Enerji ihtiyacından teknolojik aletlerin üretimine kadar birçok alanda kullanılan madenlere talep her geçen gün artarken bu durum sınırlı maden kaynaklarına alternatif oluşturma çabalarını da beraberinde getiriyor. Bu çabalar kapsamında okyanusların dibindeki maden yataklarına yönelik çalışmalar hız kazanıyor.
Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği, Uluslararası Deniz Yatağı Otoritesi (ISA) ve Birleşik Krallık'taki Exeter Üniversitesi verilerine göre, derin denizlerde yer alan ve maden şirketlerinin ilgisini çeken kıymetli madenlerin başında bakır, nikel, alüminyum, manganez, çinko, lityum, gümüş, altın ve kobalt geliyor.
Söz konusu madenlerin bir kısmı cep telefonu, rüzgar türbinleri, güneş panelleri ve batarya gibi teknolojik aletlerin üretiminde kullanılıyor ve bu alanlardaki ihtiyaca paralel olarak bu madenlere talep de artıyor.
Derin denizlerde çalışma yapılması konusunda yetkili kurum olan Birleşmiş Milletlere bağlı ISA, bugüne kadar, aralarında Çin, Hindistan, Güney Kore ve Polonya gibi ülkelerle çeşitli şirketlerin olduğu 22 ayrı hükümet ve firmaya, derin denizlerde madencilik alanında keşif yapabilmeleri için 15 yıllığına izin verdi.
Keşif çalışmalarının tamamlanmasının ardından uluslararası sularda madencilik faaliyetlerine 2026 yılında başlanması bekleniyor.
Hangi bölgede ne tür madenler bulunuyor?
Söz konusu madenler belirlenen coğrafyalarda üç ayrı formda bulunuyor. Bunlardan ilki manganez nodülleri olarak adlandırılıyor ve sıklıkla okyanus diplerindeki derin ovalarda yer alıyor. Bu nodüllerde manganez ve demire ek olarak nikel, bakır, kobalt, platin ve tellür gibi teknolojik ürünlerin yapımında kullanılan diğer önemli metaller bulunuyor. Pasifik Okyanusu'nun kuzey-orta kısmındaki jeolojik bir kırılma alanı olan Clarion-Clipperton Bölgesi, Pasifik Okyanusu güney-orta kısmındaki Cook Adaları'na yakın ve Avustralya'nın birkaç bin kilometre doğusundaki Penrhyn Havzası, Güneydoğu Pasifik'teki Peru Havzası ile Kuzey Hint Okyanusu'nun merkezinde yer alan bazı bölgeler, önemli miktarda manganez nodülüne kaynaklık yapıyor.
Daha çok derin denizlerdeki hidrotermal bacalarda bulunun masif sülfid yatakları ise önemli miktarda bakır, altın, çinko, baryum, gümüş gibi çok kıymetli madenler barındırıyor. Hidrotermal bacalar, Kuzey Kutbu, Pasifik, Atlantik ve Hint okyanuslarındaki okyanus ortası sırt sistemleri boyunca yoğunlaşıyor.
Maden araştırmacılarının dikkatini çeken bir diğer maden yapısı ise kobalt açısından oldukça zengin olan demirli manganez kabuklar. Bunlar genellikle deniz dağlarının zirvelerinde bulunuyor ve başta manganez ve demir olmak üzere kobalt, bakır, nikel ve platin gibi çeşitli metaller içeriyor.
Fransız Polinezyası, Kiribati Cumhuriyeti ve Mikronezya Federal Devletleri'nin özel ekonomi bölgeleri gibi Pasifik Okyanusu'nda bulunan bazı bölgelerin bu açıdan iyi bir potansiyele sahip olduğu tahmin ediliyor.
"Denetlenmesi şu an için mümkün değil"
Derin deniz madenciliğinin çevresel etkisine ilişkin henüz gerekli düzenlemelerin yapılmamış olması, bu madencilik türünün biyoçeşitliliğe ve ekosisteme zarar verebileceği yönündeki kaygıları beraberinde getiriyor.
Makinelerle okyanusların tabanını kazmanın buralarda ciddi tahribata, birçok türün henüz keşfedilmeden yok olmasına, ekosistemin yapısının ya da fonksiyonun bozulmasına yol açarak geri dönülmez zararlara neden olabileceği, özelikle bu işlemin yapılmasıyla ortaya çıkan toz bulutunun deniz hayvanlarını boğabileceği ve sudaki organizmaları veya organik parçacıkları süzerek beslenen türlere zarar verebileceği belirtiliyor.
Gazioğlu, "Örneğin bazı bilgisayarların ekranlarında kullanılan bir maden dünyada tükendi. Biz halihazırda dönüşen minareli kullanıyoruz. Ama okyanuslarda bu mineralin olduğunu biliyoruz." dedi.
Derin deniz madenciliği konusunda düzenlemeye ihtiyaç duyulduğunu ve derin denizlere ulaşım güçlüğü nedeniyle bu faaliyetin denetlenmesinin henüz mümkün olmadığını vurgulayan Gazioğlu, "Şu an için derin denizlerdeki faaliyetleri takip etmemiz istense bile bu faaliyeti yapan şirkete gidip ondan, çektiği görüntüleri istemek gerekecek, haliyle bu takibin doğru yapılabilmesi için de bir yatırım yapılması gerek." değerlendirmesinde bulundu.
Buradan elde edilen madenlerin yeşil enerji teknolojileri üretiminde kullanıldığı şeklinde lanse edilmesinin tam anlamıyla doğru olmadığı yorumunda bulunan Gazioğlu, bu durumun şirketlerin yaptıkları faaliyetleri meşrulaştırılmak adına yöneldikleri bir "yeşil boyama" taktiği olabileceği konusunda dikkatli olunması gerektiğini dile getirdi.
Gazioğlu sözlerini "Bu metallere ihtiyacımız var ama bunun çevresel yükünü taşımaya hazır mıyız? Asıl odaklanmamız gereken nokta bu." diyerek tamamladı.