Ülkemiz denizciliğinin uzun bir geçmişi vardır. Tarihin denizci ülkelerinden olmasak da denizcilik tarihimizin incelenmesi, siyasi, ekonomik, askeri, bilim ve teknoloji tarihimizin doğru anlaşılması ve tamamlanması bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Bu bakımdan özellikle Osmanlı denizcilik tarihi, bize sadece denizci geçmişimiz bakımından değil, fakat aynı zamanda tarihsel davranışlarımızın genel dinamikleri hakkında da bazı ipuçları verebilecektir.
Osmanlıların Rumeli'ye ilk defa Orhan Bey zamanında sallarla geçtiklerine dair çok yaygın bir iddia vardır. Hatta liselerde okutulan tarih kitaplarında bile bu iddia yer almıştır. Ancak bu iddianın doğru olmadığı bugün artık bilinmektedir. Osmanlılardan önce daha Anadolu beylikleri zamanında bile birçok beyliğin, örneğin Saruhan, Aydın ve Menteşe beyliklerinin, Karadeniz'de de Candaroğulları'nın donanmaları olduğunu biliyoruz. Bu beylikleri ele geçiren Osmanlılar doğal olarak bu beyliklerin donanmalarından yararlanmıştı. Nitekim Rumeli'nin fethinde de Osmanlılar Karasi Beyliği'nin donanmasından önemli ölçüde yararlandılar.
Öte yandan yine Anadolu Selçukluları'nın Ege kıyılarına yerleşmesinden itibaren bazı Türkler Akdeniz'de korsanlığa başladılar. Bunlar zamanla Akdeniz'deki Venedik ve Cenevizlilerin ticari faaliyetleri tehdit eder duruma bile gelebilmişlerdi. Adalardaki prensler 1328 yılında artık Türk korsanları tarafından adalarının ele geçirileceğinden korkmaya başlamış durumdaydılar. 1416 Mayıs'ında Gelibolu deniz savaşındaki yenilgiden sonra Venediklilerle yapılan antlaşmada, Çelebi Sultan Mehmed, Akdeniz'de ve Çanakkale Boğazı'nda korsanlık yapan Türklere karşı önlem almayı kabul etmişti. Fakat Osmanlılar daha sonraki yıllarda bu korsanlardan yararlanma yoluna gittiler. (Bu korsanlardan biri de ünlü Kemal Reis'tir.)
Osmanlılarda denizciliğin gelişmesindeki ilk etken, hiç şüphe yok ki, stratejik yönelişlerinin Batı'ya (Rumeli'ye) doğru, Hıristiyan güçlere karşı olmasıdır. Çünkü Rumeli'yi elde tutmak ve daha ilerilere gitmek, gerektiğinde Boğaz'dan hızla ve çok sayıda asker geçirmek, Venediklilere karşı boğazı ve Marmara sahillerini korumak, bir donanmaya sahip olmayı zorunlu kılıyordu. Bu gerekliliğin bir sonucu olarak da önce Karamürsel'de, Edincik'te, Kocaeli'nde nispeten küçük ve sonra da daha büyük olarak Gelibolu'da tersaneler yapılmıştı. Gelibolu tersanesi yapıldığında Osmanlı donanması buraya nakledildi ve bu durum Bizans'ın Akdeniz'le ilişkisinin kısmen kesilmesine yol açtı.
Osmanlılar deniz savaşındaki ilk yenilgilerini, 1399'da Venediklilerle Rodos Şövalyelerinin ittifakından oluşan güçler karşısında aldılar. Saruca Paşa'nın komutasındaki 17 kadırgadan oluşan deniz gücü Boğaz'da yenilerek geri çekildi. 1413'te de Gelibolu'daki donanma Bizans filosuna yenildi ve bu yüzden İstanbul denizden kuşatılamadı. Yıldırım Bayezid zamanında İstanbul kuşatıldığında, şehri denizden abluka altına alan donanma, 60 kadar gemiden oluşuyordu.
