Efsane Bir Yat Lucullus’tan Çankaya'ya

Osman ÖNDEŞ

İlk adı “Katrena” idi. Sonra “Lucullus” adı verildi. 1920 yılında bir İngiliz vapuru Kız Kulesi önünde çarptı ve batmamak için karaya oturtuldu.Türkiye’de “Çankaya” olarak tanındı.

İngiltere’de inşa edildikten bir süre sonra yaşamı Çarlık Rusya’da başlayıp, “Çankaya” adı ile Türkiye’de sona eren bu yatın öyküsü bir nesef kesici bir efsane gibidir. İlk adı “Katrena” idi. 1885’de Glasgow / Leith’deki Ramage& Ferguson firması Victoria Tersanesi’nde 60 Kızak No.’su ile inşa edildi. Çift pervaneli muhteşem bir stimli yat (Schooner) idi. 


Çankaya adı ile İzmir Körfez’de sefer yaparken.

11 Nisan 1885’de denize indirildi. 268 grt., 137 nrt. ve 394 tm, tam boy: 167.6 ft., genişlik: 22.6 ft., derinlik 12.2 ft. idi. Ramage & Ferguson yapımı 2 genişlemeli ana buhar makinesi 70 nhp ,700 ihp güç üretiyordu.İlk armatörü Glasgow’da kurulu John Anderson idi. 7 Nisan 1886’da Glasgow Limanı’na tescil olundu.

1890’da Imperial Rusya Deniz Kuvvetleri adına satın alındı ve “Kolchida” adı verildi. Kolchida adıyla 23 yıl boyunca uskuna, buharlı gemi ve yat sınıflarında hizmet verdikten sonra 1910’da adı “Lucullus - Lukull” olarak değiştirildi ve avizo olarak yeniden göreve başladı. 

1911'de İstasyoner gemi olarak İstanbul'da Tophane Rıhtımına bağlandı. 

1916'da Alman İmparatorluk Deniz Kuvvetleri’nde aynı isimle yat sınıfında görev yaptı.

1919'da Belarus Deniz Kuvvetleri’nde aynı isimle nakliye gemisi olarak görev yaptı. 

15 Ekim 1921 tarihinde İtalyan buharlı gemisi “Adria” ile Kız Kulesi yakınlarında çarpıştı ve batmaması için karaya oturtuldu.

1923 yılında yüzdürüldü ve yolcu gemisi olarak yeniden inşa edildi. 

Daha sonra Uşakizade Muammer Bey tarafından satın alınarak İzmir'e getirildi. Çankaya adı verildi. 

Bu tarihlerin ayrıca araştırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

1925'te İzmir Liman ve Körfez İşleri İnhisarı T.A.Ş. tarafından satın alındı. 

Bir ara dümeninin bozuk olması nedeniyle kimse binmek istemedi. 

1930'lu yıllarda AKAY İşletmesi satın aldı. Gemiyi aynı yıl İzmirli Uşakizade Muammer Bey satın aldı ve “Çankaya” adını verdi. 

1934'te İzmir Liman İşletmeleri Umum Müdürlüğü tarafından satın alındı. 

1937'de İstanbul'daki Mehmet Kaptanoğlu ve Kardeşleri şirketine satıldı. Makinesi dizel motor monte edildi ve yük gemisi olarak tadil olundu.

1942 yılının 27 Şubat günü İstanbul Boğazı'nın açıklarında Sovyet denizaltısı SC-Z13 tarafından batırıldı.

Beyaz Rus Ordusu’nun komutanı Baron Pyotr Nikolayeviç Vrangel Lucullus (Çankaya) Yatı ile İstanbul’dan sonra Tekirdağ ve Gelibolu ve oradan da Limni Adası’na intikal etti.

Baron PyotrNikolayeviçVrangel, 15 Ağustos 1878; Novoaleksandrovsk (bugünkü: Zarasai), KovnoGuberinyası (Litvanya), Rus İmparatorluğu Güney Rusya'da karşıdevrimci Beyaz Ordu'nun liderlerinden biri idi Rusya'da 1918-1922 yılları arasında gerçekleşen, pek çok Bolşevik'in ve sivilin katledilmesine yol açan Beyaz Terör'ün en önemli komutanlarından biridir. 

