Cem GÜRDENİZ – Emekli Tümamiral
Tunç yasadır. Dış cephe koşulları iç cepheyi şekillendirir. Osmanlıdan bugüne değişmeyen gerçek budur. 1000 yıldır Türk devlet yapısı altında koruduğumuz Türkiye coğrafyası, küresel güç mücadelesinde tarih boyunca en önemli rolü oynamış Avrasya coğrafyasının merkezi konumundadır. Tarih ve kaderin akışı bu seçkin coğrafyayı Osmanlının çöküşüne bağlı olarak, 18 ve 20. Yüzyıllar arasında İngiliz; Atatürk’ün vefatı sonrası dönemin yarattığı koşullar nedeniyle 1945 sonrası ABD etki alanında kalacak şekilde yönlendirdi. 1923-1938 arası dönemde Atatürk sayesinde tam bağımsızlığın şerefini yaşadık.
ABD’YE SAVAŞMADAN TESLİM OLAN TÜRKİYE
1946 sonrasında Türkiye, Amerikan yardımı ile tanıştı. 1952’de ABD’nin Avrupa jandarması NATO’ya girdik. İkinci Dünya Savaşının muzaffer nükleer gücü, Osmanlının yıllarca merkeze koyduğu 18. ve 19. Yüzyıl hegemonu İngiltere’nin 20 yüzyılda yerini almıştı. Her ikisi de güçlerini okyanus ve denizlere hakimiyetten alıyordu. Her ikisi de Protestan Kapitalist ahlak ve pratik ile emperyalist teori ve geleneğe sahipti. Anadolu ve çevre coğrafyasını önce Rusya’ya ve daha sonra SSCB’ye karşı koruma bahanesi ile davet edilmişlerdi. Sanayi devrimlerini ve aydınlanmayı kaçıran, din taassubunun karanlık sarmalında kaybolan Osmanlı İmparatorluğu savunmasının aklı ve ruhunu bile yabancılara devretmişti. Maalesef Atatürk sonrası cumhuriyet de aynı politikayı uygulayacaktı.
SÜREKLİ GERİLEME VE TESLİMİYET
1946’dan 15 Temmuz 2016 yani FETÖ darbe girişimine kadar 70 yıl ABD ve NATO’nun askeri ve sivil bürokrasisi ile yerli müesses medya, iş ve akademi dünyası bu görevi yaptı. Ülkemizde neredeyse beyinlerinin yıkandığı ve esir alındığı 3 ayrı kuşak emperyalizmin emrine binlerce hizmetkar sundu. Bugüne kadar kenar kuşak ve enerji jeopolitiğinin bir aracı olan Türkiye’de gerek Amerikan üsleri ve NATO üyeliğimiz; gerekse içimizdeki, siyasi, askeri, medya ve ekonomik kanattaki mandacılar sayesinde, ABD yönetimleri Türk iç siyaseti ile dış siyasetine sınırsızca müdahale edebildi. İstihbaratımızı dahi 1945 sonrası ABD’ye teslim ettiğimiz bir sürecin son 79 yılda ülkemizi getirdiği durum ortadadır. İç siyasette, ABD desteği ile kurulan veya dönüştürülen iktidar ve muhalefet partileri sayesinde laiklik ve ulus devletin omurgaları kırılmış, devletçilik, halkçılık ve Atatürk milliyetçiliğinden uzaklaşılmış, hukuk sistemi önce FETÖ dönemi daha sonra da siyasete iktidarın müdahalesi ile geri kalmış Afrika devletlerinin bile ardına düşmüş bir cumhuriyetle karşı karşıyayız.
