Birinci Ders: Sendika Ne Demektir?
Bu soru, ilgili kişi ve kurumlar tarafından tartışılmasını istediğimiz ve aşağıda yazılı düşünceden kaynaklanıyor:
“Denizde işçi ve işveren ilişkisi yoktur. Elbette bir emek ve sermaye ilişkisi vardır. Ancak bu bilinen kurallar içinde yürüyen bir ilişki değildir. Kendine has kuralları genelden ayrılarak yeniden ele alınmalı, incelenmelidir.”
Ülkemizin doğrudan etki alanında olduğu fikri akımlar göz önüne alındığında ve geleneksel sendikacılık ile karşılaştırıldığında rengi sarıya doğru kayar gibi görünen bu düşünce yapısı için neler söylenebilir?
Sendika Ne Demektir?
Dilimize Fransızcadan gelen sendika kelimesinin İngilizce ve Fransızcadaki ortak anlamı aşağı yukarı aynıdır:
Türk Dil Kurumu üç adet tanım verir:
1- Sendika - Fr. Syndicat: (sendi’ka) İşçilerin veya işverenlerin iş, kazanç, toplumsal ve kültürel konular bakımından çıkarlarını korumak ve daha da geliştirmek için aralarında kurdukları birlik.
2-Sendika - İng. trade union: İşçi veya işverenlerin çalışma hayatlarındaki ortak iktisadi ve sosyal hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacıyla tüzel kişiliğe sahip olarak kurulan kuruluş.
3- Sendika - Sendikalar yasasına göre işçilerle işverenlerin ekonomik, toplumsal ve bilimsel çıkarları korunumla ve geliştirilme amacıyla uğraşıları yönünde kurulan örgütler.
İlk bakışta fark edilmemesine rağmen, tanımların içinde gizli bir çekişmeye işaret edilmektedir: “…çıkarları korumak ve daha da geliştirmek…” Buna işçi-işveren ilişkisi de denir ve bu iki kelimenin karşılığı her zaman “emek” ve “sermaye” olarak anlaşılır.
Üç tanım da aşağı yukarı aynıdır.
Tanımlarda söz edilen taraflar, ayrım yapmadan “mensuplar” denerek, birlikte hareket etmesi gereken emek ve sermaye ortak bir paydada buluşturulabilirdi. Kısaca, sendika deyince “ortak geleceğe yürüyen insanların bir araya geldiği” bir örgüt tanımı yapılabilirdi. Kelimenin geldiği kaynak ve eylemin dile aktarılışındaki etkenler hesaba katılınca böyle varsayımların gereksiz olduğunu söyleyenlerin haklılık payı büyüktür. Demek ki ortaya çıktığında eylemin dile aktarılışında her ikisine de vurgu yapılmak istendiğinden “işçi” ve “işveren” ayırımı yapılmıştır.
Ayrıştırmanın doğal sonucu, ayrıca geleneksel ithal fikirlerin etkisi ile “sendika” emek ile sermaye arasındaki kavganın sürdürüldüğü bir alan gibi işlev görmektedir.
Sözü nereye bağlayacağımı aşağı yukarı kestirebiliyorsunuz. Eğer beni daha önce dinledi veya okudu iseniz sözün gideceği yerden eminsiniz. Zaten yukarıda tartışılmasını istediğim fikrin varmak istediği yer kısaca şudur:
“Denizde bilinen emek ve sermaye ilişkisi yoktur.”
“Bilinen emek ve sermaye ilişkisi” cümlesini özellikle kullandım. Bilimsel desem tanıma geri dönmem gerekecek, sorgulamaya ve sınamaya başlayacağım; ilk sorgulamada tanıma uyumsuzluk tespit edilecek. Çünkü toplumda “iki kesimin sürekli kavga halinde olduğu” algısı hâkim. Hatta öyle ki, ikisinin bir araya geldiği toplantılar için “işverenin peşinen verdiği ücret artışını kabûl etmeyen sendikacı” örneklemeleri halk arasında güldürücü hikâyecikler olarak anlatılır.
İşte bizim sözünü etmeye çalıştığımız ilişki bu tür bir ilişkidir.