Baltık Almanı olan Vrangel ailesinin Rus soyundan gelen bir üyesiydi. 1901 yılında Maden Mühendisliği Enstitüsü'nden mezun olduktan sonra gönüllü olarak Süvari alayına katıldı ve 1902 yılında subaylığa terfi etti. Rus-Japon Savaşı'na katıldı. 1906 yılında Baltık bölgesinde faaliyet gösteren, General A.N.Orlov komutasındaki birliklere katıldı.

1910'da kurmay subay okulundan mezun oldu ve I. Dünya Harbi yıllarında  bir süvari birliğinin komutanı olarak görev yaptı. Vrangel, Ekim Devrimi'nden sonra Kırım'a geçti ve 1918'de burada gönüllü olarak İngiltere ve Fransa tarafından Bolşeviklere karşı desteklenen Beyaz Ordu birliklerine katıldı. İlk önce 1919 baharında Kafkas ordularında bir süvari tümen'ine komuta eden Vrangel, daha sonra 1920 yılında tüm Gönüllü Ordu'nun komutasını ele aldı.

Anton Denikin ile düştüğü bir ihtilaf sonrası sürgün edildi. 4 Nisan 1920'de, daha sonradan Rus Ordusu olarak anılacak olan Kırım Beyaz Ordusu'nun Başkomutan'ı olarak seçildi.

Hükûmet koalisyonu ile beraberçaresizlik içinde beklenen toprak reformlarını da içine alan kapsamlı devrimler yaparak Kırım'ı Rusya içinde ekonomik olarak en bayındır bölge halinegetirdi. Ukrayna ve Gürcistan gibi bağımsızlığını yeni kazanmış ve ayrıca Bolşeviklere karşı mücadele veren ülkelerle federal ilişkiler geliştirdi.


Çoğunu İngiltere’nin gönderdiği 126 vapur ile 145.693 Beyaz Rus’u vatanlarından Sürgün olarak ayrılmaktalar.

Rusya'daki çarlık rejiminin son generallerinden olan PyotrNikolayeviçVrangel'in komutasındaki bu ordu, Kızıl Ordu tarafından mağlup edilince, İtilaf Devletleri'nin yardımıyla 1920'nin kasım ayında Rusya'dan kaçıp, istanbul'a gelmişti. Ordunun bir kısmı İstanbul'un kırsal kesimlerine yerleştirilirken, bir kısmı da Gelibolu, Tekirdağ gibi çeşitli bölgelere yerleştirildi. Ordunun giderlerini bir süreliğine Fransa üstlenecekti. İtilaf güçlerinin bu orduya dair ilk baştaki niyet ve amaçları; bir süre ellerinin altında tutmak, derleyip, toparlamak, daha sonra da tekrar Bolşeviklerle savaşmaya göndermekti. fakat bu böyle olmadı.


145.693 Beyaz Rus’u İstanbul’a götürmek üzere 126 vapur yol alıyor.

Beyaz Rus ordusu profesyonel ve donanımlı bir orduydu. Dolayısıyla bu savaş döneminde taraflar bu orduyu kullanmak istediler:

- Yunanlılar, Gelibolu'ya yerleştirilen ordunun kurmaylarıyla görüşmeler yapıp, Türklere karşı beraber savaşma teklifinde bulundular fakat ordu mensupları buna yanaşmadı.

- İngilizler, ordunun subaylarını casus olarak kullandılar. Onların, Türk subaylarıyla yakınlık kurmalarını sağlayıp, bilgi toplamaya çalıştılar.

