Sap ve Saman Karışması

Yakup KORKMAZ

Dünyada böyle! Bu dert yalnız ülkemize özel değil.

Kavramlardaki anlam kaymaları küreselleşmiş bir dert.

Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Rusya dâhil "demir perde" ülkelerinin birer birer açık pazar sistemine girmesi ile önceden sorun olarak algılanan birçok şey artık adi vaka sayılır oldu. Dert artık önlenemiyor. Çünkü "tuz koktu" deyimine tam oturan bir döneme gelindi.

Buna "kapitalizm gemi azıya aldı" demek yanlış olmaz.

Önünde artık İslâm'ın değerlerinden başka bir engel kalmamış olan kapitalizm, O'na inananları da farklı etkenler kullanıp laçka yaparak bertaraf etmiştir. Artık önünde kendisinden başka hiç bir engel kalmayan kapitalizm, kendini ıslah etmek zorundadır. Yoksa görünen odur ki, zıddı için ne kadar uğraşırsa uğraşsın gerçek İslami değerlere sahip toplumlar sonunda onu yola getirecektir.

Sapla saman her zeminde birbirine karıştırılıyor.

Her hizmette olması gerektiği gibi, "denizcilik" ile ilgili hizmetlerde de "amaç" kesinlikle unutulmamalı, daima hatırlatacak etkenler bulunmalıdır.

Amaç "İnsana Hizmet"

İnsana, insanlığa, diğer deyişle topluma hizmet kutsaldır. Her inanç sisteminde övülmüştür. İnsana hizmet için yola çıkanlar peygamber, veli, derviş gibi kutsiyet anlamı kuvvetli sıfatlarla anılmışlardır. İnsana hizmet için çıkılan yolun sonunda mutlaka "başarı" vardır. "Başarısızlık" ihtimali bu kutsal yola çıkanlar için sıfırdır. Ancak "amaç" için sabretmeli, sebat göstermeli, karşılaşılan zorluklara göğüs gerilmeli; kısaca, bu yolun gerekleri yerine getirilmelidir.

Biraz Gözlem

Çevrenizi biraz alıcı gözü ile inceleyin ve şu iki soruyu yanıtlayın:

- Kim ne yapıyor?

- Ne için yapıyor?

Soruları bir yana bırakarak çevrenizdekilere doğrudan "ne yaptığını" sorarsanız; yasal, meşru bir iş yapan herkes yaptığı işin eninde sonunda "insanlığa hizmet" ettiğinden ve işinin kutsiyetinden söz edecektir.

İlk bakışta, gerçek anlamları ile aldığınızda "insanlığa hizmet" etmeyen hiç bir iş olmadığı görülür. Her şey insan içindir!

Dini değerlendirmeler bir yana koyulduğunda, herhangi bir işin amacının insana hizmet etmek olduğu, insana bir şey verdiği hemen anlaşılır.

O halde "vermek" eylemi sorgulanarak insana hizmetin düzeyi araştırılabilir. Başka bir ifade ile "hizmetin insana veriliyor" olmasının tek göstergesi "vermek" ve vermenin miktarı da hizmetin ölçüsüdür.

"Vermek" eyleminde insanın konumuna, durumuna bakmadan ve "hiç karşılık beklemeden vermek" yüksek ruha sahip insanların işidir ve en üst düzeydir. Peygamberlerin, velilerin veya ermişlerin hizmet anlayışı olarak bilinir. İslâm dininde "verecek bir şeyiniz yoksa gülümseyin, insana gülümsemek sadakadır" mealinde bir deyim vardır. Eminim, başka inançlarda da aynı anlama gelen deyimler vardır.

Kolay mı "Vermek"?

Ancak, yüksek ruhları ayrı tutarak, ne verirseniz verin, sanıldığının aksine "vermek" öyle kolay bir eylem değildir. Verenin düzeyini verdiği miktar tayin eder. Böylece yazı şu basit tekerlemeye sığar hale gelir:

"Ne verirsen elinle, o gelir seninle!"

Şimdi hemen bu tekerlemedeki anlam kaymasını ortadan kaldıralım; bir dilenci nakaratı gibi görünse de aslında çok şey ifade eder. O halde bu gelir geçer anlamı yerine gerçeğini koyarsak:

Yaşarken ve sonrası yaşamında, diğer deyişle her iki dünyada da senin yanında kalanlar "verdiklerin" olacaktır.

