Her kültürün kendine özgü bir ritim ve ezgisi vardır, kimileri neşeli kimileri hüzünlü olan bu ezgiler, sayısız şarkıya türküye hayat verir. Kültürler birbirinden ne kadar uzak olursa olsun evrensel müziğin ruhu hepsinde ortaktır. Müzik, ruhu kelimelerden daha etkili binlerce şeyle doldurur; sevinci, acıyı, ölümü, umudu anlatan bir ezgi üstünden binlerce yıl geçse de insanlar üzerinde aynı duygusal etkileri yapar. Belki tarihinin ilk zamanlarından günümüze hiç müzikal eser ulaşmamış olabilir, ama geçmişin kayıp ezgileri halen şarkılarımızın türkülerimizin içinde yaşamaya devam ediyor. Bunların en güzel örneklerinden biri de her dönem denizciler arasında söylenen ve tüm denizci kültürlerde karşımıza çıkan heyamolalar…
Gemici şarkıları olan heyamolalar, çalışırken söylenen ve sözleri genellikle karşılıklı çağrı-cevap şeklinde olan nakaratlı dörtlüklerdi. Güçlü bir sese ve şiirsel yoruma sahip bir denizci solist olur ve mürettebatın geri kalanı ona koro halinde eşlik ederdi. Dünyanın her yerindeki denizcilerin hep bir ağızdan söyledikleri, denizin ve denizcinin ruhunu en güzel biçimde yansıtan bu şarkıların temel amacı her dönem aynı olmuştu: Güvertede yapılan işlere coşkulu bir hava katarak çalışmayı hızlandırmak ve denizciler arasında birlik-beraberlik duygusu yaratarak onları hep beraber çalışmaya teşvik etmek… Hep birlikte söylenen nakaratlarla tayfalar daha kolay işin üstesinden gelirlerdi.
Heyamolaların nasıl ortaya çıktığını daha iyi anlamak için öncelikle ritim kavramından bahsetmeliyiz: Çevremizde her şey uygun bir ritim ve tempoda gerçekleşir; düzenli bir şekilde tekrarlanan ardışık eylemler ritim, bu eylemlerin hızı ise tempodur. İnsanın duyduğu ilk ritim kalp atışıdır, dolayısıyla her insan doğuştan ritim duygusuna sahiptir. Doğru tempo ve ritim, dikkat ve beceri kabiliyetini geliştirir, yapılan işleri hızlandırır. İnsanların çalışırken bir yandan şarkılar türküler söylemeleri hep bu nedenledir; söyledikleri şarkının ritmi ve temposu dikkatlerini yaptıkları işin ritmine odaklamalarını kolaylaştırır. İşin hızlanması gerekiyorsa hareketli bir şarkı seçilir, yavaş ve dikkatli bir iş yapılırken hafif tempoda bir melodi mırıldanır.
Denizcilerin çalışma hayatında da ritim duygusu çok büyük önem taşır, zira denizde her şeyin adeta ritmik bir tınısı vardır. Mesela dalgaların yarattığı etkiler belli bir ritim ve tempoda gerçekleşir, bu ritim ve tempodaki herhangi bir değişiklik bile teknenin seyrini etkileyebilir. O zaman bir kaptanı denizin müziğini dinleyerek gemisini yöneten orkestra şefine benzetmek yanlış olmaz. Denizin bu değişken ritmi, denizcilerin çalışmalarını da belli bir düzen içerisinde yapmalarını gerektirir; aksi takdirde örneğin bir halatın veya ağın çekilmesi uygun bir ritimde ve uygun bir tempoda yapılmazsa istenmeyen sonuçlara neden olabilir. Kısacası iyi bir denizcinin ritim duygusunun da gelişmiş olması gerekir.
İşte heyamolalar denizde yapılan çalışmaların cinsine göre değişik tempolarda hep bir ağızdan söylenen ritmik kalıplardır. Önceleri bu kalıplar denizcilerin gündelik hayatta çalışmalarını kolaylaştırmak üzere söylenen basit tekrar komutlarından ibaretti; örnek vermek gerekirse kürekçilerin heyamolası "hop—bir—hop—(i)ki—hop—üç—hop—haydi" şeklinde basit bir kalıpta olabilirdi. Bu örnekte nakarat olan "hop" ünlemi hep beraber küreklerin çekileceği anı belirtmek için yüksek sesle tekrar edilir, aralarda kullanılan sayılar ise denizcileri eyleme hazırlamak içindir. Her üç komuttan sonra "haydi, hep beraber, tekrar, devam, çok güzel" gibi denizcileri yüreklendirici sözcükler kullanılarak başa dönülür. Nakaratların her zaman anlatılan konuyla mutlaka ilgisi olması gerekmez; hatta bunlar hiçbir anlam taşımayan tekerlemeler de olabilir. Bu şekilde bir heyamola söyleyen denizciler, komutla beraber aynı anda hareket ederek daha az enerji harcarlar. Çoğu işte gelişmiş şarkılardan ziyade bu basit kalıplar kullanılırdı, örneğin İngilizlerin ırgatla demir çekerken kullandıkları komutlar "haul-in—haul-two—haul-belay" şeklindeydi, Fransız denizciler ise "un—deux—troi (1,2,3)" şeklinde sayıları kullanıyorlardı.