- En dikkat çeken temas ise Enver Paşa teşebbüsleri oldu ve o da bu orduyla temasa geçmişti. O dönemde Bolşevikler, Enver Paşa'yı yanlarına çekmişti. Enver Paşa'nın Türk ve Müslüman topraklarındaki nüfuzundan ve şöhretinden faydalanmak istiyorlardı. Boğazlardaki İtilaf Devletleri’nin varlığı aleyhlerineydi. Dolayısıyla burasını temizlemek istiyorlardı. Bir yandan da tam bağımsız bir milli devlet kurma fikrinde olan Mustafa Kemal Paşa, Bolşeviklere karşı temkinli yaklaşmaktaydı. İdeolojilerine ise kapıları tamamen kapatmış durumdaydı. Bu sebeple Enver'in Anadolu'ya girmesi, Bolşeviklerin Anadolu'daki nüfuzunu arttırması yönünde önemli bir hamle olabilirdi. Nitekim Enver Paşa'nın, düşmanları General Vrangel ile temasına ve anlaşmasına karşı çıkmadılar, hatta desteklediler dahi denilebilir. 

1921 baharında josephstalin, Enver Paşa ile General Vrangel'inanlaşmasından sonra, o dönemde Moskova'da bulunan Ali Fuat Paşa'ya: Enver-Vrangel Ordusu ile Anadolu Ordusu’nun eş zamanlı istanbul'a saldırabileceğini, böylelikle de İtilaf güçlerini oradan çıkarılabileceğini teklif etti. Ayrıca Türk Ordusu Yunanlılara saldırırken, Boğazları kontrol etmek maksadıyla üç Sovyet kolordusunun Kocaeli civarlarına yerleşmesi teklifi de sunuldu. Bu teklifleri Ankara Hükümeti reddetti.

Bu tarihten sonra İtilaf Devletleri, maliyetler ağır gelmeye başladığından Vrangelordusuna olan desteğini çekti. Ardından da ordunun dağıtılması gündeme geldi. Bunun üzerine zor durumda kalan askerlerin bazıları gelir elde etmek için Ankara'ya silah ve teçhizat satmaya başladı. Nihayetinde de ordu dağıtıldı, askerlerin bir kısmı başka ülkelere göç etti, bir kısmı da Türkiye'de kalıp sivil yaşama karıştı.

Kırım'daki Kuzey Tavria bölgesinde ordusunun yarısını kaybeden Vrangel, ordusunda bir tahliye işlemine girişti. Her memura, askere ve sivile kendisiyle birlikte bir bilinmezliğe doğru yola çıkma ya da oldukları yerde kalarak Sovyet rejiminin eline düşme riskini göze alma seçeneklerini sundu. Son silahlı birlikler ve siviller Rusya'yı 14 Kasım 1920'de terk etti. Vrangel, Rus mültecilerinin başı olarak, Türkiye ve Tunus üzerinden Yugoslavya'ya geçti. 1924 yılında Rus Askeri Birliği'ni kurdu. Bu organizasyon sürgündeki Beyaz Ordu kuvvetlerinin birliğini ve SSCB'deki Sovyet karşıtı gerilla savaşını korumak için faaliyet gösterdi.

Time Magazine-1928.
Not: TIME Wrangel’in eşi Barones’in de Lucullus batarken boğulduğunu yazdı. Oysa bir tamamiyle gerçekdışı bir haberdi. 

Baron Pyotr Nikolayeviç Vrangel, Rusya'dan ayrıldıktan sonra Batı Avrupa'da sürgünde yaşadı ve 1929'da İngilizce çevirisi çıkan anılarını yazdı. Vrangel'in ailesinin de aralarında olduğu bazı insanlar, onun, Sovyet ajanı olduğunu iddia ettikleri ve Vrangellerin arazisinde yaşayan, kahyasının kardeşi tarafından zehirlendiğini iddia ettiler. Vrangel'in cenaze töreni, Sırbistan'daki Doğu Ortodoks Kilisesi'nde yapıldı ve oraya gömüldü.


The New York Times, Adria‘nın Lucullus’a bindirmesi haberini “Wrangel her şeyini kaybetti” başlığıyla 16 Ekim 1921 tarihli nushasında yayınlamıştır. Oysa gemi kazası doğru olsa da haberde Wrangel, serveti ve eşi hakkındaki yazılanlar gerçekleri yansıtmıyordu. Bu yanltıcı haber Time Dergisi’nde de yeralmıştır.