EKONOMİDEKİ DURUM VAHİMDİR
Özellikle 24 Ocak 1980 kararları sonrası pompalanan neo-liberal politikalar sonunda ülkenin varlıkları özelleştirildi. Hizmet sektörü sanayiinin önüne geçti. Tasarruf yerine tüketim özendirildi. Tarım geriletildi. Üretim ekonomisinden ve tarımdan uzaklaşılmış bugünkü kırılgan yapının temelleri atıldı. Enflasyon altında ezilen Türkiye’de 1 Temmuz 2024’ten geçerli olmak üzere elektriğe %30 zam yapılabiliyorsa sözün bittiği yerdeyiz demektir. Sonuçta 21. Yüzyıla damga vurabilecek imparatorluk ve devlet kurma geleneğinden gelen büyük bir cumhuriyet, 100’üncü yaşında sıcak paraya bağımlı ve borç tuzağına batırılmış, genetiği ile oynanmış morbid bir varlığa dönüştürüldü.
İPOTEKLE YAŞAMAK
Bugün, geçmişte olduğu gibi hem coğrafyamız hem de tarihimizin ipoteği altındayız. Aslında ipoteği kaldırmak için dış koşullar oluşmuştur. Ancak iç cephe hazır değildir. Dış cephe, Türk iç cephesini bugüne kadar etkinlikle manipüle ederek ipoteğin devamını sağlamıştır. Dört olguyu bu süreçte başarıyla kullanmıştır. 1. Etnik Bölücülük. 2. Dincileştirme ve dinsel ayrıştırma 3. Küresel Ekonomiye Entegrasyon maskesi ile milli üretim ekonomisinden uzaklaştırma 4. Mandacılığa rıza ile boyun eğmeyi sağlayan batı hayranlığı. Kısacası 1945 sonrası Atatürk’ün vizyonu hilafına jeopolitik cephede yaslandığımız Anglosakson Cephe, bugün Türkiye’de yetiştirdiği ve yerleştirdiği mandacı siyasetçiler ile gerçek ve çoğulcu demokrasiyi ezerek, sadece oy çokluğuna dayalı sandık demokrasisini teşvik etti. Liderler ve oylar satın alınabilir, şantaja maruz kalabilir, kısacası manipülasyon yapılabilirdi. Maalesef ülkemizde siyasetin kurumsallaşması, siyasi katılımdan sonra oluşmaya başladı ve halen çok zayıftır. 1950 sonrası bu gelişmeler günümüze kadar artarak devam eden siyasi çürümeyi beraberinde getirdi. Komünizm ile mücadele adı altında Türkiye’de Kemalizm’in kökü kazındı. İsrail’in devlet olarak büyümesi ve gelişmesi ile 1984’te güneyimizde ABD ve İsrail’e bağımlı, denize çıkışı olan bağımsız kukla Kürt devletinin kurulması için düğmeye basıldı. Özellikle Amerikancı 12 Eylül müdahalesi sonrası Türkiye’de din ve etnik merkezli partilerin kurulması teşvik edildi. Akan yıllar içinde Parti içi demokrasiyi yok sayan Siyasi Partiler Kanunu lider sulta sistemi yarattı, temsilde adaleti öne çıkaran seçim yasası asla gündeme getirilmedi. Böylesi siyasi konjonktürde ABD’nin kenar kuşak jeopolitiğinden uzaklaştığı an ya hükümetler devrildi, darbe oldu ya da FETÖ benzeri Gladyo yapılarıyla kumpaslar kurularak vatansever milliyetçi kadrolar her alanda tasfiye edildi. 15 Temmuz 2016 FETÖ Darbe Girişimi bu sürecin en uç uygulaması olmuştur. Geçmişte örneği yaşanmamıştır. Kısacası iç cephemiz karmakarışıktır.
