Cem GÜRDENİZ – Emekli Tümamiral
1945 sonrası İkinci Dünya Savaşının en büyük galibi ABD, coğrafyası, nüfusu, nükleer askeri gücü ve üretim gücü sahipliğinin büyük rüzgarını arkasına alarak küresel hegemon olduğunu Amerikan Barışı (Pax Americana) üzerinden dünyaya ilan etti. Anglosakson cephede küçük ortağı Büyük Britanya’nın Büyük sıfatı artık kalmamıştı. Hegemonyayı Okyanusun diğer tarafındaki akrabasına devretmişti.
AMERİKAN HEGEMONYASINA KARŞI DENGE: SSCB
ABD’nin gücünü dengeleyecek yegâne karşı güç komünist Sovyetler Birliği idi. İkinci Dünya Savaşının Avrupa cephesinde 1942 sonrasında ABD’nin müttefiki olan, Nazileri yenen ve gerçekte Stalingrad sonrası Avrupa’yı kurtaranlar onlardı. Nazi Almanya’sı karşısında 25 milyon insan kaybına neden olan Sovyet zaferi, ABD ve müttefiklerini ürkütmüştü. Anglosakson tarihinin gördüğü en büyük amfibi saldırı harekâtının Fransa Normandiya sahillerine yapılmasının bir nedeni de batıdan ilerleyerek Berlin’e hızla yaklaşan Sovyet Ordularını dengelemek içindi.
VEKALET SAVAŞLARI VE NÜKLEER DENGE
Neticede dünyada 1949 sonrası bir denge kuruldu. Dünya, ABD ve Sovyet etki alanlarına bölündü. Sovyetlerin 1949 yılında nükleer güç olmasıyla iki kutuplu bir dünya ortaya çıktı ve Sovyet rejimi yıkılana kadar kabaca 40 yıl kapitalizm ile komünizm; liberal demokrasi ile otokrat sosyalizm arasındaki bilek güreşi, nükleer dehşet dengesi (balance of terror) üzerinden soğuk savaş paradigmasıyla devam etti. Ancak her iki taraf doğrudan birbirleri ile savaşmadan, vekalet savaşları üzerinden, sıfır toplamlı küresel jeopolitik hedeflerini başarmaya yönelik kriz ve çatışmaları tetiklemek ve sürdürmekten geri kalmadı. ABD, komünizmi şeytanlaştırarak bu rejimle yönetilen devletlerin Mahanist doktrin gereği okyanus ve deniz kıyılarına inmesini önlenmeye çalıştı. Bu durum Spykman’ın Kenar Kuşak jeopolitiği ve George Kennan’ın Sovyetleri Çevreleme (Containment) doktrini ile tam uyumluydu. 1950’de Kore ve 1955-1973 arasında Vietnam Savaşları bunun için yapıldı. Jeopolitik çıkarlar için ideolojik savaş kullanıldı. Ancak ABD hem Kore’de hem de Vietnam’da kaybeden taraf oldu. Komünistlerin Pasifik kıyısına inmesini önleyemedi. Sovyetler de orta ve doğu Avrupa’da İkinci Dünya Savaşında Nazi işgalinden kurtarıp Komünist Hükümetleri iş başına getirdikleri devletlerin, etki alanlarından çıkmasına izin vermiyordu. 1956 Macaristan ve 1968 Çekoslovakya müdahaleleri (Prag Baharı) bunun içindi. Afrika, Asya ve Güney Amerika kıtalarında her iki başat güç, etki alanlarını ideolojik mücadele altında Rodezya’dan Angola’ya; Guatemala’dan Şili’ye; Endonezya’dan Filipinler’e; Türkiye’den Yunanistan’a pek çok gelişmekte olan devlet coğrafyasında genişletmeye çalıştı.