Baron Pyotr Nikolayevich Wrangel ve eşi Barones’in imzalarının yeraldığı fotoğrafları. Kaynak: The Black Sea Encyclopedia

Baron Wrangel eşi Barones ile İstanbul’da Lucullus Yatı’nda yaşıyorken Sovyetlerin idaresindeki Batum'dan yola çıkan Adria isimli bir İngiliz vapurunun Kız Kulesi önlerinde çarpması sonucu Lucullus yatı batma tehlikesi geçirdi ve batmaması için karaya oturtuldu. Çarpma sırasında Wrangel eşi ile karada idi.

Ölümü ve ölümünden sonra itibarının iade edilmesi
1927'de Wrangel ve ailesi Brüksel'e taşındı ve orada mühendis olarak çalıştı. Nisan 1928'de tüberküloza yakalandı ve 25 Nisan'da vefat etti. Ani ölümü, Bolşevik istihbarat ajanları tarafından kasıtlı olarak enfeksiyona yakalandığı yönünde söylentilere yol açtı. General ilk olarak Brüksel'de gömüldü, ancak Ekim 1929'da külleri Belgrad'a taşındı ve Kutsal Teslis Ortodoks Kilisesi'ne gömüldü.

Wrangel sürgünde büyük bir otoriteye sahipti ve yetenekli bir teşkilatçı ve lider olduğunu gösterdi. Akrabaları daha sonra Wrangel'in anılarını ABD'deki Stanford Üniversitesi'ndeki Hoover Savaş, Devrim ve Barış Enstitüsü Arşivlerinde saklanmak üzere göndermiştir. Rus hükümetinin girişimiyle 14 Eylül 2007'de Vasilii Nikolayevich Azemsha tarafından yapılan bir Wrangel büstü ve anıtı Sırbistan'ın SremskiKarlovci kentinde açılmıştır.

Wrangel'in anılarına göre Limni ve Gelibolu’ya 126 vapurla yaklaşık 145.000 Beyaz Rus intikal etmiştir. Hatıratının Kasım 1920 tarihli kısmında Kırım'ın tahliyesinden sonra Rus General P. N. Wrangel Ordusu'nun kaderini anlatmıştır. Ordunun Kazak birimleri Limni adasına ulaşmış ve General A. P. Kutepov'un Birinci Kolordu birlikleri Gelibolu kasabası yakınlarında enterne edilmişlerdir. Burada Fransız Ordusundan insani destek alsalar da yaşam koşulları son derece zordu. Nitekim bir süre sonra Kazakların morali hızla bozulmuştur. Ancak Gelibolu'da General Kutepov yönetimindeki sert disiplin rejimi, Birinci Kolordu'nun büyük bir bölümünün moralini yeniden canlandırma etkisi yarattı ve 'Gelibolu mucizesi' efsanesinin gelişmesine yol açtı. Bundan böyle bu efsane, ordunun birliklerini bir arada tutmada hayati bir rol oynayacaktır.


Çankaya, Lucullus adıyla Tarabya’da.

Batırılışı
Çankaya, II. Dünya Harbiyıllarında 23 Şubat 1942 akşamı, İstanbul-Zonguldak-Varna seferini yaparken, 30 ton tuğla ve 170 tonluk demir boru yüküyle birlikte, Sovyet denizaltısı Ş-213 tarafından, İstanbul Boğazı'nın 3 mil açığında top ateşiyle batırıldı. 

Atılan torpidonun hedefi vuramaması üzerine yüzeye çıkan denizaltı iki adet 45 mm.’lik topuyla 29 dakika boyunca 55 kez ateş etmiş ve geminin batmasına yol açmıştır. 

Türkiye II. Dünya Harbi’nde tarafsız olmasına rağmen, Sovyet denizaltısı Nazi Almanyası'na stratejik malzeme akışını önlemek amacıyla Karadeniz'e giren tüm tarafsız ya da düşman gemilerini batırması yönündeki gizli talimatı yerine getiriyordu. Geminin 10 kişilik mürettabatı saldırıdan kurtulmayı başarmıştır. 