Ben ne zaman “denizde bilinen emek ve sermaye ilişkisi yoktur” desem muhataplarımı bir suskunluk kaplar; önyargısız olarak “sükût ikrardandır” derim, geçerim. Bunu ikiyüzlülük olarak asla yorumlamam, yorumlayamam, muhataplarıma yakıştıramam. Çünkü eminim ki muhatabım aslında aşağıdakilere benzer bir şeyler demek istiyordur:
“Yahu, pek bilgin yok. Bu konu hiç bir zaman bu kadar basit olmadı. Bu kadar hoş görülü bir ilişki değildir sendikacılık. Ama ben şimdi sana bir şey söyleyip karşı çıkarak seni üzmeyeyim. Nasılsa bu düşüncenin kimseye zararı yok.”
“Bu fikir de nereden çıktı şimdi? Emek ve sermaye, işçi ve işveren ilişkisini ben her zaman bildiğim sendikacılık içinde değerlendiririm. Senin düşüncene saygı duyarım, fakat yanlışlığı ve doğruluğu hakkında bir şey söyleyemem. En azından bir tartışılsın. Fikrimi, konu üzerinde biraz kafa yorduktan sonra beyan edeyim.”
O halde ben savımı kuvvetlendirmek için aşağıdaki soruları sorup cevaplarını da vereyim:
Hangi sermaye şunu yapar?
Bir sonraki cümlede vurgulanan parasal büyüklüklere dikkat çekmek isterim, lütfen bunları karadaki işletmeler ile karşılaştırmayı deneyin.
“Kim mali büyüklüğü en az bir milyon dolar, iki milyon dolar, beş milyon dolar, elli milyon dolar, yüz elli milyon dolar, beş yüz milyon dolar olan mülkünü bir kaptan ve buyruğundaki tayfasına, yani geminsanlarına bırakır.”
Bunun, bırakın yapılmasını, düşüncesi bile karacı sermayeye soğuk terler döktürür.
Oysa “denizci sermaye” ne yapar?
Riskleri hesaplar, önlemlerini alır ve uygular!
Yani bu yürek ancak tuzlu suyun zehirlediği bir sermayede bulunur! Karacı sermayede bu yürek yoktur. Bu nedenle bir “deniz emekçisi” olan ben, emeğimi sattığım “deniz sermayesi” söz konusu olduğunda çok saygılıyımdır. Bunun “sendikal bir söylem” olmadığını, düzeltelim, bilinen “emek” ve sermaye” söylemi olmadığını biliyorum.
Birazcık “sapkın (!) emek görüşü” gibi duruyor.
Hangi emek şunu yapar?
Bir gemiinsanının nitelikleri sayıldığında zaten gerçek tüm aydınlığı ile gözler önüne serilecektir. Bu niteliklere sahip olanlar arasında “yönetici” veya “yönetilen” diye ayrım yapılmaz; bunlar herhangi bir mesleği icra etmek üzere bir gemide bulunan her kişi için geçerlidir.
Bir gemiinsanı sağlıkçıdır
Doktordan hastabakıcıya; sağlıkçıların hemen her dalındaki bilgiye sahip olmak zorundadır. Hani, “kendi kendinin doktoru” derler ya, bir gemiinsanı işte odur.
Gemide yanık tedavisinden kırık kemiğin yerine oturtulmasına kadar bir dizi sağlık hizmeti verilir.
Şu kadar söyleyeyim; her gemide orta halli bir hastane vardır, ama doktor yoktur, hemşire de. Yetmez, ayrıca ruh doktorluğu da yapmak zorundadır.
Seyirde ilk üç gün “günaydın” demeyen arkadaşına kırılan, daha sonraki günleri “mantarlaşma süreci” olduğundan umursamayan, on beşinci gün “günaydın” deme biçimine takılan denizcinin ruh halini anlamak zorundadır “deniz emekçisi” gemiinsanı. Her biri buna göre kendi hal ve hareketlerine çeki düzen verir gemi üzerinde, bu sadece arkadaşının kırılmamasını sağlamak içindir. Kısaca gemide yaşam ruhsal açıdan da çok zordur.
