severliğini bütün dünyaya ispat etmişti. Cemiyet kısa sürede o kadar çok para toplayabilmişti ki, Turgutreis ve Barbaros muharebe kruvazörleri ile dört adet muhrip ve yük gemisi, bu paralar ile alınmıştı.
33 YILIN AÇIĞI KAPANAMIYOR
5 Haziran 1911 günü İstanbul Halkı yıllardır özlemini çektiği bir tablo ile karşılaştı. Sultan V. Mehmet Reşat Balkanları ziyaret maksadıyla Selanik Limanına intikal etmek üzere Almanya’dan halkın bağışları ile alınan Barbaros Muharebe gemisi ile İstanbul’dan hareket etti. Halk o gün Barbaros’u ve ona eşlik eden diğer donanma gemilerini görmekten çok mutlu olmuştu. Ancak halkın gördüğü donanma, 4 ay sonra, 29 Eylül 1911 tarihinde başlayacak Trablusgarp (İtalyan) Harbinde fayda sağlayamayacaktı. Zira personeli eğitimsiz, lojistik ve onarım alt yapısı 33 yıllık ihmalin sonuçları ile yok denecek kadar azdı. Nitekim İtalya Harbinde İtalyan donanması Çanakkale Boğazı girişine yaklaşarak Kumkale ve Seddülbahir Kalelerini top atışıyla dövecek, Beyrut ve Kızıldeniz’deki ileri üsleri basarak gemilerimizi batıracaktı. Neticede 18 Ekim 1912 tarihinde Trablusgarp Harbi bittiğinde İtalyanlar Menteşe (12) Adalarındaki işgale son vereceklerini açıkladığında Osmanlı Hükümeti işgalin devam etmesini istemek zorunda kaldı. Zira Yunanistan ile Balkan Harbi kapıdaydı ve adaları Yunan Donanmasına karşı koruyacak donanma gücü yetersizdi.
DONANMASIZLIĞIN ACI SONUCU
Donanmasızlık sonucu Balkan Savaşında Ege Adalarını tamamen kaybettik. Birinci Dünya Savaşında anavatanımıza saldırı denizden geldi. En büyük emperyalist İngiltere ve müttefikleri Gelibolu Yarımadasına denizden hiçbir engelle karşılaşmadan getirdiği istila birliklerini çıkardı. II. Abdülhamit’in 33 yıllık donanmasızlık dönemi kolay atlatılamayacaktı. Osmanlının 1571 İnebahtı sonrası denizde; 1699 Karlofça sonrası karadaki gerilemesi 30 Ekim 1918 tarihinde Ege’de Limni adasındaki HMS Agamemnon zırhlısında imzalanan Mondros ateşkesi ve aziz yurdumuzun işgali ile sonuçlandı. Donanmasızlık, zaman içinde, kademe kademe anayurdumuzun işgaline neden olmuştu.
MÜTAREKE DÖNEMİ ISTIRAPLARI
İstanbul halkı, Mondros’tan 2 hafta sonra 13 Kasım 1918 sabahına bu kez kendi donanmasının değil, 55 parçalık karma İngiliz Fransız, İtalyan ve Yunan Donanmasının işgal varlığı ile uyandı. 15 Mayıs 1919 sabahı bu kez İzmir’imiz denizden işgal edildi. İstanbul halkı mütareke döneminde gördüğü bu kadar çok yabancı bayraklı gemiyi son kez 1853-1856 yılları arasında Kırım Savaşı esnasında görmüştü. O zaman Avrupalı devletler Osmanlının müttefiki durumunda idiler. Ancak halka davranışları işgal güçlerinden farklı değildi. 30 Kasım 1853’te Sinop’ta donanması baskın yemiş ve kendisini korumak için başkalarına muhtaç Osmanlıyı küçük görüyorlardı.