26 Şubat 1942 tarihli Vakit Gazetesi’nde Çankaya’nın batırıldığı haberi

Çankaya 1937'de Mehmet Kaptanoğlu ve Kardeşleri tarafından satın alınmış ve makinesi dizel motor olarak yenilendiği gibi yük gemisi olarak tadil olunmuştur.Böylece 52 yaşında Yat Lucullus’un yaşamı yük gemisi olarak sona erecektir.

Mehmet Kaptanoğlu ve Çankaya
Büyükbaba Mehmet Kaptanoğlu Rize’nin Çayeli Kazası Limanköy’lüdür ve memleketinden Fatma Hanım’la hayatını birleştirir. Bu aile yaşamlarını aynı köyde sürdürürler. Mehmet Kaptanoğlu bir taraftan balıkçılık yaparak geçimini sağlar, diğer taraftan kendi arazilerinde tarımcılık ve hayvancılık yaparak ailesine biraz daha fazla gelir temin eder. Bu gayretlerinde eşi Fatma Hanım hep yanında olur. Mehmet - Emine Kaptanoğlu’nun sırasıyla; Mehmet, Hasan, Maksut, İsmail ve Kâzım adlarını verdikleri beş erkek evlatları olur. Mehmet - Emine Kaptanoğlu ailesi ilk çocuklarına Mehmet adını vermişlerdir.

Seneler boyunca aile rızkını çıkartmak için yaşam mücadelesine devam ederken, Mehmet - Emine Kaptanoğlu ailesinin Saniye ve Fatma adını verdikleri iki kızı daha dünyaya gelir. Mehmet Kaptanoğlu ilk erkek evladının yetişkin yaşa gelmesiyle, oğlunu yanına alır ve tüm Karadenizliler gibi onlar da motorlu tekneleriyle denize açılırlar. Karadeniz’de “Kotra” tabir edilen yelkenli ve motorlu tekneleriyle Batum’a kadar seyrederler. Şeker, un ve yörenin diğer ihtiyaçları olan malları satın alıp, memleketlerine dönerler. Onlara bu imkânı veren, geçmiş yıllarda sürdürdükleri balıkçılık ve yaptıkları tarım ve hayvancılık faaliyetleridir. Ancak ilk uğraşları ailenin geçimi için hep yetersiz kalmıştır. Çaresiz yaşamı denizlerde aramaya dönerler. Nitekim derler ki, Allah herkesin rızkını bir somun ekm ek yapmış “Alınyazısı” diye dünyaya serpiştirmiş. Ekmeğin bittiği yerde artık durulamaz. Rızkı, Allah nerede vermiş ise, oraya göç edilecektir.

Mehmet Kaptanoğlu, büyük oğlu Mehmet’le yelkenlisini kendilerine mekân ederler ve Batum’a sık sık sefer yaparlar. O yıllarda bu iş “Sermayecilik” diye anılır. Bunun kısaca adı; Elindeki birkaç kuruşu değerlendirip ticaret yapmaktır. Armatörlüğe uzanacak olan bu başlangıç, tüm dünya deniz ticaretinde görülen bir gelişmenin aynisidir. İnsanoğlu, başka ülkelerde olan malları kendi ülkesine taşıyarak veya başka ülkelere naklederek, tüccarlık yapmış, böylece ticaret amacıyla armatörlüğü denemiştir. Seneler, Tanrı’nın verdiği imkanlarla Kaptanoğlu ailesinin çocuklarının büyümesi, genç bir erkek evlât olmalarıyla hem bu yaşamın idamesi hem de yeni iş imkanlarının aramasıyla geçer. Mehmet Kaptanoğlu’nun eşi Fatma Hanım da, iki kızıyla bu çabaya tüm güçleriyle katkıda bulunurlar. 