Maaşını Alamayan Gemiinsanı
Örneğin, ‘maaşını alamayan gemiinsanları’ sorununu hep yaşarız. Neden sürekli yaşanır bu sorun?
Bu durum mevcut düzen içinde denizci emek ile denizci sermayenin karşı karşıya olduğu görüntüsü verir. Fotoğrafta, gemide çalışmış ve parasını alamamış bir insan ile karşısında onun çalıştığı geminin sahibi bir insan görünür.
Gemiinsanı parasını alamadığını seferin ortasında, diğer bir deyişle okyanusun ortasında öğrenir, o da telefon edebilmiş ise öğrenir.
Ne yapacaktır?
Hiçbir şey! İşini bırakamaz, bütün yük arkadaşlarının üzerine kayar. Çok yüksek ihtimalle arkadaşları da aynı dertten muzdarip olacaktır. (Karadaki herhangi bir kafaya bunu açıklamanız mümkün değildir.) Çalışması, geminin seferini tamamlaması gereklidir.
Ne için? Maaşını ödemeyen gemi sahibi için!
İşte tam burada ‘denizci emek’ ile ‘denizci sermaye’ arasındaki özel ilişki devreye girer! Karşı karşıya değil, sırt sırta! Birbirinin arkasını kollayan iki gücün yapabileceklerini kimse bile hayâl edemez!
Denizci Emeğin Sosyal Güvenlik Sıkıntıları
Denizci emek iki hakkını yitirmiş görünüyor. Alınırken verilen mücadele ile eşdeğerde bir mücadele ile haklarını yitirmiş görünüyor: ‘Hiç!'
Çünkü kavramlarda anlam farkı vardır. ‘Denizci emek’ ile ‘karacı emek’ arasında anlamdan öteye, işlev ve uygulama farklılıkları vardır. Toplum içindeki işlevleri ve uygulamaları birbirine hiç benzemez. Sermaye ile ilişkisinden birbirleri ile ilişkilere kadar bu farklar sarih bir biçimde görülür. Bunlar ilk derste sayılmıştır.
Tekrar tekrara düşerek vurgulanmalıdır.
Gemiinsanları, yani ‘denizci emek', ‘denizci sermaye’ ve ‘devlet’ bir araya gelmek ve denizin kitabını yazmak zorundadırlar. Yine tekrara düşeyim; denizin, denizden geçinmenin; balıkçısından turizmcisine, tersanecisinden gemi işletenine kadar denizin kendine özel koşulları vardır.
Karacı zihniyet bu koşulları anlayamaz!
Karacı zihniyet ile bizim koşullarımız uyuşmaz!
Karacı zihniyet denizcilerin hiçbir sorununu çözemez!
Bir tekrar daha yapayım; karada emek ve sermaye nerede ise düşmanlık derecesinde çekişme içindedir. Oysa ‘denizci emek’ ile ‘denizci sermaye’ sırt sırta vermek, birbirine destek olmak zorundadır.
Halimiz ortada!
Denizci sermaye kendisini karacı olarak görmek gibi bir garabetin içindedir.
Sermaye, yani güç elindedir. Düşman gibi görme yanılgısı ile denizci emeğin toparlanmasını sağlayacağı yerde gücünü kullanarak darmadağınık etmektedir. Bunun sonucu kendisi de yerlerde sürünmektedir. Yok, ikinci sicildi; yok, yabancı bayraktı; yok, gemide az adam olsundu; bütün bu tuhaflıkların altında hep denizci sermayenin kendisini ‘karacı’ zannetmesi yatar.
Oysa çözüm, denizin emeği ve sermayesi ile bir araya gelerek denizin kitabını yazmak, ‘denizci bir ruh’ yaratmaktan geçer.
Şimdi sorunuza geleyim; ‘yıpranma’ ve ‘kıdem tazminatı’ gibi konuları ‘deniz endüstrisi’ içinde denize özel bir sosyal güvenlik sorunu olarak ele almak gerekir. Genelden ayrılmalıdır.
Bugün denizci emeğin ‘çalışamaz duruma gelince ne yapacağım’ sorusuna yanıt bulamazsınız.