II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde gelişmesini sürdüren donanma, Mısır seferlerine etkin bir biçimde katılacak duruma gelmişti. Barbaros Hayrettin Paşa'nın donanma komutanlığını yürüttüğü yıllar (16. yüzyılın ikinci yarısı), Osmanlı denizciliğinin Akdeniz'de en etkin olduğu bir dönemdir. Yavuz Selim zamanında, Gelibolu Tersanesi'nden sonraki ikinci büyük tersane Haliç'te inşa edilmiş ve bu tersane Kanuni Sultan Süleyman döneminde daha da geliştirilmişti. Yavuz Selim, denize çıkmaya hazır 100 kadırgayı yeterli görmeyerek 150 kadırga daha yaptırtmıştı.
17. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı donanması etkinliğini kaybetmeye başladı. Şüphesiz bu durumun çok çeşitli nedenleri vardır. Öncelikle Avrupa'da kalyon tipi gemilerin ortaya çıkmasının bu gerilemede çok önemli bir etkisi olduğunu olduğunu belirtmemiz gerekir. Kürekli Osmanlı gemileri, kalyonların savaş sırasındaki egemen pozisyonları karşısında yetersiz duruma düşmüştü. (Osmanlılarda donanmanın esasının kalyonlardan oluşması kararının alınması ve bu nedenle de kalyon inşasının kadırgaya göre ön plana geçmesi 1682 yılında başlamıştır). Ayrıca Batı'da ateşli silahlarda ve özel olarak top yapım ve atış tekniklerindeki gelişmeler de Osmanlıların donanmalarının savaşlardaki etkinliğinin azalmasında bir etkendi. 1450-1550 yılları arasındaki bir asır boyunca özellikle büyük topların yapımında ve kullanımında etkin olan Osmanlı topçuluğu, Batı'nın metalürjik bakımdan daha dayanıklı ve hafif toplarının etkin ateş gücü ve manevra kabiliyeti karşısında bocalamaya başladı. 18. yüzyıl Avrupa devletleri donanmalarında görevli komutanların ve askerlerin savaş eğitimi bakımından da Osmanlı denizcilerinden daha iyi durumda olduklarını söyleyebiliriz.
Öte yandan Batı denizciliğinin 16. ve 17. yüzyıl boyunca gözlenen hızla gelişmesinde, coğrafi keşif hareketlerinin çok önemli bir rolü olduğunu belirtmemiz gerekir. Coğrafi keşif girişimlerinin yarattığı dinamik, Batı denizciliğinde çok köklü değişimlere yol açmıştır. Bu değişimlerin başında, denizciliğin bir bilimsel ve teknolojik disiplin olarak anlaşılması kültürünün yerleşmesi gelir. Diğer yandan Atlas Okyanusu'nun ve Pasifik Okyanusu'nun çetin rüzgârları ve dalgalarıyla baş edebilecek sağlamlılıktaki ve hareket yeteneğindeki gemilere duyulan ihtiyaç, gemi yapım teknolojisindeki gelişmeler için de itici güç oluşturmuştur. Ayrıca Amerika'nın, Afrika'nın ve Asya'nın doğal zenginliklerinin, altınının ve gümüşünün Avrupa'ya akması, donanma oluşturmanın mali kaynaklarının güçlenmesini sağlamıştır.
Bütün bunlardan ayrı olarak, Osmanlı savaş makinesinin her zaman esas olarak kara savaşları üzerine kurulu olduğunu hatırlamamız gerekir. Osmanlı savaş stratejisinde donanma hemen her zaman ya kara harekâtına destek kuvveti ya da kıyı savunma kuvveti olarak düşünülmüş ve yer almıştır. Böyle bir stratejik bakışın, donanmanın askeri, teknik ve stratejik bakımdan gelişimine ve olgunlaşmasına olumsuz bir etkide bulunacağı açıktır.
17. yüzyılın sonunda ünlü Kaptan-ı Derya Mezomorto Hüseyin Paşa'nın Osmanlı donanmasını güçlendirme ve geliştirme yönündeki çabaları bazı olumlu sonuçlar vermekle birlikte, bu çabalar bir imparatorluğun deniz kuvvetlerine köklü bir dönüşüm geçirtmek için gerekli güç ve yetenek bakımından doğal olarak yetersiz kalmıştı.