Burnumuzun dibinde gelişen hadiseye seyirci kalmamız söz konusu olamazdı.
Gerek Karadeniz’in güvenliği gerekse de Boğazlardaki Rus tehlikesine karşı Osmanlı hükümetinin tam da aradığı fırsattı.
Rus - Japon Savaşı
1905 yılında meydana gelen hadisede Çarlık Rusya’sına ait Potemkin zırhlısı mürettebatı isyan etmişti. Aynı tarihlerde Rus-Japon savaşı da Yıldız Sarayı tarafından yakinen takip edilmişti.
Japonlar 1904 yılında Rusların Mançurya bölgesinde işgallerine tepki olarak Ruslara ani bir saldırı gerçekleştirmiş ve bölgedeki Rus donanmasını önemli ölçüde yok etmişti.
Karada ise Sibirya gibi Rusya’nın kalbi sayılabilecek bölgeler Japon işgaline açık bir hale gelmişti.
Bu zaferin yanı sıra; Japonların Meji ismini verdikleri modernleşme ve geleneklerinden kaynaklanan hayat şeklinin İslamlaşmaya uygunluk göstermesi, Osmanlı başta olmak üzere, İslam dünyasında Japonlara olan ilgiyi artırmıştı.
Aydınlar, bilhassa İslamcı münevverler arasında, Japonya’ya büyük bir ilgi duysa da Sultan Abdulhamid konuyla ilgili radikal kararlar almaz ve önemli adımlar atmayacaktı.
Konuyla alakalı Fethi Okyar’ın aktardığına göre; Sultan, Japonya’ya gönderecek nitelikli âlim olmamasından yakınıyordu ve bundan dolayı harekete geçmemişti:
“Şimdi size hicran olmuş bir hâtıramdan bahsetmenin sırasıdır beyefendi oğlum… Tarihi sarih olarak söyliyemiyeceğim, fakat, Ruslara karşı kazandıkları zaferin arifesinde idi. Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, beni ziyarete geldi. İmparatorundan hususî bir mektup getiriyordu. Benden, İslâm dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, felsefesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dinî-ilmî heyet istiyordu. Bunun sebebi vardı. Orada İslamiyet’i yaymayı, mukaddes vazife sayan Abdürreşit İbrahim isimli, aslı Kazanlı olan bir Müslüman âlimden mektup almış, Japonya’daki İslam’ı tamim hareketine yardımcı olmam istenmişti. İslâm âleminin Halifesi idim.
Bir taraftan daima iftihar ettiğim ve hizmetkârı olmaya çalıştığım bu âli vazife, diğer taraftan ruhumda bu mahiyette şerefli hizmete duyduğum hasretle, mümkün olan her şeyi yaptım, fakat bu yardımım daha çok maddi sahada kaldı. Çünkü Abdürreşit İbrahim Efendi, bizim din adamlarımızdan başka hüviyet içinde idi. Türkçe, Arapça, Farsça’dan başka Rusça, Japonca biliyordu. Avrupa’yı baştan aşağı dolaşmıştı; Çin’i bile görmüştü. Kırk yaşından sonra Fransızca ve Lâtince’yi de öğrendiğini yazmıştı. Japonya’da Şinto dininin değişen şartlar içinde Japon münevverlerini tatmin etmediğini, mantık, akıl, ilim, ruh birliği ve cihânşümul (evrensel) felsefeyi temsil edecek bir dinî-mânevî hareketin, Japon milletince benimseneceğini, İslamiyet’in de aslında bütün bu vasıfları ihtiva ettiğini, sadece hakikatleri izah edecek kudret ve ilmî-mânevî kifayette şahsiyetlere ihtiyaç olduğunu yazmıştı.
Japon imparatorundan, ailesinden bir Prensin ziyareti ile böyle bir mektup da alınca, mevzuun ehemmiyeti hâdise olarak önümde idi. Fakat, bizdeki din adamlarının ilmî ve mânevî seviyelerini çok iyi biliyordum… Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim, Japonlardan evvel kendi milletimin ve Halife, yani Peygamberimizin vekili olarak İslâm âleminin istifadesini temin ederdim. Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmete şayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler. Fakat ilmî kudretleri olduğu kadar cihânı telâkki tarzları, bu kadar büyük ve İslâmiyetin mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi… Japon İmparatorunun istediği Müslüman din alimleri’ni yetiştirecek feyyaz menbâlar da artık mevcut değildi.”
(Okyar, Fethi (1980),
Üç Devirde Bir Adam,
Yayına hazırlayan: Cemal Kutay)
Potemkin İsyanı
Yıldız Hükümeti bir yandan Japon zaferini sessiz şekilde kutlarken Potemkin Zırhlısı isyanı ile yıllardır beklediği fırsatı yakalamış ve İstanbul boğazına ağır toplar yerleştirerek Rus zırhlılarını adeta Karadeniz’e mahkûm etmek imkanını elde etmişti.