Bu soru, basit nedenlerle işsiz kalmaktan tutun, izinde sosyal güvenlik ödentilerinin yapılamamasına kadar çok büyük bir alanı kaplar. Örneğin yaşlılık nedeniyle de çalışamaz duruma gelebilirsiniz, hastalık nedeni ile de. Ya da herhangi bir nedenle geminizden ayrılmış olabilirsiniz. Böyle durumların tedbirlerini önceden almış olmalısınız ki, çalışmalarınız verimli olsun.
Meselâ, mevcut düzen içinde, devlet kurumlarındaki çok küçük bir kesim denizci dışında, hiçbir gemiinsanı emekliliği hayal edemez. Böyle bir insandan ne kadar verimli çalışma bekleneceğini sosyologların cevaplaması gerekir.
Gemiinsanlarının sosyal güvenlik sorunları iki ana başlık altında incelenebilir:
Yabancı Bayraktaki Türk Gemiinsanı
Yabancı bayraklı gemilerde çalışan gemiinsanlarının hiçbir zaman sosyal bir güvenceleri olmamıştır. Tamamı ile kendileri biriktirir ve daha sonra biriktirdiklerini kullanırlar. Sosyal güvence ile ilgili kurum, adından da anlaşılacağı gibi toplumun huzuru için oluşturulan bir kurumdur. Tüm yönetimlerin hedefinde her bir vatandaşın bu güveni kendisinde duyması vardır. Ülke genelindeki uygulamalardan bunu açıklıkla görebiliriz. Sosyal huzur önemlidir.
Yabancı gemilerde çalışan gemiinsanlarının sorunları da bu ülkenin, bu toplumun sorunudur. Bizi doğrudan ilgilendirir, etkiler.
O halde denizdeki sosyal güvenlik sorununu yalnız Türk gemiinsanı belgesi ile sınırlı tutmamalı, vatandaşımız olup da başka ülkelerin verdiği gemiinsanı belgelerine sahip olanları da kapsayan geniş bir şemsiye yaratmalıyız.
Bizim elbette bu konu ile de ilgili çözüm önerimiz vardır. Ancak sorun çok boyutlu ele alınmalı, tüm kesimlerin içinde yer aldığı bir zeminde tartışmalı, irili ufaklı tüm paydaşlar dinlenmeli, sorun didik didik edilmeli, her bir ayrıntı tek tek ele alınarak irdelenmeli ve kalıcı, kesin çözüm bulunmalıdır.
Türk Bayrağındaki Türk Gemiinsanı
Türk bayrağındaki gemilerde çalışan gemiinsanlarının sosyal güvenlik sorunları, yukarıdaki maddede ele alınarak çözülecektir. Ancak çok acil müdahale edilmesi gereken ve aslında dolandırıcılık kapsamına giren ‘sosyal güvenlik sorunu’ iki başlıkta toplanabilir:
Birincisi, sosyal güvenlik ödemelerinin ölçütünde sahtekârlık; gemide çalışan bir insanın karada herhangi bir yerde çalışıyor gösterilmesi, en çok yapılan sahtekârlıktır. Önlenmesi için denetim vasıtalarının daha da geliştirilmesi gerekecektir.
İkincisi, çalışan gemiinsanının sosyal güvenlik sistemi içine hiç alınmamasıdır ki; örgütlü bir dolandırıcılık denebilir. Çünkü günümüz iletişim tekniklerinin kullanıldığı herhangi bir düzen içindeki ögeler arasında kopukluk olabileceğini varsaymak, safdilliktir.
Bir gemiinsanı itfaiyecidir
Yangınların türlerinden çıkış nedenlerine ve söndürme yöntemlerine kadar konu ile ilgili o kadar bilgi sahibidir ki, karadaki herhangi bir kişi ile karşılaştırılması mümkün değildir. Son yıllarda denizi örnek almaya çalışan karanın uygulamalarındaki tuhaflıkları gören gemiinsanlarının kahkahalarla güldüğüne çok şahit oldum.
