Gerçek hırsızlığı, algı haydutluğu

Hepimiz hayatımız boyunca gerçeği arıyoruz. Gerçeğe erişmek bilgi ve tecrübe sahibi olmayı gerekli kılar.

Cem GÜRDENİZ - Emekli Tümamiral

Eriştiğimizde gideceğimiz limanı ve takip edeceğimiz rotayı belirler. Gerçeği aramak için önce bilgiyi aramak gerekir. Bilgiye eriştikten sonra onu değerlendirerek gerçeğe erişebiliriz. 

GERÇEĞİ ARAMAK

Otoriter rejimlerde gerçek, otokratın ve partinin belirlediği çerçevede şekillenir. Gerçeğe erişseniz de kullanmanız kısıtlıdır. Kullanmaya kalkarsanız cezalandırılırsınız. Baskı rejimlerinin tarihi, toplanan ve yakılan kitaplar, yasaklanan sosyal medya enstrümanları, kapatılan gazeteler, dergiler ve tutuklanan hatta öldürülen düşünce insanlarının tarihidir. Sokrates, Galileo yazılı tarihte baskının kurbanı olarak öne çıkan insanlardır.  Bu rejimlerde hukuk sistemi ve adalet gerçeği aramaz. Bir devletin sonunu getirecek hukukun siyasallaşması kaçınılmazdır. Yönetici elit veya rejimin doğrusu, sözde gerçeğin ta kendisidir. Gerçeği arayanlar rejimin doğrularına sarılmakla yükümlüdür. Yoksa ağır bedel öderler. Hele otoriter rejim gücünü vahiyden yani dinden alıyorsa ne gerçek, ne bilim, ne de akıl bir işe yaramaz. Tartışmak, antitez sürmek imkansızdır. Zira Tanrının buyruğu tartışmaya açık değildir. 

BİLGİYİ YORUMLAMANIN ZORLUĞU

Gerçeğe erişmek bilgi sahibi olmanın bir işlevidir. Bilgi bizi özgürleştirir. Fikir sahibi yapar. Demokratik toplumlarda bilgiye erişmek neredeyse sınırsızdır. Ancak bilgiyi yorumlamak zordur. Zira burada da kolay ve yaygın şekilde erişilen bilgi çoğu zaman taraflıdır. Kitle erişim araçları çoğunluk iktidar partisinin ve onunla çıkarları örtüşen egemen grupların emrindedir. Bilginin yerine yalan ve algı kullanılır. Basın ve yayın organları halka gerçeği değil, yalan söylemek pahasına da olsa halkın algılaması gerekenleri aktarır. Müesses nizam (establishment), en keskin yalanı dahi otoriter yönetimlerin kaba baskısı yerine gerçek hırsızlığı ve algı haydutluğu ile ambalajlanmış gerçeğe dönüştürür. Halk cahilse, düşünmekten ve araştırmaktan uzak tutulmuşsa ya da üst seviye entelektüel birikime sahip ancak popülizme açıksa bu tuzağa düşer. Algı yönetiminin bir diğer adı da psikolojik harekattır. Psikolojik harekât seçilmiş bilginin kamuoyunun veya seçilmiş bir kitlenin duygularını, nesnel muhakeme yeteneğini ve sonuçta hükümetlere kadar uzanan geniş bir yelpazede davranışlarını kendi lehinde etkilemeyi hedefler. Askeri, ekonomik, diplomatik, sosyal ve kültürel alanlarda etkinlikle kullanılır. Algı yönetiminin veya psikolojik harekatın hedefi insanları istenen psikolojik senteze ve dolayısı ile arzu edilen yöne çekmektir. Değiştirilmiş gerçekler ve yaratılan duygular üzerinden kitleler farklı düşünmeye sevk edilir. Algı yönetimi fert seviyesinden devlet seviyesine kadar her seviyede ve her alanda kullanılır. Milletler yeni rejimlere, yeni ekonomik paketlere, yeni hukuk düzenlemelerine kolayca hazırlanır. 