AMERİKAN YÜZYILI SONA ERDİ
İç cephenin toparlanabilmesi ancak dış jeopolitik çerçevenin yeniden tanımlanmasıyla mümkün olacaktır. Öncelikle şu gerçekleri kabullenmek gerekir. Amerikan yüzyılı sona ermiş, Asya yüzyılı başlamıştır. ABD/AB bloğuna karşı Rusya-Çin ve Hindistan-Küresel Güney güç eksenleri ortaya çıkmıştır. Bu durum kıtanın denize çıkması ve Anglosakson okyanus jeopolitiğine meydan okuması ile gerçekleşmiştir. Amerikan yüzyılının temeli deniz hakimiyeti idi. Bu hakimiyet bugün gerilediği Bab El Mendeb Boğazına zayıf ve dağınık Husilere karşı dahi hâkim olamayan ABD/AB durumu ile ortadadır. Bir örnek verilirse IMF kayıtlarına göre Süveyş Kanalından Gazze savaşı öncesi 2023 başında haftada 4,2 milyon ton; Ümit burnundan 2,8 milyon ton yük geçerken, bugün Süveyş’ten 2 milyon ton, Ümit Burnundan 7 milyon ton yük geçmektedir. Benzer şekilde tamamen Rusya kontrolünde olan Arktik Okyanusumdaki Kuzey Deniz Rotası (NSR) Anglosakson deniz güçlerinin her türlü müdahalesinden uzaktır. Bu rotadan Pasifik ve Atlantik Okyanusları arasında geçen sene 100 milyon ton geçti. Jeopolitik perspektifte her iki durum Anglosakson deniz güçleri için büyük bir mağlubiyettir. Diğer taraftan ABD’nin yönetim sorunu ciddi boyutlardadır. 32 trilyon dolar borç stoku ve günlük 3 milyar dolar kredi faiz ödemesi ile bugün küresel jandarmalığa ve dolar hakimiyetini sürdürmeye çabalıyor. ABD’nin Ukrayna ve İsrail krizlerine destek olurken Çin ile rekabete ve Pasifik’te güç dengesini sağlamaya gücünün yetmeyeceğini artık sokaktaki adam bile biliyor. Ülke içinde iç savaştan bu yana görülen en büyük kutuplaşma yaşanıyor. Savunma sanayiinde özellikle donanmanın desteklenmesine yönelik alt yapı yetersiz ve halen Amerikan ekonomisi Rusya gibi savaş ekonomisine geçmedi.
ABD ARTIK HAKEM OLAMAZ
Amerikan kanı dökülmeksizin yıkılan Irak, Afganistan, Libya ve Suriye; Anglosakson, AB/D jeopolitik çıkarları için yok edilen Ukrayna; turuncu devrimler, Türkiye dahil pek çok ülkede kumpaslar ve darbe girişimleri, ekonomik ambargo yaptırımlar ve ablukalar. Son olarak insanlık tarihinin en büyük katliam ve soykırıma varan etnik temizlikleri arasında yerini alan Gazze’de İsrail’e tam destek olması, ABD’nin yeni dünya düzenindeki karanlık yerini tam anlamıyla mühürlüyor. Gazze’de yaşananlar, devletler hukuku, silahlı çatışma hukuku ve Cenevre Sözleşmelerini hiçe sayan insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına girecek, soykırıma yakın etnik temizleme şüphesiz ABD’nin şampiyonluğunu yaptığı kural temelli düzenin (rules based order) kendi elleri ile yok edildiğini dünyaya ilan etti. Artık ABD’nin barış yapıcılığı, güvenilir arabulucu ya da hakemlik rolüne soyunması olası değildir. İnandırıcılığı kalmamıştır. ABD’nin eseri neoliberal ekonominin yarattığı koşullarda dünyanın en zengin 42 insanının 3,6 milyar insanının gelirine eşit bir zenginliğe sahip olduğu bir dünyada, II. Dünya Savaşı sonrası kurulan ve Spykman’in kenar kuşak teorisi ile desteklenen kapitalist neo-liberal düzeni devam ettirmek artık mümkün değil. 2008, 2012 finans krizleri, 2008 Osetya, 2014 Kırım, 2016 Türkiye FETÖ darbesi, NATO genişlemesi ve Donbas katliamları üzerinden Rusya ile savaşa teşvik edilen Ukrayna; Azerbaycan Ermenistan Savaşı; Afrika darbeleri ve krizleri; Tayvan kışkırtmaları; Arktik’te değişen dengeler; 2023 İsrail Gazze Savaşı ABD hegemonyasının jeopolitik omurgasını çatlatıyor.
