5 Kasım 1922 günü İsmet İnönü ve Türk delegasyonu Lozan’a uğurlanmış, 17 Kasım’da Sultan Vahdettin İngilizlerin himayesine sığınarak İstanbul’dan kaçmıştı. 20 Kasım 1922 günü, 4 Şubat 1923’e kadar sürecek Birinci Dönem Lozan Konferansı başlar. Ancak emperyalizmin kapitülasyon ısrarı nedeniyle akamete uğrar ve heyetimiz Ankara’ya döner. Konferansa ara verilmesinin ertesi günü Mustafa Kemal 5 Şubat’ta askeri bir tatbikat başlatır. Bir gazete muhabirine şunları söyler: “Lozan’da iktisadi meselelerden dolayı kesinti olmuştur. Zerre kadar hayrete düşmeyiniz. Sorumluluğu bize ait olmayan ve olmayacak olan hesaplaşmaların safhaları ne olursa olsun, yasal hukukumuzu her şekilde temine muvaffak olacağımıza şüphesi olmayan kimseleriz.”
Lozan konferansının kesintiye uğramasından tam 13 gün sonra, 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi toplandı. Kongrenin, Lozan Konferansı veya onun kesintiye uğraması ile bir alakası yoktu. Karar çok önceden alınmıştı. 4 Mart 1923 tarihine kadar devam eden kongreye ülkenin pek çok yerinden gelen, çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi gruplarını temsil eden 1135 delege başta olmak üzere toplamda 3.000 kişi katıldı. Gerçekte Kongre fikri dönemin İktisat Vekili Mahmut Esat Bozkurt’tan doğmuştu. Açılıştaki en kritik konuşma Gazi Mustafa Kemal’e aitti. Şöyle diyordu: “Çünkü bu devlet, iktisadi egemenliğini sağlayacak olursa o kadar kuvvetli bir temel üzerinde yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır ki, artık bunu yerinden kımıldatmak mümkün olmayacaktır.”
Sürekli üretim ekonomisinin önemine değinen Mustafa Kemal, Fatih, Yavuz ve Kanuni örneklemeleri ile Osmanlı dönemine eleştiriler getiriyor ve şunlara vurgu yapıyordu: “Osmanlı tarihinde bütün çabalar milletin gerçek ihtiyaçları karşılamaya değil, kudretli ve azametli padişahların ihtiraslarını tatmine yönelmiştir...Onları uzun seferlerde fetih meydanlarında kullandılar. Millet kendi yurdunda hayatını sürdürmek ve üretim için çalışmaktan mahrum kılınarak, diyar diyar dolaştırılıyor... Kılıçla fetih yapanlar, sabanla fetih yapanlara en sonunda yerlerini terk etmeye mahkûmdur. Kılıç kullanan kol yorulur, fakat saban kullanan kol kuvvetlenerek her gün daha çok şeye sahip olur.”
General Kazım Karabekir ve Mahmut Esat Bozkurt’un konuşmalarından sonra kongre yoğun bir mesai sonucunda tamamlanır. Kongre sonunda 12 maddelik bir Misak-ı İktisadi bildirisi yayınlanır. Bildiriye, tüccar grubu 126 madde, çiftçi grubu 83 madde, işçiler 34 madde ve sanayiciler 26 maddelik ekler (lahiya) ile katkı sağlarlar.
Yazar ve Akademisyen Dr. Serdar Şahinkaya, “Gazi Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası” isimli kitabında, yazar Atilla İlhan’a referansla “Amasya Tamimi, nasıl Kurtuluş Savaşını başlatan ve bu savaş boyunca güdülen amaç ve esasların hukuki temel metnini oluşturmuşsa, İzmir İktisat Kongresi de bir miktar iddialı bulunsa da 29 Ekim 1923’te ilan edilecek olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve bu cumhuriyetin niteliğini oluşturan iktisadi yapılanmanın temelini oluşturmuştur.” diyor
Gerek kongrenin hazırlık aşamasında gerekse icrasında denizcilik özel bir yere sahip değildir. Bu duruma şaşırmamak gerekiyor. Zira kapitülasyonlar ve denizcilikten uzak Osmanlı Hanedanının yarattığı menfi etki ile son 300 yıldır denizlerden ve denizcilikten uzak tutulmuş halkın, kurulacak yeni Cumhuriyete aktaracağı güçlü bir denizcilik mirası yoktu.