AKIL VE BİLİMİN REHBERLİĞİ

Kendi içinde her alanda bağımsız düşünce yolunu oluşturmayan bir insan özgürleşemez. Zira her an için önce görüşünü sonra da rota ve hedefini değiştirmeye meyleder. Bugüne kadar uygarlık tarihinin rehberi ve pusulası sadece akıl ve bilim olmuştur. Bu pusuladan şaşmayan milletler önce ulus devlet olmuş, sonra üretim ekonomilerini geliştirip, denizlere ve küresel ticarete açılarak zenginleşme üzerinden dünyadaki yerlerini almışlardır. Bugün gelişmiş tüm büyük devletlerin yol haritası akıl ve bilim üzerinde kuruludur. O nedenledir ki büyük önder Atatürk cumhuriyeti kurarken ve Türk devrimini yaparken "hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir" demiştir. Bu söz onun halkına gerçeği ararken tek rehberinin bilim ve akıl olması yönünde bir ikazıdır. Ancak Türk milleti 10 Kasım 1938 sonrası hem Atatürk’ten hem de gerçeklerden ve bilimden uzaklaşmış, güçlü hegemonların çekim alanına girmiştir. 

TÜRKİYE’NİN KANSERİ

Bugün Türkiye gerçek hırsızları ve algı haydutlarının sarmalındadır. Bu sarmal özellikle 1945 sonrası etki alanına girdiğimiz Anglosakson dünyanın halkla ilişkiler ve medya araçları ile kansere dönüştü. Türk halkı önce sistematik bir şekilde Atatürk’ten ve kurucu değerlerinden uzaklaştırıldı, onun bağımsız Türk jeopolitiğine yönelik görüşleri İkinci Dünya Savaşı arifesinde İngiltere ve Fransa ile üçlü ittifak anlaşmasıyla ortadan kaldırıldı. Aynı yıl ABD’ye ticari imtiyazlar veren bir anlaşma imzalayarak bağımsızlık kapımızın kilidini söktük. Savaşın ilk yıllarında Alman zaferlerinin gölgesinde Ankara – Berlin yakınlaşması tetiklendi, 1944 sonrası Alman yenilgileri ile bu denge değişti. 23 Şubat 1945 tarihinde ABD ve Türkiye arasında karşılıklı yardım anlaşması imzalandı. Anlaşmanın koruyucu hükümlerinin ikinci maddesinde Türk hükümetine sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ye temin edecektir maddesi yer alıyordu. Çok değil iki yıl sonra imzalanacak Marshall yardım planı sonrasında Türk İstihbarat Teşkilatı MAH ile CIA ortak çalışmaya başlayacaktı. Mahremimizi ABD’ye açtık. 1945 sonrası Dışişleri kadroları tarafından şişirilen Sovyetlerin Boğaz notaları ve bugün bile resmî belgesi bulunamayan Kars Ardahan toprak talepleri komünizm tehlikesi ile ilişkilendirilerek Türkiye’nin bir vekil devlet olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün 26 yıl önce şiddetle reddettiği mandacılığın ABD ve Avrupa kalelerine çıpalanması sağlandı. 27 Şubat 1946 günü imzalanan kredi anlaşmasıyla ABD’nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmeyeceği savaş artığı malzemenin bir kısmı Türkiye’ye satıldı. Milli savunma sanayiimizin ölüm fermanını imzaladık. 1950 sonrası Demokrat Parti iktidarıyla askeri fabrikalarımızı kapatmaya başladık. ABD Başkanı Harry Truman, Ocak 1946 ‘da yaptığı bir konuşmada "Sovyetlerin Boğazları ele geçirmek istediğine artık şüphem kalmadı. Eğer bu gidişe demirden bir yumruk uzatıp dur demezsek, yeni bir savaş çıkacaktır” dedi. Bir yıl sonra Truman, 12 Mart 1947 tarihli konuşması ile Truman Doktrinini ilan etti. Konuşmasında şunu söyledi: "Türkiye bizim desteğimize ihtiyaç duymaktadır. Savaştan beri Türkiye ulusal bütünlüğünün sağlanması için gerekli olan modernizasyonu gerçekleştirmek için ABD ve İngiltere’den ek yardım istemiştir. Bu bütünlük Ortadoğu ‘da düzenin korunması için geçerlidir."