Bir gemiinsanı ölümüne fedakârdır
Bunu şöyle örnekleyeyim:
Bir dönem ülkemizin ileri gelen denizcilik şirketlerinden birinin gemisinde çalışırken makinadan otuz iki numara anahtar aşırdım. O günü izleyen bir ya da iki sonra gemi salonunda başmühendis bey şaka ile karışık şöyle dedi: “Beyler, anahtarları getirin, söz veriyorum hepinize küçük çekiçler yapacağım, sapından asmak için mapası bile olacak!”.
Anahtarları kamaramızda, yatağımızın başucundaki can yeleğimizin yanına bağlardık. Nedenini biliyor musunuz? Anlatayım: Bizim donatanın farklı bir anlayışı vardı. Bir kaçı hariç, filodaki gemilerin çoğu artık ömrünü tamamlamış, hurdaya çıkması gereken gemilerdi. En küçüğü yetmiş bin tonluk yirmi adet gemi düşünün. Üçü, hadi bilemediniz beşi elle tutulur durumda, kalanının üst taraf (topside) tanklarının ambar perdeleri ambara düşecek kadar eski. Böyle gemiler bulur, alırdı. Tamamı ile ticari bir tercihti yaptığı. Yani herhangi yüksek denizde kırılma, çatlama, sac atma sonucu batma ihtimali olağan gemilere oranla çok yüksek gemilerdi bunlar.
Benim en büyük korkum “gemiye bir şey olursa kamarama kısılıp kalmak”!
Otuz iki numara anahtar da lombozun camını kırmaya yarayacak!
Bu davranışın adını siz koyun. (Hiç de kafanızdan geçenler değil, bugün kaç kişinin bu şekilde çalıştığını biliyor musunuz?)
Aslında soru şu: Bu nasıl bir yürektir ki, yukarıda ancak yüzde biri sayılan niteliklere sahip olsun da, bunu dile getiremesin?
Siz hiç okyanusun ortasında bordasına “grevdeyiz” yazısı asılmış bir gemi gördünüz mü?
Bunu başka bir biçimde sorayım: “Siz hiç grev kararı alan bir gemiinsanı sendikası gördünüz mü?”
Peşinen söyleyeyim; klâsik işçi-işveren mantığını izleyen hem “deniz emekçisi” hem de “deniz sermayesi” için yukarıdaki soruların yanıtlarını vermek mümkün değildir. Bugünkü sorunların çözümü için o kafanın yere çalınması gerekiyor. Biliyorum, çok zor! Ama bu kısır döngüyü kırmak için başka çare yok!
Bu konuda son cümlem şudur: “Denizci emek” ile “denizci sermaye” ilişkisinin “yeniden ele alınması, kitabının yeniden yazılması” gerekir.
Birinci dersin özeti şöyle çıkarılabilir: Mevcut ve bir şey yapılmadığında sürüp gidecek sorunlara köklü çözümler sunmak için duymaya alıştığımız her zamanki sorular yerine, değerlendirmelerimizi farklı açılardan bakarak yapmak ve aksaklıkların nedenlerine farklı yollardan ulaşmaya çalışmak gerekir.
İkinci Ders: Sendika ve Denizci Emek İlişkileri
Özetten yola çıkarak mevcut sistemi yeniden ele alıp sorunların tespitini yeniden yapmalıyız. Çünkü üye ve sendikası arasındaki ilişkiler sorunlu görünmektedir. Kısaca, denizci emeğin üyeliğinin başlamasından bunun sürdürülmesine kadar her aşamada sorun vardır.
Mevcut sistemde denizci emeğin bir sendika ile ilişki kurması ve sendikaya üye olması mümkün görünmemektedir. Çünkü sistem tamamı ile “sendikanın üyeye ulaşması” üzerine kuruludur. Üyeye ulaşmak sendikanın görevidir, ana işlevlerinden biridir; ancak ikinci yol kilitlidir: “Denizci emek sendikaya ulaşamamaktadır!”
Bu sorunun altında şöhreti ülkeler aşmış “sendika ağalığı” kavramı yatar. Bu ağalık “delege” seçimlerinde tavan yapar! Daha sonra “delege” ağalığı başlar!