Kongre sonucunda açıklanan 12 maddelik ana bildiride denizcilik geçmiyor, tüccar grubunun iktisat esaslarının içerildiği 126 maddelik bildiride denizcilik konuları “Ticaret-i Bahriye Meseleleri” adı altında 24 madde ile açıklanıyordu. Söz konusu 24 maddede neler vardı? Prof. Dr. Mehmet Öznur Alkan’ın 1992 Haziran - Temmuz aylarına ait Birikim Dergisi’nin 38 -39 ortak sayısında yayınlanan “Türkiye İktisat Kongresi 1923’e Katkı (3)” başlıklı makalesi denizcilerin bir nevi manifestosuna dönüşen lahiyasını açıklıyor. Manifesto diyorum zira lahiya, kongre boyunca deniz ve denizcilikten hiç bahsedilmemesini eleştirerek başlıyor: “...ekmeğini kazanmak isteyen denizcilerimizden hiç bahsedilmemesi bizleri birkaç söz söylemeye mecbur etti. Nazar-ı insafla dinleneceğinden eminiz.” Lahiya, güvenlik ve savunma boyutunda, deniz tarihimizin geçmişinde yaşanan parlak örnekleri vererek, devletin denizcileşmesine duyulan gereksinimi öne çıkarıyor. Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında yaşanan az sayıdaki başarı ve kahramanlıklar ile kurtuluş savaşında Karadeniz’de Rusya’dan temin edilen lojistik desteğin taşınmasındaki haklı gururu öne çıkarıyor. Yunanistan’ın nasıl denizcileştiğini her alandan örnekler vererek izah ediyor. Kapitülasyonlar sonucu kaybedilen kabotaj hakkının milleti ve devleti nasıl kemirdiğine dikkat çekiliyor. Şöyle deniyor: “Kapitülasyonların hep uzağı görmezlik ve düşüncesizlik yüzünden milletin başına bela olduğunu bilmeyen bir fert yoktur. Bunun hangi sebeple olursa olsun idamesi memleket ve millet için en büyük felakettir... Yabancı sermayeli firmalar, Ermeni ve Rumları kullanarak sahillerimizde çalışıp, kemiklerimizi emerek, paramızı alıyorlar.”
Alınması gereken acil önlemler arasında sahildeki halkın yaşamının denizcilik üzerinden temin edilmesi ve savaş zamanı denizci yetiştirilmesi hedef olarak belirleniyor. Ticaret-i Bahriye Bankası’nın kurulması; Ticaret Filosu ile Ticaret-i Bahriye sanayinin yani tersaneciliğin himaye edilmesi; Balıkçılık ve balık yağcılığının geliştirilerek aşırı vergi yükünden kurtulması; Deniz meslek erbabının yetiştirileceği denizcilik okullarının açılması gerektiği ve en önemlisi 1909 yılında II. Abdülhamit’in yıkım donanmasından kurtulmak ve yeni bir donanmanın yapılmasını sağlamak için kurulan, ancak Vahdettin zamanında Damat Ferit tarafından kapatılan Donanma Cemiyetinin yeniden kurulması teklif ediliyor: “Memleketimizde denizciliğimizi yürütebilmek için bir çare de, bütün halkı denizle alakadar etmektir. Halk, denizciliğin faydalarını bilir ve anlarsa, ilgisi çoğalır. Bunun için milletin malı olan ve Ferit hükümeti tarafından cebren lağvedilen donanma cemiyetinin derhal yeniden ihyası elzemdir.”
Devlet, Mustafa Kemalin mirası Cumhuriyet Donanmasını bugüne kadar geliştirdi. Bu yarımada devletinde yaşamanın; hayatta kalmanın gereği idi. Ancak aynı başarı, 1926 sonrası yakalanan büyük devrimci ivmeye rağmen denizcilik gücünün diğer alanlarında sağlanamadı. Devleti bir türlü denizcileştiremedik. Son 50 yılda Cumhuriyet Hükümetleri turizm, inşaat ve tekstile verdiği teşvik ve desteğin onda birini denizciliğe vermedi. 1965 yılında tekrar kurulan Donanma Cemiyeti (Vakfı)’nın 1987 yılında General Evren döneminde kapatılması ile halkın denizcileşmesine yönelik hiçbir araç kalmadı. Bu alanda diğer Sivil Toplum Örgütleri ile lobi ve baskı grupları da yetersiz kaldılar. Meslek odalarının birçoğu ise rant ekonomisinin kurbanı olarak taktik kazançları stratejik geleceğe tercih ettiler. Sustular. Türkiye’nin geleceği genç nesiller bu kaderi değiştirmelidir. Uygarlık kıyılarda yani denizlerde başlar.Türkiye’nin denizcileşmesinin iki anahtarı vardır. Birincisi Devlet/Hükümetin iradesi, ikincisi halka denizin sevdirilmesi ve denizcileşmesidir. Devletin egemen gücü, yasama ve yürütmede denizciliği gerçek anlamda partiler üstü bir ülküye dönüştürerek siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda elle tutulur projelerle somutlaş¬tırabilir ve hepsinden önemlisi “Toprak Gemi” Anadolu’nun iç kısımlarına deniz kültürünü taşıyabilirse, Türkiye’nin kaderi değişecektir.