ERKEN DEMOKRASİYE GEÇİŞİN ZAFİYETLERİ

Erken Demokrasiye Geçişin Zafiyetleri 1946’dan sonra ülkemiz oldukça erken çok partili demokratik sisteme geçti. Demokrasi ve özgürlük kisvesi altında dinci ve etnik bölünmeye yol açacak siyasal partilerin ve örgütlenmelerin önü açılmıştı. Özünde son derece iyi, çalışkan, onurlu ve başı dik halkımız çoğulcu ve dengeleyici demokrasinin oluşum şartlarına henüz erişmemişti. Demokratik geleneğin dengeli şekilde oturması için alt ve üst yapı hazır değildi. Halkın kültürel birikimi, aydınlanma parametreleri son derece azdı. Okuma yazma oranı, tahsil seviyeleri son derece düşüktü. Halk her türlü kışkırtma, kutuplaşma ve propagandaya açıktı. Hegemonya son derece ileri istihbarat örgütleri, propaganda taktikleri, algı operasyonları ve nüfuz ajanları ile artık içimizdeydi. Seçim sandığından çoğunluk oy çıkarmak için artık her yol mubahtı. Dinsel ve ayrılıkçı etnik sömürüye her zamankinden daha açıktı. Halbuki Atatürk cumhuriyeti kurarken cumhuriyet omurgasının en sağlam unsurları olarak laiklik ve üniter devlet yapısını belirlemişti. Anglosakson hegemonya erken demokrasiyi kullanıp, dinsel ve etnik hassasiyetlerin üzerine giderek Türk hükümetlerini kendi politikasının hizmetkarı yapmayı hedeflemişti. 5 Nisan 1946 günü Amerikan muharebe kruvazörü USS Missouri Dolmabahçe açıklarına demirledi. Gemiyi kız kulesine asılan dev bir "welcome (hoşgeldiniz)" posteri karşıladı. Güneş battığında Dolmabahçe Camii mahyasında yeni bir "welcome" yerini almıştı. Algı operasyonu hazırdı. "Sizleri hem dünyevi hem ruhani boyutlarda bağrımıza basıyoruz." Mesajı veriliyordu.  Osmanlı döneminde Padişahı ziyarete gelen Alman Kayser’inin fes takması gibi, bu kez minareler arasına İngilizce bir sözcük ile dindarların kalbi fethediliyordu. 

NATO ÜYELİĞİ İLE BAŞLAYAN SÜREÇ

1952’de NATO’ya giriş ve batıya entegrasyon ile sistematik algı operasyonları ve gerçek hırsızlığı başladı. Batılı değil batıcı ve mandacı kitleler yetiştirildi, kamunun her alanına nüfuz etmeleri sağlandı. Türk coğrafyası Amerikan jeopolitiğinin emrine verildi. Böylece yarını düşünemeyenler yaşadıkları günün koşullarının sonsuza dek aynı kalacağı hayali ile Amerikan mandasına teslim oldular. Gerçek hırsızlığı ve algı haydutluğu ile cahil bırakılan ve sorgulamayan toplumlar eğer nitelikli ve liyakatli yönetici ve akademik çevrelere sahip değillerse, doğru rota çizemezler. Onların yerine hegemonya çizer. Atatürk bu tehdidi Kurtuluşun başında görmüştü. 1919 Yazında Mazhar Müfit’e manda isteyenler hakkında şunları söylemişti: “Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar!” 1946’dan 15 Temmuz 2016 yani FETÖ darbe girişimine kadar 70 yıl ABD, AB ve NATO’nun askeri ve sivil bürokrasisi ile yerli müesses medya ve akademi dünyası gerçek hırsızlığı ve algı haydutluğu yaptı. Ülkemizde yoğun batı propagandası sonucu çalınan gerçekler üzerinden beyinlerin yıkandığı ve esir alındığı 3 ayrı kuşak emperyalizmin emrine değişik sentezler içinde sunuldu. 