BM VE KURALLAR SİSTEMİ
Diğer yandan iki kutupluluğa ve yaşanan pek çok vekalet savaşına rağmen büyük savaşın galipleri ile Almanya’ya savaş açan Sovyetler dahil 50 müttefik ülkenin, 1945’te San Francisco Konferansı ile kurduğu BM düzeni, gerek yan kuruluşları ve gerekse Güvenlik Konseyi üzerinden küresel bir kurallar sistemini sürdürmeyi başardı. UNESCO, UNICEF, UNHCR, Dünya Sağlık, Dünya Denizcilik, Dünya Havacılık, Dünya Telekomünikasyon Teşkilatı gibi onlarca BM organı en azından uluslararası bir disiplin ve kurallar sistemini kurabildi ve idame etti. Benzer şekilde imzacı olsun olmasın, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ya da Nükleer Yayılmayı Önleme (NPT) Antlaşması gibi BM üyesi devletlerin büyük çoğunluğunun imzaladığı Sözleşmeler ve Antlaşmalar en azından teamülü hukuk kapsamında dünya devletleri için bağlayıcı olma özelliğini taşıyordu. Bu kurallar düzeni, 1945 – 1989 arasında devletlerarası ilişkileri ilgilendiren her alanda ister komünist ister liberal; ister otokrat ister demokratik olsun, mevcut işleyişe bir disiplin getiriyor, aynı zamanda küreselleşmeyi mümkün kılıyordu. Her iki kutbun kendi siyasi, askeri ve ekonomik kurumları (NATO, Varşova Paktı, Avrupa Topluluğu ve COMECON gibi) vardı.
BM KURALLARI ABD JEOPOLİTİĞİ İÇİN ESNETİLEBİLİR
Diğer taraftan mevcut kurallar sistemi jeopolitik alanda sıfır toplamlı kriz alanları için geçerli değildi. Jeopolitik çıkar çatışmalarının yaşandığı alanlarda hegemonun desteklediği çözüm tarzı esas kabul ediliyordu. Örneğin 1962 Küba Füze Krizi’nde adaya yerleştirilen Sovyet füzelerinin geri çekilmesi için ABD okyanus sularında tek taraflı abluka/karantina harekâtı uygulayabiliyor, Sovyet ticaret gemileri buna uyum gösteriyordu. Zira hegemon denizde güçlüydü. Hegemon, kendi çözümüne aykırı hamleleri de önlüyordu. 1963’te Kıbrıs’ta Türklerin katledilmesine karşı Ankara’nın 1964 Haziran ayında başlattığı harekâtı ABD Başkanı bir mektupla durdurabiliyordu. Ya da Filistin’de 1967 sonrasında Arapların topraklarından edilmesine hegemonyanın kural koyucuları Ortadoğu’daki kalesi ve vassalı İsrail aleyhine asla ses çıkarmıyordu. Benzer şekilde hegemonun böl ve yönet prensibi içinde özellikle kenar kuşak üzerindeki devletlerde, kendi çıkarlarına aykırı gördüğü rejimleri CIA, USAID, Peace Corps (Barış Gönüllüleri) gibi unsurlar ve yerli işbirlikçiler sayesinde devirmesi sıradan uygulamalardı. İran’da, Guatemala’da, Şili’de, Arjantin’de, Endonezya’da, Türkiye’de ve daha pek çok devlette soğuk savaş döneminde örneklendiği üzere askeri darbeler düzenlenmesi olağan seçeneklerdi. Bu uygulamalar soğuk savaş sonrası turuncu devrimlere ve FETÖ tipi kumpaslara dönüşecekti. Kuralları BM çatısı altında belirleyen büyük hegemon ABD, rejim değişiklikleri için yerli işbirlikçiler ile siyasi ortamı şekillendiriyor ve yaratılan kriz ya da darbe sonrası iktidara gelenler, Amerikan jeopolitiği veya ekonomisine hizmet edecek şekilde hareket ediyordu. BM Anlaşması savaşı yasaklamış olsa da ABD askeri müdahalelerde davet üzerine müdahale geleneğini Vietnam’da başlatmıştı. Bu modeli Sovyetler de uyguladı. Yıkılmadan önce son olarak 1979’da Afganistan’a davet üzerine müdahale etmişlerdi.