ÇOK KUTUPLULUK GÜÇLENİYOR
ABD’nin bu zayıflığı çok kutuplu dünyanın şekillenmesini hızlandırıyor. Türkiye muhteşem coğrafyası ile üç kutuplu yenidünya düzeninde en etkin yerini alabilecek şartlara sahipti. Sorun bu şartları akılcı iç ve dış politika kararları ile alabilmektedir. Türkiye’nin bir diğer gücü Türk dünyasının denize çıkış kapısı olmasıdır. Türk dünyası 21. Yüzyılın yeni jeopolitik varlığıdır. O nedenle Türkiye’nin kıtaya ve karaya itilmesi kabul edilemez. Türkiye, asla gerçekleşmeyecek AB üyeliği ile oyalanmak yerine Türk Dünyası, Rusya, Çin ve Hindistan ile ilişikler üzerinden Avrasya’da geçmişten çok daha güçlü gelecek kurabilir. Asya güçleri yeni yüzyılda Türkiye’ye ve Türk dünyasına ihtiyaç duymaktadırlar. Asya güçlerinin birlikteliği Atlantik emperyalizmini dengeleyecek olgunluğa erişmiştir. Bu olgunluğu göz ardı ederek Anglosakson sistemin dümen suyuna giren Türkiye, Kıbrıs’ı, Mavi Vatan’ı, güneydoğusunu ve Karadeniz’deki Montrö dengesini kaybetmeye mahkumdur.
ATATÜRK DÜŞMENİ DIŞ CEPHE DEĞİŞİYOR
Gerçekte Türkiye’yi Atatürk’ten uzaklaştıran iklimi tersine çevirecek dış koşullar oluşmuştur. Sovyet ve komünizm tehdidi kullanılarak yaratılan Amerikan tarafgirliği için jeopolitik nedenler ortadan kalkmıştır. Terörle mücadele adı altında 2001’den 2018’e kadar dayatılan ve bu şekilde Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’yi paramparça eden rezil eden strateji iflas etmiştir. NATO’nun yıllarca birinci tehdidi terör olduğu halde bu yaklaşım ittifak üyesi Türkiye’nin PKK ile mücadelesine en küçük katkı sağlamamıştır. Bugün 75. NATO zirvesinde açıklanan NATO’nun birinci tehdidi Rusya’dır söyleminin de Türkiye için içi boştur. Zira Rusya Türkiye’ye tehdit değil Avrasya’da azgın Anglosakson jeopolitiğine engeldir. Bu koşullarda Türkiye, iktidar ve muhalefeti ile topyekun 21. yüzyılda egemen kararını verecek ve yeni rotalar çizebilecek konuma gelmelidir. Ancak iktidar partisi ve ana muhalefet son 22 yılda oluşturulan konjonktür içinde Türkiye’nin jeopolitik çevresini yeniden formatlayabilecek birikim ve vizyona sahip değildir. En ilginci ABD de bile Biden ve Trump ABD dış politikasında NATO üyeliği konusunda iki zıt görüşe sahipken Türkiye’de hem iktidar hem muhalefet NATO üyeliğine tam güçle bağlıdır. Diğer yandan Türk iç siyaseti dış jeopolitik gelişmelerin dışında ağır ekonomik kriz atmosferi altında seviyesiz ve ilgisiz tartışmalarla oyalanmakta ve Cumhuriyet gerek alt yapısı gerekse üst yapısı ile değer kaybetmektedir. Bu durum batı emperyalizminin işine gelmekte ve adeta teşvik edilmektedir. İç cephede mandacı koşulları sağlamak üzere fonlanan sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve belediyeler Türkiye’nin Anglsosakson bağımlılığını devam ettirmeye çalışılacaktır. Atatürk milliyetçiliği Türkülük ve Türkiyelilik üzerinden sulandırılacak, Amerikan Turancılığı teşvik edilecek, Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığı üzerine kurulu dinci siyaset ise hangi partiye bağlı olursa olsun hayati çıkarları tehdit altına girdiğinde rota değiştirecek ve batıya boyun eğecek şekilde kullanılacaktır. Tarihimiz örnekleriyle doludur. Bu çerçevede ayrıca son 11 yılda alınan yanlış kararlar ile ülkemize doldurulan milyonlarca geçici sığınmacı bu karmaşık ve dengesiz koşullarda en büyük baş ağrımız olacaktır.