DONANMA CEMİYETİNİN KAPATILMASI
Osmanlı Hanedanı 10 Ağustos 1920’de Sevr’i imzalamıştı. Mustafa Kemal Atatürk ve bir avuç kahraman fedai ortaya çıkmasa Sevr Antlaşması ile Sultan Vahdettin liderliğindeki hanedan, yurdumuzun büyük çoğunluğu ile yok olmasını dahi kabul etmişti. Aynı hanedan 1919 yılına kadar çok önemli faaliyet ve bağış toplama gayretlerinde bulunan Donanma Cemiyetini, Mondros Ateşkesi sonrası mütareke döneminde 2 Nisan 1919 tarihinde kapattı. Cumhuriyetin ilk Bahriye Bakanı olan ve Yavuz-Havuz kumpası ile iki yıl hapse mahkûm edilen eski İstiklal Mahkemesi Başkanı ve Osmaniye Milletvekili İhsan Eryavuz, hatıratında bu cemiyetin kapanışıyla ilgili şunları söylüyor: “Doğrusunu söylemek lazım gelirse, Türk tarihinde Vahdettin gibi bir padişah, Damat Ferid ayarında kötü bir sadrazam görülemez. Ferid memlekete hizmeti dokunmuş ne kadar milli kurum varsa yıkıyordu. Bu cümleden Donanma Cemiyeti’ni de ‘Bir İttihat ve Terakki Ocağıdır’ vehmiyle kaldırdı.”
TAYYARE CEMİYETİ KURULUYOR
Donanma Cemiyetinin kapanışından itibaren tüm varlıkları mütareke döneminde donduruldu ve Kurtuluş Savaşı sonunda kurulan Cumhuriyette korundu. Ancak bu kaynaklara rağmen Mareşal Fevzi Çakmak Donanma Cemiyetinin ihyası yerine havacılığın gelişimi için 16 Şubat 1925’te Tayyare Cemiyetini kurdurdu. Sonradan 24 Mayıs 1935’te Türk Hava Kurumuna dönüşen bu cemiyet Türkiye’de havacılığın kalkınmasında ve kamuoyunda havacılığın tanıtılmasında büyük rol oynadı. Donanma Cemiyetinin ihyası 1950 yılında Türk Denizcilik Cemiyeti adı altında Rauf Orbay ve gazeteci yazar, Abidin Daver’in girişimleri ile tekrar gündeme geldiyse de Amerikan yardımlarının başlaması gerekçe gösterilerek devlet desteğini alamadı.
ABD’YE GÜVENEREK DONANMA YAPMAK
Türkiye’nin, 1952’de NATO’ya girişiyle milli deniz çıkarları Demokrat Parti politikaları gereği NATO çıkarlarının gerisindeydi. Deniz çıkarlarımızı koruyacak donanmanın kuvvet yapısı Amerikan Askeri Yardım Heyetinin dolayısı ile Washington’un değerlendirmesine tabi oldu. Türk Donanmasına Karadeniz ve Türk Boğazları asli sorumluluk alanı olarak verilmişti. Ege ve Doğu Akdeniz’in komuta sorumluluğu NATO komuta yapısında Yunanistan’a bırakılmıştı. Yunanistan’a Ege ve Akdeniz’deki görevlerinde gerekirse denizlerin hâkimi Amerikan ve İngiliz donanmaları yardım edecekti. Montrö Sözleşmesi nedeni ile Karadeniz’e denizaltı gönderemeyen ABD, bu denizde Sovyetlere karşı kullanılmak üzere Türkiye’ye çok sayıda modern denizaltı hibe etti. Ancak suüstü filosunun gelişimini teşvik etmedi. 1949 yılında 4 muhrip hibe etmekle yetindi. Ankara, Demokrat Parti ve Menderes gibi ileri derecede ABD ve NATO yanlısı siyasi iklime sahip olmasına rağmen, NATO üyeliği sonrası ABD’den su üstü filosunun gelişimi için beklediği desteği göremediğinden İngiltere’ye yaklaştı. Aynı yıllarda Kıbrıs’ta Enosis faaliyetleri artmış, İngiltere Hükümetinin Kıbrıs Rumları ile arası açılmıştı. Kıbrıs’ta Türk toplumunu da yanına çekmek isteyen İngiliz Hükümeti Türk donanmasına gemi satışına sıcak yaklaşarak, 4 “Milne’’ sınıfı kullanılmış muhribin Türkiye’ye satışına onay verdi ve gemiler 1959 yılında donanmada hizmete girdi. Ancak yine de suüstü filosu donanmanın ihtiyaçlarına cevap verecek durumda değildi.