YENİ AMERİKAN YÜZYILI PROJESİ
Soğuk Savaş ABD’nin galibiyeti ile bitti. Artık Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (PNAC) başlamıştı. Neocon (PNAC) teorisyenleri için ABD, yer kürenin her alanında kaynaklar ve yeni pazarlar için kural belirleyici ve egemenlik sınırlayıcısıydı. Amerikan askeri gücü artık haritaları değiştirmek, yeni sınırlar çizmek için kullanılacaktı. 2004 yılında Amerikan Başkanının Milli Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice ne diyordu? “Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da 22 ülkenin sınırlarını değiştireceğiz.” ABD, 1990 sonrası tek kutuplu dünyayı inşa etmeye başladı. Önce Yugoslavya’nın parçalanması başarıldı. Avrupa’nın merkezinde bugün Gazze’de yaşananlara benzer vahşet içinde Balkanlar paramparça edildi. 1999 yılında Sırbistan’a BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan NATO’yu saldırttılar. Daha sonra 11 Eylül 2001 saldırıları geldi. Bu süreç Teröre Karşı Küresel Savaş (GWOT) paradigması ile ABD insan haklarına yönelik pek çok kuralı ortadan kaldırdı. İşkence meşrulaştırıldı. Amerikan Başkanı’nın direktifleri ile Tomahawk veya Drone saldırıları ile yargısız, sorgusuz sualsiz binlerce insan yok edildi. Afganistan’a ve daha sonra Irak’a askeri müdahalelerde büyük hegemon uluslararası hukuku tanımadı. Libya ve Suriye’ye gerek GWOT gerekse Koruma Hakkı (R2P) üzerinden müdahale ettiler.
KORUMA HAKKININ İCADI
Kaynağını emperyal devletlerin uluslararası hukuku üçüncü dünya ülkelerine farklı yorumlamasından alıyordu. Kolektif batıya göre üçüncü dünya devletlerinin egemenliği tartışılmaya açıktır ve bu devlet başarısız devlet olarak halkına zulmederse müdahale edilebilir. Bu hakka da Koruma Hakkı (R2P-Right to Protect) adı verildi. Örneğin, Libya’da 15 Şubat 2011’de başlayan Arap Baharının son safhasında ABD’nin uydurduğu bu hak, Libya’nın parçalanması ve Kaddafi rejiminin düşürülmesine hizmet etti. Bu süreçte BMGK ’da Rusya ve Çin’in veto kullanmadığı iki ayrı karar (UNSCR1970 ve UNSCR1973) İngiltere, ABD ve Fransa tarafından onaylandı ve kanunsuzca uygulandı. Bu kararlar rejim değişikliğine ve yargılama süreci olmadan devlet görevlilerinin infazına izin verecek şekilde esnetildi. Onlara göre devletler batı-doğu; kural temelli düzen ve kuralsızlık; medeni, gayri medeni; demokratik, otoriter ayrımları üzerinden sınıflandırılıyordu. Egemenlik onlara, yani medeni dünyaya aitti.
MEDENİYETİN TEKELİ KOLEKTİF BATIDA MI?