BU KIŞ TÜRKİYE’YE KOMÜNİZM GELEBİLİR

Önce Atatürk’ten uzaklaşıldı. Atatürk’ün bağımsızlık olgusu komünizmin propaganda malzemesi olabileceği endişesi ile tabu ilan edildi. Atatürk’ün en yakın silah arkadaşları komünizm propagandası yapılıyor iddiası ile Köy Enstitülerini kapattı. En büyük algı operasyonu Türkiye’ye komünizm geleceği tezi üzerine oturtulmuştu. Atatürk’ün Başbakanı, Demokrat Partinin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ünlü sözü bugün bile hatırlanmaktadır. ‘’Bu kış Türkiye’ye komünizm gelebilir.’’ Demokrat Parti döneminde Atatürk döneminde kurulan savunma sanayi fabrikalarının pek çoğu kapatıldı. Din, vicdan alanından çıkartılarak komünizm ile mücadele için siyasetin emrine verildi. Ordu desteğinde Komünizm ile Mücadele Dernekleri kurularak Fethullah Gülen gibi devlet düşmanlarının ya da Ruzi Nazar gibi CIA ajanlarının devlet içinde, devlet teşviki ile yeşermesinin ve yerleşmesinin yolu açıldı. 1949 yılında, ABD ile akdedilen Hükümetlerarası Eğitim Komisyonu Kurulmasına Dair Anlaşma, Atatürk tarafından başlatılan milli, cumhuriyetçi, devletçi, devrimci, halkçı ve laik eğitim ve öğretim sisteminin temeline, komünizme meyledebilir endişesi işe dinamit koydu. Bizzat Atatürk tarafından hazırlanan pek çok ders kitabı ve müfredat kaldırıldı. Geleceğimizin çalınmasına ve Kemalizm’den uzaklaşmaya kendi ellerimizle onay verdik. Türkiye’nin Amerikan jeopolitiğinden yani kenar kuşaktaki kale görevinden uzaklaşmaması için 12 Mart ve 12 Eylül müdahaleleri Washington’un kontrol ve onayı ile yapıldı. Diğer yandan köklerimizle ve doğumuzdaki Türk dünyası ile buluşmayı sağlayacak Atatürk’ün başlattığı Türkçülük 1980 sonrası Türk İslam sentezi adı altında ABD’nin ünlü yeşil kuşak stratejisinin aracı haline getirildi. Milliyetçilik artık din sosu ile sunuluyordu. Bir yurtsever hem milliyetçi ama aynı zamanda İslamcı olmak zorunda bırakılıyordu. Türk milliyetçiliği laiklikten koparılıyordu. 12 Eylül sonrası İmamlarımızın maaşını bile Amerikan ARAMCO Petrol firmasının serveti üzerinden Vahabi Suudların ödemesine 12 Eylül’ün lideri General Kenan Evren onay verebiliyordu.  Ve her şey halkın aklınla dalga geçilerek Atatürk adına yapılıyordu. 

TARİHİN SONU ALGISI VE ÇÖKÜŞÜN BAŞLAMASI

1989 yılında Soğuk Savaşın galibi Anglosakson hegemonya, bu galibiyeti tarihin sonu olarak niteledi. Artık sadece Türkiye değil, tüm dünya onların emrine girmeliydi. Yugoslavya’nın parçalanması, NATO’nun genişlemesi; Afganistan, Irak, Libya, Suriye’nin parçalanması yetmezdi. BOP gereği 22 devletin sınırları değiştirilmeli, Rusya, İran parçalanmalı, Çin ucuz iş gücü ile neoliberal düzenin hizmetkarlığına devam etmeliydi. 240 yıl önce kurulan bir devlet dünyanın hâkimi olmalıydı. Sahip olduğu dolar, medya, sinema dünyası, akademik kurumlar, sosyal medya, 400’den fazla denizaşırı üs, istihbarat örgütü, Amerikan donanması ve başta 859 milyar dolarlık savunma bütçesi ile tek kutuplu dünyanın devamı için kenar kuşak, enerji ve kilit teknolojiler Washington kontrolünde kalmalıydı. Bu konuda gerçek hırsızlığı ve algı haydutluğu sonuna kadar kullanılmalıydı. Bunu yapacak FETÖ tipi örgütler, akademi, medya ve iş dünyası ile devlet içinde etki ajanları sonuna kadar kullanılmalıydı. 