Şimdi ikinci dersin için birinci dersin son cümlesini tekrar ediyorum:
“Denizci emek” ile “denizci sermaye” ilişkisinin “yeniden ele alınması, kitabının yeniden yazılması” gerekir. Bunun için “denizci akıl”, “denizci sermaye” ve “denizci emek” birlikte hareket etmeli ve bu kitabın adını kendileri koymalıdırlar.
Bu vurgulamalara rağmen itirazlar olacaktır. Bu itirazlar da kabul edilebilir. O zaman biz de bu ilişkinin; “denizci sermaye” ile “denizci emek” ilişkisinin adını yeniden koyar, dünya dillerine yeni bir kelime hediye ederiz.
Bazı kalıpların kırılması gerekecektir.
Evet, buna bilinen anlamda “sendikal çalışma” denemez. Bu bizim savımıza uygundur; alışılagelenin dışına çıkılması gerekir.
Deniz ve deniz ile ilgili olabilecek tüm işkollarındaki örgütlenmeler yeniden ele alınmalıdır.
Burada şöyle bir soru sorulabilir; önerilen “yeni bir anlayış, yeni bir örgüt” yapılanması “uzun bir yol” olacaktır. Mevcut sendikanın anlayışının değiştirilmesi ile bu yapılamaz mı?
Denenmiş, mevcut sendika ve içindeki kurumların tümü bir bütün olarak ele alındığında kırılması mümkün olmayan dirençler görülmüştür. Bu tür dirençlerin aşılmaya çalışılması zaman kaybı olacaktır.
Elbette bugün bir sendikanın olması, aksayan yanları ile birlikte bir sendikanın mevcudiyeti hiç olmamasından iyidir. Yenisi ve daha iyisi hayata geçirilene kadar mevcut sendikacılık her yönü ile sürdürülmelidir. Hattâ yeni bir anlayışın hâkim olacağı yeni bir anlayışla oluşturulacak yeni bir “denizci emek” örgütlenmesi için “denizci akıl” ve “denizci sermaye” ile birlikte mevcut sendikadan da destek alınmalıdır. Çünkü mevcut örgüt şu veya bu biçimde bir açık kapatmaktadır. Ayrıca doğaldır ve kabul edilmelidir ki, her için geçerli olmak üzere, geleneksel bakış açısını değiştirmek çok zordur. Alışılmış ve içselleştirilmiş olan tutsaklıktan bile çıkmak çok zordur.
Sorunun içindeki “uzun bir yol” deyiminin karşılığı “zor bir yol” olarak alınabilir. Değildir. Sorunların tarafsız ve gerçekleri gören gözlere sahip insanlarca yeniden ele alınması, çözümü kendiliğinden getirecektir. “Denizci emek” ile “denizci sermaye” arasındaki ilişkileri yeniden ele alan anlayışla yola çıkıldığından sorunların çözümü kolaydır. Çünkü yeni anlayışta “denizci emek” ile “denizci sermaye” karşı karşıya değil, sırt sırtadır. Buna göre “denizci akıl”, “denizci emek” ve “denizci sermaye” bir araya gelecektir.
Buna bilinen anlamı ile bir “sendikacılık çalışması” denemez. Denizin tüm paydaşlarına huzur getirecekse adının önemi yoktur, yeniden adlandırır, koyarız adını, dünyaya hediye ederiz.
Üçüncü Ders: Denizci Emek ve Denizci Sermaye İlişkileri
Görünen odur ki, bugün uygulanan yöntemle biz denizci emeği bir zeminde toplayamıyoruz. Nereden kaynaklanırsa kaynaklansın; ilk ve en büyük sorun budur. Oysa bunun ülke deniz endüstrisine verdiği zarar saymakla bitmez. Bugün denizci sermayesi ve denizci emeği dâhil deniz sanayimizin çektiği sıkıntıların ana kaynağı, eğitiminden çalıştığı ortamlardaki davranışlara kadar bir kısır döngü içinde dolanıp duran, dünyanın da genel olarak içinde bulunduğu ve aşılmasında ülkemizin örnek alınacağı sorunlu bir süreç olan denizci emeğin dağınıklığıdır.