ABD ve AB’ye göre medeniyetin hâkimi onlardı. AB Dışişleri Komiseri Joseph Borrell, 2022 yılında bir konferansta şunu söyleyebiliyordu: “Avrupa bir bahçe ve dünyanın geri kalanının çoğu balta girmemiş bir ormandır.” NATO 2022 Konsept Belgesinin girişi de şöyleydi: Bir milyar vatandaşımızı koruma kararlılığımızı sürdürüyoruz. Peki kimin karşısında? Böylece batının güçlü devletleri, uluslararası hukukun işlemesinde hiyerarşik üstünlüğe oturtuldu. Bir nevi askeri güce dayalı devletlerin hukuk sistemi yaratıldı. Hegemon, tek kutuplu dünya düzeninde her şeyi yapabilirdi. Afganistan’a, Irak’a Libya’ya Suriye’ye saldırabilirdi. En yakın müttefiki ve Ortadoğu’daki kalesi İsrail, sivil asker demeden her şeye ve herkese saldırabilir ve asla hesap vermezdi. İsrail Başbakanı Ariel Şaron, 2001 yılında ne diyordu? “İsrail’in başkalarını yargılama hakkı olabilir ama kesinlikle hiç kimsenin Yahudi halkını ve İsrail Devleti’ni yargılama hakkı yoktur.” Hollywood filmlerinin de desteği ile Amerikan askeri gücünün yarattığı dehşet ve korku iklimi ABD sermayesine tüm kapıları açtı. Neoliberal kapitalizm gümrük duvarlarını, korumacılığı silip süpürüyor, Amerikan doları hakimiyetini koruyordu. 2001 ile 2012 arasında ABD kural temelli dünya düzeni (RBO) kavramını pek sık kullanmadı. Terörle Küresel Savaş Dönemi (GWOT) içinde daha çok Washington Consensus (Oydaşma) ve koruma hakkı (R2P) kavramları tercih edildi. Washington Consensus’u BM, IMF, Dünya Bankası, WTO, NATO, AB ve dolar hakimiyetinden başka bir şey değildi. Oydaşma için oy birliği gerekir. Oy birliği Avrupa’da NATO genişlemesi, Pasifik’te ikili anlaşmalar ile sağlanırken; anlaşamayanlar için Amerikan ateş ve kumpas gücü kullanıldı. Başkan Bush ne diyordu: “Ya bizimlesin ya düşman’’ Zayıf devletleri koruyacak güç henüz yoktu. ABD ve kurduğu koalisyonların gücünü o dönem sorgulayacak veya karşı çıkacak Asya güçleri hazır değildi. Böylece Küresel Güney kendi çıkarlarını koruyacak çok kutuplu bir dünya arayışı içine girmişti.
BÜYÜK GÜÇLERİN REKABET DÖNEMİ VE KURAL TEMELLİ DÜZEN SÖYLEMİ BAŞLIYOR
2008 ve daha sonra 2012 ekonomik krizleriyle birlikte ABD’nin ve dolayısı ile Anglosakson dünyanın gerileme süreci hızlandı. Kenar Kuşak, Rusya ve Çin’in yakınlaşması ve askeri alanda iş birliği sonucu büyük yara aldı. Rusya’nın 2008 Gürcistan ve 2014 Kırım müdahaleleri karşı hamleler sürecini başlattı. Sanayi, ticaret, üretim kapasitesi, teknoloji ve finansta Çin’in son 10 yılda elde ettiği başarılarla, 2012 sonrası Güney Çin Denizi ve Tayvan konusunda sert bir politikaya yönelmesi, Kuşak ve Yol Girişimi ile Asya, Afrika ve Okyanusya’da etki alanını büyütmesi ABD’nin uluslararası hukuku esneterek R2P üzerinden silaha dönüştürme dönemini kapadı. ABD yönetimi 2017’de Büyük Güçler Rekabet Döneminin başladığını ilan etti. Artık Terörle Küresel Savaş (GWOT) dönemi kapanmıştı. Çin ve Rusya’nın yakınlaşmasının önlenemeyişi, İran ve Kuzey Kore’nin ABD’ye meydan okuyacak şekilde askeri güç geliştirmeleri, Küresel Güney’in örgütlenme ve Asya güçlerine yakınlaşmaları dengeleri bozdu. 2022 sonrası Kural temelli Düzen kavramı büyük yoğunlukta kullanılmaya başlandı. Liberal, kapitalist değerlerin öne çıkarıldığı kural temelli düzen, Rusya’nın Ukrayna müdahalesi sonrasından özellikle çok sık gündeme gelmeye başladı. Bu kavram kendileri son 80 yılda kural tanımadığı halde kendi düzenlerine karşı çıkan devletleri kural temelli düzen dayatması ile hizaya getirmek için üretilmiş bir kavramdı.