ÖNCELİĞİMİZ: ATATÜRK’TE BULUŞAN İÇ CEPHE
Bu koşullarda Türkiye’nin en önemli jeopolitik önceliği iç cephede birlik ve beraberliği sağlamasıdır. Bunu sağlayacak tek reçete Atatürk’te ve kurucu ilkelerde buluşabilmesidir. Cumhuriyetin, kontrol/denge mekanizmaları ve hesap verilebilirliği güçlendirilmiş demokrasi ile sürekliliği; Irksal temele dayanmayan Atatürk milliyetçiliği içinde Türk üst kimliğinin ve üniter yapının korunması; Mülkiyet ile hür teşebbüs haklarını koruyan ancak refahın eşit ve dengeli paylaşımını sağlayan paylaşımcı ve halkçı sosyal ekonomik düzenin kurulması; Dinin artık maskaralık ve ezoterik seviyelerde sömürüldüğü; dinin ve kutsal değerlerin siyasetin her alanında tüm gücü ile çıkar ve baskı gruplarının emellerine alet edildiği günümüzde vicdan alanına geri gönderilerek devletin yeniden laikleşmesi; Planlı üretim ekonomisinin merkeze oturtulduğu ve gerek planlama gerekse icrada devletin belirleyici irade olduğu; sürekli kendini yenileyen ve devinim sağlayan devrimci bir Türkiye reçetenin esasıdır. Bu çürümeden kurtulmak kolay değildir. Ama kesinlikle mümkündür.
MANDACILAR MİLLİ CEPHEYE GEÇMELİDİR
Anglosakson cephede kalma ve NATO üzerinden organik bağlarımızı devam ettirmede ısrar etmek devletin hayrına sonuçlar doğurmaz. Doğu Akdeniz’den Dicle Fırat havzasına; Libya’dan Karadeniz’e her alanda kayıplar getirir. Ana vatanın üniter yapısının bozulmasına katkı sağlar, mavi vatanımız ve yavru vatanda geri dönülmez jeopolitik sonuçlar doğurur. Asya’da Türk dünyasının birleşmesini ve büyümesini engeller. Unutulamamalıdır ki, 15 Temmuz darbe girişimi soruşturmasında, NATO’da görevli 462 subaydan 237’si hakkında FETÖ ‘den işlem yapıldığı ve bu subaylardan 200’ünün “Geri dön” çağrısına uymadığı medyada yer aldı. Bu kaçaklara NATO ülkeleri kucak açtı ve açmaya devam ediyor. 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişiminden sonra TSK’da görevli 1886 kurmay subayın 1524’ü yani %81’i FETÖ iltisakı nedeniyle ya tutuklandı ya da ihraç edildi. FETÖ kimdir? ABD koruması ve güvencesi altında Türkiye’de akademiden orduya, iş dünyasından medyaya, akla gelen her alana sızmış etki ajanı ve gerektiğinde silahlı unsurudur. Savundukları jeopolitik görüş neocon ve Siyonist Amerikan jeopolitiğidir.
ESAS OLAN ATATÜRK’TÜR
Bu koşullarda tarihin yaratıcılığı ve jeopolitik koşulların yakıcılığı Türkiye’yi Atatürk kuruculuğu ve restorasyon dönemine illaki sokacaktır. Zira bu coğrafyada hiçbir bloka bağımlı olmadan ayakta kalabilmek, yolsuzluk, usulsüzlük ve nepotizmden uzak kalarak çağdaşlaşmak ancak Atatürk’ün 1923-1938 arasındaki kurucu felsefe ve sosyal mutabakatı ile mümkündür. Ortalama insanlar bugünü düşünür ve yaşar. Yarın ve uzak gelecek birikim ve tecrübe gerektirir. Barışa ve refaha alışan toplumlarla, cahil bırakılan ve sorgulamayan toplumlar eğer nitelikli ve liyakatli yönetici ve akademik çevrelere sahip değillerse, doğru rota çizemezler. Onların yerine hegemonya çizer. Atatürk bu tehdidi Kurtuluşun başında görmüştü. 1919 Yazında Mazhar Müfit’e manda isteyenler hakkında şunları söylemişti: “Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar!”