Sorun Nerede?

Sorun "vermek" eyleminde değil.

Sorun "verilenin miktarında" da değil, başka bir söyleyişle; verilenin kalana oranında bir sorun yok! Hepsi de "vermek" eylemine dâhil. Miktarla yalnız düzey belirliyorsun. Nasılsa verdiğin seninle gelecek olan. Gönlüne göre davranabilirsin, ister hepsini ver, istersen binde birini. O hesapta ölçü "oran".

Sorun, verme yönteminde!

Sorun, kaşık ile verip kepçe ile geri almak için çaba harcamakta.

Sorun, verdiğin kaşıkla göz çıkartmakta!

"Hizmet" ya da "Ticaret"

Özellikle verilen hizmetin karşılığının beklendiği yerlerde sorun çıkıyor.

"Hırsızlığın adının ticaret konduğu yerler" bir tarafa bırakılarak; verilen hizmet karşılığında bir hizmet beklemenin adıdır "ticaret".

Tespittir: Hizmetin ticaret marifeti ile verildiği yerlerde sorun çıkması kaçınılmazdır.

Ticaret

"Ticaret" için Türk Dil Kurumu "alım ve satım" der, kâr der; ancak "mal" dışında herhangi bir şeyin alınıp satılmasından söz etmez.

"Ticaret" de bir "insana hizmet" türüdür, diğer insana hizmet türleri gibi kutsaldır.

İslâm peygamberi tarafından söylendiği ileri sürülen "rızkın onda dokuzu ticarettedir" sözü ticareti teşvik eder; fakat "emin tüccar, sıddıklarla, nebilerle beraberdir" diyerek dürüst ticaret yapanları öven sözün Hz. Muhammed'e ait olduğunda tüm ilgililer hem fikirdir.

Soru: Aksama Neresindedir Ticaretin?

Hizmetin bir türü olan ticaretin aksayan tarafı "kâr" sözcüğünde gömülüdür!

Bu nedenle "insana hizmet" amacı güden ticaretin ana ögelerinden "kâr" belli bir disiplin altına alınmıştır. Yani verdiğiniz hizmetin karşılığı olmalıdır ancak bunun belli bir sınırı vardır. Çünkü siz de insan olarak hizmet alan durumundasınız ve aldığınız hizmetin karşılığını da verirsiniz. O halde sonsuz miktarda "kâr" etmek yasaktır. "Hak" kavramı burada ortaya çıkar.

Hak ettiğinizden fazlasını isteyemezsiniz.

Uluslararası ölçünlerde "memnuniyet" ölçü olarak alınır ve sürekli artırılmasının yolları aranır. Başka bir açıdan bakıldığında, kârınız biraz da hizmeti alanın elindedir. Sizden hizmet alanlardan memnuniyeti olanların sayısı arttıkça kârınız da artar. Memnuniyetin esas alınması doğru bir yöntemdir.

Hizmet eden, yüksek ruhla karşılığını "öbür dünyada bekleyenler" dâhil herkes bir karşılık bekler. Doğaldır.

Tespittir: Birçok insan günümüzde hizmetin tamamı ile "kendisine verilmesi" gibi bir huya sahip "bencil" bir yapıdadır.

Bu bencillik o insanın (kâr olarak) "hep daha fazlasını almak" için her yolu mubah saymasına, bunun için her şeyi denemekte sakınca görmemesine neden olur. Bu öyle bir yere gelir ki, "ilkeli" olmakla "ilkesiz" olmak arasındaki sınıra dayanır. İşte bu sınırda veya sınıra yakın ticaret yapanların kendi ihtiraslarının kurbanı olmalarını önlemek için kurallar konmuştur.

İnsan yaşamını düzenleyen, "önlemler alan ve sınırlar çizen" düzenlemelerin esas alındığı kuralların varlık nedeni insandan kaynaklanan aksaklıklardır.

O halde kurallar, genellikle, kusursuzdur veya kusursuzluğa doğru sürekli iyileştirilerek yol alır.

Tespittir: Kuralların mükemmel olması, sorunların ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Sorunları kuralların uygulanmasındaki farklılıklar yaratır.

İşte "sap ile saman" burada "karışır".

İnsana hizmet eden tüccar, bir hizmet türü olan "ticaret" yaparken verdiği hizmetin karşılığı "kâr" için bir sınır fark ettiğinde, bunu kendisine karşı yapılmış bir engel olarak görürse "sapla samanı karıştırmış" olur. Kendisini yanlış konumlamış, yolunu yanlış seçmiş olur.