MORAL ÜSTÜNLÜĞÜNÜ KAYBEDEN KOLEKTİF BATI
Rusya Ukrayna Savaşı ile İsrail Hamas Savaşının aynı döneme denk gelmesi batının moral üstünlüğünü yok etti. Ukrayna’da Rusya’nın müdahaleye, NATO genişlemesinde ısrar ile teşvik edilmesi sonucu oluşan dengesizliği dünya görüyor. İsrail’in ABD koruması altında hukuku ve insanlığın teamüllerini hiçe sayması kural temelli düzenin sonunu getirdi. Rusya’nın Ukrayna’daki işgalini çoğunluk devlet kınasa da dünyada bunların büyük kısmı Rusya’ya uygulanan yaptırımlara ve ambargolara katılmıyor. Artık 8 milyarlık dünyada 1 milyarlık kolektif batı karşısında bugüne kadar ezilen ve parya muamelesi gören onlarca devlet Rusya ve Çin gibi Asya güçlerinin oluşturduğu çok kutuplu dünyanın kendileri için daha emniyetli olduğunu görüyor. Aynı durum Gazze’de yaşanıyor. Kural temelini savunan ABD’nin askeri yardımıyla soykırım yapan İsrail’e karşı uygulanan çifte standart, sadece küresel güney gibi 19 yüzyıl sonrası kolektif batının sömürgesi olmuş devletleri rahatsız etmiyor. İrlanda bile İsrail’in aleyhinde Uluslararası Adalet Divanında (ICJ) açılan soykırım davasında Güney Afrika Cumhuriyeti’nin yanında yerini alabiliyor. Dünyada çoğunluk devlet Hamas’a terör örgütü demiyor.
KONSOLOSLUK VE HASTANE VURAN KURAL TEMELLİ DÜZEN
Artık Amerikan hegemonyasının kendini yaldızlı kâğıda sardığı kural temelli düzen ambalajı yırtıldı. Zayıfı korumak için örgütlenen BM Güvenlik Konseyi artık görevini yapamıyor. Zira jeopolitik çıkarlar artık sınır tanımıyor. Ne hukuk ne ahlaki normlar söz konusu değil. Hastane vurulabiliyor. Ya da BM kontrolündeki sahadaki insani unsurlar dahi askeri hedef olabiliyor. Viyana Sözleşmesi ile koruma altında olan Büyükelçilik ya da konsolosluk binaları saldırıya uğrayabiliyor. En tehlikelisi artık hegemon çok tehlikeli şekilde kural tanımamazlığı kural olarak benimsiyor. İsrail’in aleyhinde bugüne kadar çıkarılan yüzlerce BM Güvenlik Konseyi kararının uygulanmamasını eleştirmeye bile tenezzül etmiyor. Gazze’de ateşkes kararı çıktıktan sonra Amerikan Büyükelçisi çekimser kalarak onay verdiği bu karar için bağlayıcılığı yok diyebiliyor. Seçilmiş alanlarda hegemon ve kuyruğuna takılanlar için iki yüzlülük serbest. Zayıf kuralları delerse kafasına Tomahawk ya da Predator gönderilebilir. Kural bu. Hukuka bağlılık tamamen jeopolitik çıkarlara bağlı ve seçicilik üzerine oturuyor. Ukrayna’da Rus bombardımanında 10 kişi ölmüşse yer yerinden oynatılır ancak Gazze’de kadın ve çocukların üzerine halı bombardımanı yapılırsa İsrail kınanmaz. Bugün Etiyopya’da 2020 sonrası sivil savaş ve açlıktan ölen 500 bin kişiyi ya da Yemen’de iç savaş, ambargo ve kıtlık nedeniyle son 10 yılda ölen, sakat kalan yüzbinlerce çocuğu kim hatırlıyor?