TÜRKİYE’DEKİ ZOR KOŞULLAR YENİ REÇETELERİ DAYATACAKTIR
Türkiye Atatürk rotasına illaki girecektir. Kemalist anti-emperyalist ancak batının uygarlık parametrelerini ve yaşam tarzını benimsemiş kararsız kitleler her gün büyümektedir. Türkiye’nin geleceğini bu kitle belirleyecektir. Önümüzdeki 10 yıl her koşulda iç cephede milyonlarca Atatürk’ü öne çıkaracaktır. Zira en büyük Anti-Kemalist olan ABD gerilemektedir. Emperyalizmin Türkiye’de hain devşirmesi, yeni darbeler ve kumpaslar tezgahlaması için kaynakları kısıtlıdır. Borç batağındaki ABD, küresel çapta etkisini koruyabilmek üzere Çin, Rusya, İsrail gibi çok daha öncelikli alanlara yönelmiştir. Nasıl ki Atatürk 1918’de İngiliz İmparatorluğunun çöküşünü görerek geleceğimizi büyük bir irade ile şekillendirmişse, bugün de Türk milleti aynı muhakemeyi yapabilmelidir. ABD/AB savaşları başlatıyor ancak sonuç asla alamıyor. Hızla güç kaybediyorlar. Türkiye’miz eşsiz coğrafyası, 85 milyonluk nüfusu, ekonomik potansiyeli, çalışkan ve pes etmeyen halkı, Asya’daki akrabalık bağları, KKTC ve Azerbaycan’ın münhasır varlıkları, Ortadoğu, Levant, Kafkasya, Balkanlar; Kuzey Afrika ve Akdeniz’deki zengin tarihsel mirası ile bağımsız dış ve güvenlik politikaları uygulayabilecek durumdadır. İçerde tarımda kendine yeten, başta su kaynakları olmak üzere tüm doğal kaynaklarını halkının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde kullanabilen, sanayi, hizmet ve tarım sektörlerinde dengeli büyüyebilecek potansiyele sahip bir devletiz. Bu hedeflere erişim, çıkar odaklı dış müdahalelerden, siyasi İslamist hülyalardan, vahşi kapitalist kazanma arsızlığından, NATO Atatürkçülüğü ile Amerikan Türkçülüğünden, nihilist boşvercilikten ve şark kurnazlığından sıyrılabilen, Kemalist ideolojiye dört elle sarılabilen, Atatürk’ü sözde değil özde seven kitleler ile başarılabilir. Bu yarını kurmanın en uygun dış koşulları oluşmuştur.
Yazımızı merhum Prof. Doğan Kuban ile bitirelim: “Türk aydını, Amerikan sömürgeciliği ve kırsal kültür tarafından esir alındı, olan bitenler ahlaki ve entelektüel iflastır, aydınlar doğrudan katılmıyor olsalar da, toplumu saran ahlaki çöküntüyü sanki normal bir olguymuş gibi izlemekle yetinerek, hoş göstererek, ona ortak oluyorlar…Oysa; Bu toplumda, hangi koşullarda olursa olsun, insanlık için düşünüp çalışacak çok insan olduğunu Kurtuluş Savaşı’nda öğrendik. Günümüzde de varlıklarıyla geleceği hazırlayan milyonlar var. Sesleri az ya da çok çıkabilir, düşünceleri bulanık olabilir, ama çağdaş dünyanın ortaklarıdır…Bu ülkenin dünyayla er geç buluşacağı tek yol, çağdaş uygarlık yoludur.”