Siyaseten kazanımları olsa da böylesi bir vakada daha ciddi aksiyonların alınması Sultan Abdulhamid’in vehmine / endişelerine takılmıştı.
Sultanın yer yer hastalık derecesine varan evhamı daha öncesi Kıbrıs’ta büyük kayıplara neden olmuştu.
Sultan II. Abdülhamid
Özellikle iç siyasette meydana gelecek bir çözülmeden endişe eden Abdulhamid, Potemkin Zırhlısı vakasında da endişelerinden sıyrılamamıştı. Bu endişelerin vahametini anlamak için yasaklı kelimelerin listesine bakmak dahi yeterli:
Arsenik, anarşi, ihtilal, ispiritizm (ruh çağırma), istibdat, infilak (patlama), inkılap, inkıraz (çöküş), parlamento, te’evvüh (sitem), opurtünist, hürriyet, cumhur, cumhuriyet, cemiyet, hafiye, darvinizm, disiplin, zehir, avam, isyan, sosyalizm, diktatör, şurayı devlet, demokrat, radikal, humbara (bomba) meclis-i umumi, veto, nihilist, randevu, irtiyab (şüphe), oligarşi, engelleme…
(Maarif Nezareti Tedkik-i Müellefat Encümeni tarafından sansürlenen bu kelimeleri 1911 yılında Ali Seydi Bey 58 adet olarak “Resimli Kamus-i Osmani”nin 1131. ve 1132. Sayfalarının ekler kısmında verir.)
Potemkin Zırhlısı meselesinde de olayın siyasi avantajlarından önce isyanın Osmanlı donanmasına sıçraması endişesi daha belirleyici oldu. Yaver Tahsin Paşa şöyle aktarıyor:
Rusya’da zuhûra gelen tebeddüller ve isyanlar üzerine Rusya’nın Karadeniz Filosu’na mensup gemilerden Potemkin zırhlısı, limandan çıkarak Karadeniz’e açılmış, serseri bir surette bir hayli dolaştıktan sonra Boğaz’a yaklaşmıştı. Bir sefine-i harbiye mürettebatının isyanı, Sultan Abdülhamid’in endişe ettiği mesaildendi. Asi bir geminin kendi tayfaları marifeti ile kaldırılıp hod be-hod yola çıkarılması İstanbul’da şüyu bulursa, bunun bize de sirayet etmesi ve İstanbul askerlerinde de isyan hislerini uyandırması, ihtimali velev pek cüz’i dahi olsa, Sultan Abdülhamid’in uykusunu kaçırmaya kâfi idi. Rusya hükümeti, bu asi Potemkin zırhlısı üzerinde bir tesir icra edemiyordu. Zırhlı Boğaz’a yaklaşmak üzere idi. Ya girmeğe teşebbüs ederse ne olacaktı?
Esasen, gemi İstanbul’a bir şekilde davet ettirilip sorun uluslararası bir krize çevrilerek Boğazların üzerindeki Osmanlı hakimiyetinin artırılması fırsatı, isyanın Osmanlı donanmasına sıçraması endişelerine mağlup olmuştu.
Daha garip bir endişe ise Potemkin Zırhlısının serserice davranıp Karadeniz’deki kıyıları bombalayacağı endişesiydi:
Zırhlının dolaştığı Karadeniz sevahilinde müdafaasız limanlar da olup, gerçi müdafaasız limana kaideten taarruz edilmez ise de mezkûr zırhlının korsan olması sebebiyle kavaide [göre] tatbik-i hareket etmeyeceği derkârdır.
(C. Osmanlı Arşivi.
Y. PRK. EŞA. nr. 47-91, 1323 Ca 11.
Başkitabetin 8 Temmuz 1905 tarihli yazısı)
Her şerde bir hayır vardı.
Potemkin Zırhlısı İsyanı en çok Osmanlı’ya ve İstanbul’a yaradı.
Sultan Abdulhamid, daha radikal hamleler de yapabilirdi; ama İstanbul Boğazı’nı ağır toplarla donatmış olması dahi Rusya’nın Karadeniz’deki gücünü büyük oranda kırmaya yetmişti.
Oysa Japon Savaşından mağlup çıkmış ve donanması isyan ateşiyle kaynayan bir Çarlık Rusya’sı Türklerin Karadeniz’deki talepleri karşısında çaresiz olduğu kesindi.
Bu durum belki de Rusya’daki devrimi hızlandıracak ve Cihan Harbi’nin bambaşka bir seyirde akmasını sağlayacaktı.
Olmadı.
Kaynak: Independent - Mehmed Mazlum Çelik