ABD HEGEMON KOLTUĞUNU BIRAKMAMAK İÇİN KURAL TANIMIYOR
ABD, kural temelli düzen için batı hegemonyasının gerek şart olduğunun kabul edilmesini istiyor. Yani çok kutuplu dünya yerine ABD/AB liderliğinde tek kutuplu bir dünya. Bu dünyada Tanrının rolünü sadece ABD Başkanları ve müesses düzenleri oynayabilir. İstenen budur. Bu düzeni dünya 1989 sonrası yaşanan dönemde gördük. Görmeye devam ediyoruz. ABD’nin panik halinde piyasaya sürdüğü Kural temelli Dünya Düzeni kavramı jeopolitik arenada artık bitti. ABD’nin kenar kuşak jeopolitiği ve neoliberal ekonomik emperyalizmi için askeri gücünü dayatma dönemi artık kapanmalıdır. İnsanlık bu dayatmadan çok çekti. Fransız stratejist Pascal Boniface şöyle diyor: “Artık ABD ve Batı’nın tüm dünyayı yönettiği devir sona erdi. Tüm ülkeler Washington’u takmadan kendi gündemlerini yürütüyor. Sadece Avrupalılar kendilerine söyleneni yapıyor.” Yeni bir dünya kuruluyor. ABD, Neoliberal kapitalizmi kan sınırları çizerek genişletti. Almanya’nın Hitler döneminde hayal ettiğinin çok daha büyüğünü dünya hakimiyeti için kurguladı. Bu gidişe dur denmese ulus devletler parçalanmış, kaynakları çok uluslu dev batılı şirketlerin sınırsız kullanımına açılmış, insanları köleleştirilmiş, yerlerinden edilmiş olabilirdi. Asya güçleri yükseliyor. Bunu sayılar ve olgular söylüyor. Rusya’ya uygulanan jeopolitik kuşatma ters tepiyor. İsrail, çöküşünü ancak İran - ABD savaşıyla önleyebileceğinin bilincinde ABD kontrolünde ve yönlendirmesinde dünyayı ve bölgeyi ateşe atıyor. Çöken imparatorluk ve büyük hegemon geri çekilirken anafor ve karmaşa yaratır. Gücü kolay bırakmaz. Geri adım atarken yeni hamle yaparlar. Ancak bu zig zaglar sonucu değiştirmez. İran’ın bu satırlar yazılırken İsrail’e dron saldırısı yapmasının sonuçları gelecek günlerde ortaya çıkacaktır. Ancak İsrail’in ABD’nin İran ile topyekûn savaşa girmesi nihai amaçtır. Ancak Ukrayna’da gerileyen, Pasifik’te geçen her gün Çin ile arasındaki dengesizliği büyüten ABD, Ortadoğu’da büyük enerji kaybına uğrayacak bu krize İsrail çıkarları için girerse büyük hata yapmış olacaktır. Bu süreçte Türkiye, kritik bir durumdadır. Ankara asla İran ile Türkiye’nin ilişkilerini düşmanlaştıracak tuzaklara düşmemelidir. Türkiye’nin NATO üyesi olmasının en büyük dezavantajı ABD çıkarları için her türlü emrivakiye açık olmasıdır. Örneğin yarın ABD ile İran arasında bir savaş başlar ve İran İsrail’i koruyan Kürecik Radarını imha ederse, NATO 5. Maddesi işleyecek ve Türkiye de İran ile savaşa girecektir. Bu durumda Ankara, Türk halkının neredeyse %90 oranında desteklediği Filistin halkını soykırıma uğratan İsrail ile müttefik durumuna düşecektir. Türkiye, asla bu büyük tuzağa düşmemeli, asla hava sahasını Amerikan ve müttefiklerinin hava ve füze harekâtına açmamalıdır. Türkiye, Ukrayna - Rusya Savaşına, İsrail - İran krizine sadece ABD/AB mercekleri ile bakarak, jeopolitik mücadelenin asıl resmini görmezden gelerek, batının kural temelli uluslararası düzen aldatmacasına kanarak bir yere varamaz. İçimizdeki Amerikan ve İngiliz mandacılarının medya üzerinden kamuoyunu ABD ve dolayısı ile İsrail yanında tutacak aldatıcı yorum ve değerlendirmelere inanma saflığına halkımız düşmemelidir.