Mehmet Kaptanoğlu, Karadeniz’in hırçın dalgalarında oğullarını sakınmak için hep dikkat gösterir. Onları canı kadar sever ve gözünden sakınır. Hep korkusu Karadeniz’in onlara bir kötülük yapmasından ileri gelmektedir. Gücü yetmediği bir sene, ikinci büyük oğlu Hasan’ı da teknesine alır. Ama bu sıralarda Doğu Karadeniz sahillerine kadar yayılan Rus istilası başlamıştır. Kars ve Ardahan’ı işgal eden Ruslar, Karadeniz sahillerinde ilerlemeye başlarlar. Köyleri, kasabaları kuşatmakta, sonra halka ağır zulümler yapmakta ve yakıp yıkmaktadırlar. 

Mehmet Kaptanoğlu o zaman kararını verir ve Mehmet ve Hasan’ı daha güvenli olduğundan İstanbul’a gönderme çaresini arar. Oysa, onları İstanbul’a ulaştıracak doğru dürüst bir yol yoktur. Yoksulluk içinde kıvranan vatanda, tek ulaşım imkânı takalar ve gelebilirlerse posta vapurları olmaktadır. Mehmet Kaptanoğlu sonunda Mehmet ve Hasan’ın İstanbul’a ulaştırmayı başarır. İki genç bu kocaman kentte yaşamlarını sürdürebilecek bir iş ortamı yaratırlar. Başlarını sokacakları bir evleri olur. Peşinden diğer kardeşlerini ve nihayet ailelerini İstanbul’a aldırırlar. Kaptanoğlu ailesini tek düsturları; “Birbirine destek olmak ve yılmadan çalışmak” tır. Artık İstanbul’la Mürefte, Şarköy arasında yeni bir mal türünü taşımakta ve denizcilik yapmaktadırlar. O yıllarda Rumların yetiştirdikleri ve dünya ünlü Mürefte ve Şarköy üzüm bağlarından toplanan üzümleri ve çoğunlukla fıçılar içinde nakledilen şarapları taşırlar. Mürefte ve Şarköy’den getirilen şarap fıçıları Galata’da Şarap İskelesi sahilinde karaya taşınır. Boş fıçılar buradan yüklenir. 

Sürmene’de 250 tonluk bir gulet inşa ettiriyorlar 
Şarap taşımacılığı onlara yeni bir kazanç ve iş sahası açmıştır. Kazandıklarını, dişlerinden tırnaklarından artırdıklarını 250 dwt’luk çift direkli bir gulete yatırırlar. Sürmene’de inşa ettirdikleri bu ahşap gulet, onların aylarca rüyalarından eksilmez. Peşinden Bartın Deresi’nde 250 dwt’luk bir çektirme inşaatına girişirler. O yıllarda bu tonajlardaki tekneler “Çok büyük gemiler” sayılır. Bu nedenle teknenin omurgasını kızağa koymak ve denize indirmek büyük bir meseledir. Bu kez “Çankaya” isimli vapuru satın alırlar. Bu vapur aslında 52 yaşında İngiliz yapımı bir yattır. 

Çankaya’nın son öyküsü, savaş yıllarının başına tesadüf eder. Zira Çankaya, Zonguldak’tan 225 ton pik demir ve İstanbul’dan 30 ton kendir alarak Bulgaristan’ın Burgaz limanına sefer yapmış, yükünü tahliye ettikten sonra, 170 ton demirden su borusu ile 30 ton tuğla yükleyerek İstanbul’a doğru denize açılmıştır. Çankaya motorunun denize açıldığı tarih 23 Şubat 1942’dir. Hatırlanacak olursa, II. Dünya Harbi o sırada bütün şiddetiyle devam etmektedir. Sovyetler Birliği topraklarına giren Alman ordusu Rus ordusuna komuta eden Mareşal Korochef komutasındaki birliklerin sert direnişi karşısında geri çekilmeye başlamıştır. 

Kaynaklar:
- Ali Fuat Cebesoy - Moskova Hatıraları - Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
- Abdülahat Akşin - Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi - Türk Tarih Kurumu Yayınları.
- Ahmet Altıntaş - Milli Mücadele'de Yeşil Ordu Cemiyeti ve Siyasi Kökeni - (Doktora Tezi).
- Osman Öndeş - Türk Armatörleri Tarihi - 7 Cilt.