KUMPAS DAVALAR, ALGI HAYDUTLUĞUNUN ZİRVESİ

Türkiye en aşağılık gerçek hırsızlığı ve algı haydutluğunu kumpas davalar süresinde yaşadı. Bugün benzer durum Ukrayna ve Rusya savaşında yaşanıyor. Bir ülkenin ABD çıkarları uğruna milli serveti ve halkı ile yok edilişi tarihin en büyük algı haydutluğu ile ABD/AB medyasında pazarlanıyor. Türkiye’de kumpas davalarda binlerce vatansever asker, darbecilik, casusluk, fuhuş, sapıklık vb. en aşağılık suçlamalar ile akla hayale gelmeyen yalan ve iftiralar, imzasız mektuplar, kontrolsüz sosyal medya hesapları üzerinden önce itibarsızlaştırıldılar daha sonra olmayan darbe suçu ile yargılanarak hapse atıldılar. Algı operasyonlarında başta FETÖ gazeteleri olmak üzere iktidara yakın tüm gazeteler ve sosyal medya ortamları fütursuzca kullanıldı. O dönemde açılan tüm basın davalarına hakimler ve savcılar işlem yapmadı. Dijital devrimin olduğu bir dönemde dijital teknikler ile yalan ve iftiraları kısa sürede yaydılar ancak hepsinin sahteliği ortaya çıktı. Sadece Balyoz Davası iddianamesinde her biri ayrı ayrı ispat edilen 3000 civarında hata ve uyumsuzluk olmasına rağmen FETÖ kontrolündeki üst mahkemeler ve nihayetinde Yargıtay bilimin asla reddetmediği gerçekleri utanmadan gerçek gibi kabul ederek mahkumiyetleri onayladı. Bu süreçte FETÖ ve iktidar yanlısı gazeteler ve internet siteleri ağızlarından salyalar akıtarak hücum ettiler. Televizyonların – ana akım dahil- birkaçı hariç hemen hepsi bu rezilliğe alkış tuttu. Bugün yolda görseniz duyduğunuz nefretten yolunuzu değiştireceğiniz insan müsveddesi hanım ve beyleri akşam haberlerinden sonra tartışma programlarına davet ettiler. Gerçekte cumhuriyete ve Atatürk’e duydukları nefreti masum askerler üzerinden adeta kustular. 

SİHİRLİ KELİMELER

ABD ve Anglosakson hegemonya iktidara getirdikleri parti ve FETÖ iş birliği üzerinden Türkiye’de özellikle ordudaki Atatürkçü ve millici kesimleri tasfiye ediyordu. Algı haydutluğu için kullandıkları en önemli kelimeler demokrasi ve kural temelli batı düzeni idi. Ne ilginç ABD de Afganistan, Irak, Suriye ve Libya’da demokrasi ve kural temelli batı düzeni için milyonlarca insanı öldürmüş, evinden yurdundan etmişti. Ne diyordu bir röportajda ABD Dışişleri Bakanı Madeliene Albrihgt "Evet Irak’ta 300 bin çocuk öldürdük, ama sonuçlarına değdi." FETÖ ve ortaklarının en çok kullandıkları kavramlar da ileri demokrasi ile askeri vesayete son idi. Bunları sağlamak için ülkemizde binlerce asker hapsedilse, itibarsızlaştırılsa, bazıları kanserden ölse, bazıları intihar etse, ordu, donanma ve hava kuvvetinin harp yeteneği örselense, yüzlerce yıllık gelenekler ortadan kaldırılsa, Türk jeopolitiğinin asli unsurları Kıbrıs’tan Akdeniz’e; Ege’den Türk Boğazları ve Montrö’ye kadar sahipsiz kalsa da sonuca değerdi. Ordunun süngüsü düşmüş, donanmanın pervanesi durmuş, kartalın kanatları kopmuş olsa da ileri demokrasiye erişilmişti. Bu süreçte yaşanan gerçek hırsızlığı ile algı haydutluğunun arsızlığını bugün tarif bile edemeyiz. Ne gençler, ne büyük akıllar ve ruhlar, hegemonya emrindeki hainler ve gerçek hırsızlığına teslim olmuş örgütlü cehaletle sınırsız kötülüğün sayesinde heba edildi. Sonuçta 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi yaşanan sürecin ne kadar öldürücü olduğunu ortaya çıkardı. FETÖ ve ortaklarının en çok kullandığı darbe sözcüğü ve kamuoyunda yarattığı darbe algısına rağmen FETÖ, eski ortağını yok etmek uğruna darbe yaptı. Demek ki Anglosakson hegemonyanın demokrasi veya kural temelli düzen umurunda değildi. İktidar Partisi raydan çıkarsa emrindeki askeri gücü acımasızca kullanabiliyorlardı. FETÖ hainleri de bu istihbarat örgütlerinin emrinde denileni yapıyordu. Tarikat ve dinin dumanlı vaatleri ile beyni yıkanmış bu afyonlu gericiler, Kurtuluş ve Kuruluştaki ihanetlerini tekrar etmekten geri kalmıyordu. 