Sapla samanın denizde pek fiziki kıymeti olmamakla birlikte; denizcilikte verilen hizmetlerdeki aksaklıklara tam oturur.

Örneğin, gemiinsanı çalışmak için çıktığı gemiden inmek için bin bir türlü neden yaratmaya çalışır; gerekçesi verdiği hizmetin karşılığını alamamaktır.

Örneğin, gemisine gemiinsanı koyan denizci, gemiinsanı’nın aylığını bin bir parçaya bölerek yatırır; gerekçe olarak, verdiği hizmetin karşılığını (navlun parası) alamamış olmasını gösterir.

Ancak bu yazının yazılmasına neden olan örnek çok daha farklıdır ve yarattığı sorun çok daha büyüktür; genelleme yapmak geride kalan bir kaç kişiye haksızlık olacağından onları ayrı tutarak soruna değineyim.

Denizde Güvenlik

Dünya ticaretinde dolaşan malın yüzde doksan yedisi "deniz yolu" ile taşınır. Denizler üzerinde, insana hizmet türü olan "ticaret" için "yollar" oluşmuştur. Büyüğünden küçüğüne tüm denizlerde asırlardan beri kullanılan böyle yollar vardır. Demek istediğim, denizcilik çok büyük bir "ticari" sahadır, diğer ticari sahalarda olduğu gibi deniz ticareti de uluslararası kurallara bağlı olarak yürütülür.

Denizdeki kurallar genel olarak ikiye ayrılır:

1- Ticaret ile ilgili kurallar; malın taşınmasından teslimine, bu süreç içinde yaşanabilecek aksaklıklarda zararın tazminine kadar dünya ticareti içinde çok büyük bir yer tutarlar.

2- Can ve çevre güvenliği ile ilgili kurallar ki çok küçük ve uzmanı kişilerin görebileceği zerre aksaklıklar dışında, mükemmeli yakalamaya ramak kalmıştır.

Genel sorun burada da karşımıza çıkar; sapla saman birbirine karıştırılır!

Tespittir: Bir "insana hizmet" türü olan "ticaret" kuralları ile bu hizmeti yürüten "insanın canının ve çevresinin güvenliğini sağlamak için konan kurallar" birbirine karıştırılır.

Bu tespite göre verilen hizmette güdülen "amaç" tamamen unutulmuştur. Hizmetin aracı olan ticaretin bir ögesi, tam olarak sahneyi kaplamaktadır: "Kâr."

Basitçe örnekleyeyim:

Yüz adet yumurta bir nehirden karşıya geçirilecektir.

Kurallar buna uygun oluşturulur; bir, yumurtalar karşıya kırılmadan geçirilmelidir; iki, kayıkçı da karşıya sağ geçmelidir.

Kayığın ve küreklerin üzerinde yüzdüğü suya dayanıklılığı ile yumurtaların karşıya sağlam geçmesi arasında doğrudan ve kuvvetli bir bağ vardır. Vardır fakat kayık ve küreklerin nitelikleri üzerinde tartışılır, ancak pek sorun çıkmaz.

Fakat kayığın ve küreklerin sağlam olmasının kayıkçının canı ile de doğrudan bağlantısı vardır.

Artık bu durumda kayık ve küreklerin niteliğinin tartışması yapılmaz, öyle olması istenir. Hizmeti veren nitelikli kayık ve kürek kullanmaya ikna olur.

Asıl sorun nitelikli kayık ve kürekten başka şeyler istendiğinde ortaya çıkar; sağlam kayık ve küreklere rağmen yine de can kaybı riski vardır. Bu nedenle bir de can yeleği gerektiği anlaşılır. Üstüne, küçük bir filikanın bulundurulması istenirse “hizmet veren” itiraz eder. Çünkü her istenenin bir maliyeti vardır ve her koşul “kâr” oranını düşürmektedir.

İşte burada “sap ile saman karışmış”, “hizmetin asıl amacı insan” göz ardı edilmiştir. Kısaca, hizmeti veren amacından sapmıştır.

Bu kadar basit midir? Evet, bir bakın aksaklıklara; bütün “denizde güvenlik” ile ilgili aksaklıkların altında bu basit neden yatar!

Allah selâmet versin.