KANLI NOEL, JOHNSON MEKTUBU VE TARİHİ UYANIŞ
27 Mayıs 1960 müdahalesi sonrası iktidara gelen yeni hükümet Deniz Kuvvetlerinin başına cumhuriyet tarihinin en genç Kuvvet Komutanı olarak Tümamiral Necdet Uran’ı getirdi. Amiral Uran, donanmanın güçsüzlüğünün farkındaydı. Ancak henüz ciddi bir kriz ile karşı karşıya kalınmamıştı. Su üstü filomuzun en çarpıcı zafiyeti 21 Aralık 1963 günü Kıbrıs’ta yaşanan ve tarihe Kanlı Noel olarak geçen Türk katliamında yaşandı. Türkiye adadaki soydaşlarını denizden adaya güç intikal ettirerek koruyacak donanma gücüne sahip değildi. Çıkarma Filosu ve amfibi gücü yoktu. Ona rağmen Mersin ve İskenderun’da oluşturulan deniz görev grubunun adada Türklere karşı artan baskılar ve katliama son vermek üzere 7 Haziran 1964 günü Magosa’ya ileri harekete geçmesi için planlar yapıldı. Ancak Amerikan Hükümeti planlanan bu harekâtı, 5 Haziran 1964 günü Başkan Lyndon B. Johnson imzalı mektupla Türkiye’yi tehdit ederek engelledi. Önce Kanlı Noel ve ardından Johnson mektubu NATO aldatmacası içinde Ege ve Akdeniz’den uzak duran devletin bu stratejik alana kaçınılmaz yönelişini tetikledi. Atatürk’ten sonra ilk kez devlette ve devlet refleksinde Akdeniz uyanışı başladı.
MİLLET YENİDEN DONANMA CEMİYETİNİ KURUYOR
Diğer taraftan Kıbrıs için “ya taksim ya ölüm’’ diye mitingler yapan Türk milleti, bir yandan donanmasının güçsüzlüğüne bir yandan da Amerikan Başkanının mektubu ile aşağılanmış olmanın derin üzüntüsü içindeydi. Bu olaylar halkta güvensizlik ve hayal kırıklığı yaratmıştı. Bu dönemde Yunanistan’ın Kıbrıs’a yönelik Enosis’i destekleyecek her türlü faaliyetinde ve adayı takviyelerinde Amerikan kaynaklı gemileri uçakları kullanmasına Washington’dan itiraz gelmiyordu. Ancak konu Türkiye ve Kıbrıslı Türkler olunca iş değişiyordu. ABD, resmen çifte standart uyguluyordu. Halkımız NATO’nun milli çıkarlar söz konusu olduğunda değil destek, aksine engel çıkardığını görmüştü. Başkan Johnson, adaya harekât yaparsa gelecekteki bir Sovyet saldırısında Türkiye’yi NATO’nun savunmayacağını söylüyordu. Adeta Yunanistan’a ve adada gözü dönmüş Türk katili Rumlara açık çek veriliyordu. Anlaşılmıştı ki soydaşlarımız sadece kendi imkanlarımızla geliştireceğimiz çıkarma filosu ve amfibi gücün ok başı olacağı, ana vatanda oluşturulacak müşterek bir güç ile kurtarılabilirdi. İlk adım çıkarma gemilerine sahip olmaktı. Bu güç sayesinde tutulacak kıyı başından ada içlerine zırhlı birlikler intikal ettirilebilirdi. Bu süreç, Cumhuriyet Gazetesinin 29 Nisan 1965 tarihinde Gazeteci Yılmaz Çetiner imzalı “Amerikan askeri yardımı ve gerçekler’’ başlıklı bir yazı dizisi ile başladı. Bu yazı dizisinde yazar, ABD’nin Yunanistan Donanmasına altı muhrip, dört çıkarma gemisi ve iki denizaltı vererek taraf tuttuğunu açıkça belirtiyordu. Bu yazı dizisinin ardından Cumhuriyet gazetesi 2 Mayıs 1965 günü “Başkalarının vermediğini millet yapar” manşeti ile donanmaya gemi yapılması için bir yardım kampanyası başlattı. Çok kısa sürede halkın yoğun ilgisini çeken bu kampanyaya yardımlar akmaya başladı.