BUGÜNÜN ALGI OPERASYONLARI

Benzer algı operasyonlarını bugün de yaşıyoruz. Amerikalı general PKK/PYD militanı ile poz veriyor ve ardından IŞID ile mücadelede kara gücümüz diyebiliyor. İktidar ve muhalefet neredeyse Kürt alt kimlikli vatandaşlarımızın oylarını alabilmek için teröre fiilen bulaşmış partiler, kişiler ve kurumlar ile ortaklık kurup bu ortaklığı demokrasi ve Halil İbrahim Sofrası ambalajı ile pazarlayabiliyor. Ya da tek hedefi Türkiye’yi cumhuriyet rejimini yıkarak orta çağ karanlığına sürüklemek olan kapkara bir tarikat için müesses nizamın önemli bir kanalında cumhuriyetin yetiştirdiği sözde bilim insanı, tarikatlar "demokrasimizin gereği sivil toplum örgütleridir" diyebiliyor. "Demokrasinin olmazsa olmazı laikliği bu kafa yapısında nereye oturtacağız’’ diyemiyorsunuz. Ege’de Doğu Akdeniz’de mavi vatandaki deniz çıkarlarımız ABD ve AB tarafından gasp edilirken Atina Büyükelçimiz gazete ilanı verir gibi sosyal medyadan Hellenic Republic (Türkiye bu kelimeyi kullanmaz) terimi ile Yunanistan’ın Türk katliamları yaparak kazandığı bağımsızlık gününü kutluyor. MGK 2023 Mart toplantısı bildirisinde sanki Yunanistan, Türkiye’ye Ege ve Doğu Akdeniz’de taviz vermiş gibi "Yunanistan ile ilişkilerimizde son dönemde yakalanan olumlu havanın sürdürülmesinin, her iki taraf ve bölgemiz için faydalı olacağı mütalaa edilmiş; Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’deki güncel gelişmelerin yakından takip edildiği belirtilmiştir." Denebiliyor. 8 aydır askıda tutulan ve çeşitli nedenlerle NATO üyeliği onaylanmayan Finlandiya’nın NATO üyeliği, mecliste tek bir oy fire verilmeden ne muhalefet ne de İktidardan hiçbir milletvekilinin itirazı olmadan tam oy birliği ile geçebiliyor. Bir kişi de çıkıp o zaman bu kadar uzun süre neden oyaladınız? Finlandiya Türkiye’nin PKK ve diğer bölücü örgütlere desteğini tek bir vekilin itiraz edemeyeceği derecede ve kapsamda geri mi çekti? Diye sormuyor. Ya da Türkiye tarihinin en utanç verici tahkim cezasına -Özerk Kürdistan Bölgesinden Irak Hükümeti kontrolü dışında petrol alımıyla- muhatap olunca, bu utanç Türk medyasında haber bile olmuyor. 