Bu konuda kısaca şu söylenebilir: “Daha önce mali büyüklüklerine vurgu yapılan dev gemileri nitelikli insanlar yüzdürebilir.” Bu derdin çözümünün yolu nitelikli denizci yetiştirmekten geçer. Buradan çıkış nitelikli gemiinsanından geçer, anahtar “nitelikli denizci” kelimeleridir . Buradaki “yüzdürmek” kelimesi, inşasından hurdaya çıkışına kadar tüm aşamaları ve işlevsel ögeleri içine alır. Denizcilik bir bütün olarak ele alınması gereken özel bir endüstridir.
Kısaca denizin tüm bileşenlerinin kendisine çeki düzen vermesi gerekmektedir, bu bir zorunluluktur. Etken ögelerden herhangi birindeki aksama tüm sisteme etki etmektedir.
Denizci emeği bir araya toplayacak kurum, değil cebinde gemiinsanı belgesi olan, herhangi bir gemide çalıştığını belgeleyen her insanın doğal yuvası olmalıdır. Bırakın gemiinsanı cüzdanı ile bir gemide çalışanın üye olamamasını, denizciyim diyen her insanın bile doğal üyesi olacağı bu örgüt kurulmalı ve mensuplarının her sorununda karacı zihniyetlere karşı taraf olmalıdır. Geçiniz doğal üyeliği, fiili olarak aylık aidatını ödeyen denizci emeğin bile sorunlarını çözemeyen, kendi müsebbibini saf dışı bırakmak için belgeler imzalayan bir düzen ile artık yol alınamayacağı görülmelidir.
Daha da kötüsü, gemisine koyduğu denizci emeğin karşılığını vermeyen ve bunu bir marifet sayan denizci sermaye görüntüsüne bürünmüş üçkâğıtçılardan oluşan dolandırıcıların ayıklanması gerekmektedir.
Denizci sermayenin denizci emekten söz edilirken bilgi noksanlığından kaynaklanan yanlış tercihleri ve yanlış konumlanmasının eseri; sırt sırta, birbirinin arkasını kollaması gerekenlerin arasında saçma sapan, ipe sapa gelmez ilişki; kafalarını ortaçağ kölelik mantığından kurtaramamış köleler ve köle sahiplerinin ayağımıza taktığı bu pranga kırılmalıdır.
Bütün burada sayılan ve sayılmayan sorunların tümünü ortadan kaldıracak tek formül “denizci akıl”, “denizci sermaye” ve “denizci emek” arasındaki özel ilişkide saklıdır. Deniz sanayisinin bütün bileşenleri ellerindeki silahı hedefe doğrultamadıklarından kendi ayaklarını vurduklarını, aşılması gereken en zor engelin geleneksel bakış açısı olduğunu fark etmelidirler.
İkinci Yazının Sonu
Kurşunlu hayalet ağa dolanmış yunus gibi yorgun düşen deniz sanayimiz, çözümü çok basit bu sorunlardan kurtulmalı, ülkemizin ekonomisine önderlik etmeye başlamalıdır.
Sorunlar, hiçbir yönü ihmal edilmeden üç yüz altmış derecenin her birisinden bakılarak ele alınmalı, deniz endüstrisinin tüm bileşenlerinin aynı sorunla boğuştuğu görülmelidir. Sorun yalnız denizci emek ile ilgili değildir, ancak sorunlar sıralandığında ilk sırayı denizci emeğin temsil edilememesinin yarattığı olumsuzluklar almaktadır.
Emekten sermayeye. Önce bu birlik sağlanmalıdır. Bu denizcilere bağımsız ve karacı kafa yapısından uzak, kendi sorunlarını kendi çözen bir düzenin oluşturulmasını kazandıracaktır.
Elbette denizcilikle ilgili her zeminin kendine özel koşulları vardır. Ancak önce “denizcilik” çatısı altında buluşmalı, bu çatı altındaki özel konumların belirlenmesine daha sonra geçilmelidir.
Cebinde gemiinsanı belgesi değil, denizcilikle ilgili herhangi bir meşguliyeti olan insanlar tek bir anlayışta birleşmelidirler: “Denizci yurt, denizci millet!”
Allah selâmet versin!
(Yazının üçüncü bölümü bir sonraki sayımızda!)