HÜKÜMET DESTEĞİ VE CEMİYETİN KURULUŞU
Gazetenin kampanyasına duyulan olağanüstü ilgi hükümetin de büyük dikkatini çekti. Bağışlar yeni çıkarma gemilerinin yapılabilmesi için çığ gibi büyüyordu. Başbakan Suat Hayri Ürgüplü 3 Mayıs 1965 günü bizzat halka donanmaya bağış kampanyasının başlatıldığını duyurdu. Diğer yandan dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Necdet Uran’ın da girişimiyle Donanma Cemiyeti’nin yeniden ihya edilmesi gündeme getirildi ve 11 Mayıs 1965 tarihinde Türk Donanma Cemiyeti kuruldu. Cemiyet “Millet Yapar” kampanyasını Cumhuriyet Gazetesinden devraldı. Böylece “Kendi gemini kendin yap” programı çerçevesinde Cemiyet, kuruluşundan sonra beş yıl içinde, 10 avcı bot, 12 LCU, tipi 20 LCM tipi çıkarma gemisi inşası ile TCG Berk ve TCK Peyk refakat muhriplerinin inşa programlarına maddi destek sağladı. 1966 yılında Deniz Kuvvetleri Kıbrıs’a müdahalede kullanılmak üzere deniz piyade birliklerinin nüvesini Gölcük’te oluşturdu. Böylece deniz aşırı güç intikal yeteneğimizin oluşumu her boyutta hızlandı.
JEOPOLİTİK DEĞİŞİM YARATAN GEMİLER
Önce Cumhuriyet gazetesinin kampanyası, ardından da Donanma Cemiyeti sayesinde halkın katkıları ile 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs’a yapılan amfibi harekatın 32 parça çıkarma gemisi donanmaya teslim edilmiş oldu. Yani Kıbrıs’ta Türk jeopolitiği kazandıysa sebebi halkın bağışlarıyla temin edilen Çıkarma Gemileridir. Cemiyet 8 Şubat 1972 tarihinde Vakıf haline dönüştü, 28 Mayıs 1981 tarihinde adı “Türk Deniz Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı” oldu. Ancak daha sonra Başbakan Turgut Özal’ın baskıları üzerine 17 Haziran 1987 tarihinde 3388 sayılı yasa ile lağvedildi ve Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’na devredildi. Bu vakfın kapatılması Denizcilik Gücünün geliştirilmesi ve dolayısı ile Türkiye’nin denizcileşmesine bilinçlendirme boyutunda büyük bir darbe vurdu. Zira bu vakıf sadece kuvvet yapısını geliştirmeye yönelik bağış toplamıyordu. Anadolu’da kıyısı olsun olmasın örgütlendiği her il ve büyük ilçede Cumhuriyet Donanmasını ve Türk denizcilik gücünü temsil ediyor, halka denizciliği tanıtmak ve yaygınlaştırmak görevlerini de yürütüyordu.
GAZETE MANŞETİ VE ÇAĞLAYAN ETKİSİ
Bugün ülkemizin deniz gücü her geçen gün milli olanaklarla gelişmektedir. Bu son derece gurur verici sürecin başlangıcını Kanlı Noel ve Johnson Mektubu ile başlayan büyük uyanış ve Cumhuriyet Gazetesinin manşetine götürmek mümkündür. İhtiyaç çare yaratır. NATO üyeliği sonrası Karadeniz’e yöneltilen devlet aklı ve donanmanın Akdeniz’e tekrar odaklanması için talih ve tarih ortamı hazırlamıştı. Mavi Vatan’ın büyük uyanışına ve Kıbrıs adasında jeopolitik değişime neden olan gücün yaratılmasına katkı sağlayan söz konusu dönemin her kademedeki devlet yöneticileri ile attığı manşet ile fark yaratan ve kampanyanın arkasında duran Cumhuriyet Gazetesinin o günkü çalışanlarına ve en önemlisi kadirşinas ve onurlu Türk milletine bugünkü nesiller çok şey borçludur.