HALKIMIZ UYANIK OLMALIDIR

Halkımız bu seçim döneminde gerçek hırsızlarına ve algı haydutlarına karşı uyanık olmalıdır. Zira dijital teknolojilerin büyük olanaklar sunduğu bir ortamda seçimler yaklaştıkça özellikle yurtdışındaki FETÖ kaçaklarıyla yurt içindeki sosyal medya trolleri sonsuz sayıda iftira, yalan haber ve propaganda faaliyetlerini artıracaktır. Gerek iktidar gerekse muhalefet trolleri şüphesiz Anglosakson hegemonyaya yaranmak için yarışacaktır. Dışımızda çok büyük jeopolitik fırtına var. Ne iktidar ne muhalefet bu fırtınanın farkında. Toplum deprem yaralarını sarmakla ve ekonomik çöküşün içinde hayatta kalma mücadelesi ile uğraşırken, hegemonya hem iktidarın hem de muhalefetin dış dünyaya ilgisizliğini sömürerek, son 70 yılın yarattığı Entité morbide, Atlantikçi tabanı hareketlendirerek Türkiye’yi yeni oluşan küresel düzende yanında tutmaya çabalıyor. Bugün hem iktidar hem muhalefet Türkiye’nin yüksek jeopolitik menfaatleri ve milli çıkarları aleyhine Anglosakson dünyaya her alanda taviz verme ve güzel görünme derdine düşmüş durumda. Halbuki Asya’da yeni bir dünya çoktan kuruldu. Batı hegemonyası İngiliz Kralını tarihte ilk kez Alman Parlamentosunda konuşma yaptıracak kadar gerilemiş durumda. ABD, kenar kuşakta Türkiye’yi tutmak için büyük gayret sarf ediyor. Kumpas davalar, 15 Temmuz darbe girişimi bunun içindi. Bulunduğumuz siyasi coğrafya, küresel jeopolitiği, kenar kuşak, enerji ve İsrail güvenliği veçheleri ile doğrudan ilgilendiriyor. Unutulmamalıdır ki Truman doktrini, 1947’de kenar kuşak (çevreleme) ve İsrail güvenliğinin jeopolitiği nedenleriyle Türkiye’yi Atlantik çevrimine sokmuştur. O yıllarda Türkiye demografik, ekonomik ve askeri olarak çok zayıftı. Bugün koşullar değişmiştir. ABD bu koşulların değiştiğini çok iyi görmektedir. Türkiye 21. yüzyılda egemen kararını verecek ve yeni rotalar çizebilecek güce ve birikime sahiptir.  FETÖ darbesi sonrası başlayan Türkiye’nin çevrelenmesi doktrininde ABD özellikle Yunanistan ve Kıbrıs’a yatırım yaparak yeni bir süreci başlatmıştır. ABD adeta Türkiye’yi kalpgâha doğru itmektedir. 20 Mart 2023 Putin – Xi zirvesi sonrası hegemonyanın el değiştirdiği, Washington Konsensüsünün komaya girdiği, çok kutuplu düzenin başladığı, Amerikan donanmasının gerilediği, devletlerin dolardan uzaklaştığı, Asya yüzyılın güçlendiği bir dönemde Türkiye’ye gelecek için büyük fırsat sunmaktadır. Türkiye coğrafi gücünün, demografik gücünün, Atatürk’ün gücünün ve diğer milli güç unsurlarının farkında olmalı, aşağılık kompleksinden kurtulmalıdır. Seçim döneminde gerçek hırsızları, algı haydutları, etki ajanlarının karartma ve parlatma faaliyetlerine dikkat edilmelidir. Türkler için en büyük tehlike umutsuzluk ve kendine güven eksikliğidir. Türk başkasının vassalı veya vekili olamaz. 

Güncel Haberleri

ANALİZ - Trump, Panama Kanalı ve Grönland'ı alabilir mi?
Akdeniz'de batan Rus gemisine "terör saldırısı" düzenlendiği belirtildi
Sinop'ta deniz çekilmesi havadan görüntülendi
Tekirdağ'da ölü yunus karaya vurdu
ANALİZ- 2025'te ticaret yolları: Koridor jeopolitiği ve yeni dinamikler