Önceleri güvertede çalışma sırasında şarkı söyleme âdeti yalnızca ticari gemilerle sınırlıydı; ticaret gemilerinde ilk dönemlerde davul, flüt ve keman gibi enstrümanlar da kullanılmaktaydı. Britanya Kraliyet Donanması, çıkan gürültünün mürettebatın emirleri duymasını engelleyeceği düşüncesiyle heyamola söylenmesini yasaklamıştı, bunun yerine lostromo ırgatla demir çekilirken flütüyle mürettebata eşlik ediyordu.
Heyamolalar bazen flüt ve keman eşliğinde de söylenirdi
Hangi işte hangi heyamolanın söyleneceğine gelince, bu işin cinsine ve uzunluğuna bağlıydı. Denizciler yelkenleri toplamak veya fora etmek gibi kısa süreli işler yaptıklarında kısa, denize açılma gibi uzun süreli ve ağır işlerde ise uzun heyamolalar söylerlerdi. Demir atarken ya da demir alırken zincirin sarılması gibi uzun süreli ve tekrarlı işler için sürekli tekrar eden bir ritme sahip palamar heyamolası uygundu; balina avı için ise özel heyamolalar vardı. Heyamolaları bir kişi söyler, her mısradan sonra nakaratlar hep bir ağızdan tekrarlanırdı.
Heyamolalar zamanla çalışma saatlerinin dışında güvertede eğlence amaçlı da söylenmeye başlanacak, müzik aletlerinin eşliğinde söylenen nakaratlı dörtlükler "balad" adını alacaktı. Sade ve anlaşılır bir halk diliyle söylenen Baladlarda çoğunlukla aşk, macera ve savaş konuları işlenirdi. Orta çağ Avrupa’sında hemen hemen her ülkenin kendine özgü geleneksel baladları vardı. XVI. yy’da baskı teknolojilerinin geliştirilmesi, baladların basılarak tüm kıtaya yayılmasını sağladı. El ilanı gibi basılarak halka satılan bu baladlar, orta çağda güncel olaylara dair haber veren bir tür gazete işlevi de görmekteydi. Öyküleri müzikal şiirlerle anlatma geleneği XVII. yy’da Kuzey Amerika’ya yerleşen İngilizler tarafından Yenidünya’ya da taşındı.
Başlangıçta yerel ezgilerle sınırlı kalan baladlar farklı kültürlerden farklı denizcilerin etkileşimiyle harmanlanacak, Afrika ve Polonez ritimleriyle karışarak zenginleşecekti. Bu baladlar zamanla batıda deniz şarkısı anlamına gelen "sea shanty, chant de marins, canto marinaresco" gibi isimlerle anılmaya başlandı.
XIX. yy'da popüler olan bir denizci şarkısının notaları
Peki, denizcilerin çalışırken söyledikleri bu şarkılar neden dilimize heyamola olarak geçmişti? Bu soruyu yanıtlamadan önce dilerseniz kısaca eski Türk ritüellerine ve heyamola geleneğinin günümüzde halen mevcut olan uygulamalarına göz atalım:
Eski Türk kültüründe tabiatın dört unsurundan biri yel denilen hava elementi, yani rüzgârdı. Yelkenli gemiler için rüzgâr olmazsa olmazdı; bu nedenle dünyanın her yerinde insanlar rüzgârı yönlendirmek istemişler ve tanrılardan rüzgâr dilemek için inançları doğrultusunda birtakım ritüellere başvurmuşlardı. Bu ritüellerde rüzgârı veya rüzgârı yönettiğine inanılan ruhu etkilemek için çeşitli poetik metinler kullanılırdı.
Eskiden Ramazan ayında Kıbrıs Türkleri arasında oynanan Gemi Kaldırma Oyunu, bu eski ritüellerden izler taşımaktadır. Oyunda gemi yoldan çıkmaya hazırlanınca kaptan yelken indirir gibi yapar, "Ey Allah yolla Ey Allah yolla" derdi. İzleyenler ise "Vuuu Vuu" diye hep bir ağızdan rüzgâr sesi çıkarırlar ve ardından bir denizci türküsü söylenirdi:
Bir gemi gelir Erez ’den, Yelkeni var beyaz bezden
Şimdi olmazsa birezden, Heyamola heyalesa
Bir gemi gelir adadan Yelkeni var abadan
Sen de gel dut buradan, Heyamola heyalesa (Gökçeoğlu, 1994: 112-113)
Bu oyunun benzeri günümüzde Anadolu'da Sinop, Gerze ve Safranbolu gibi kıyı şehirlerinde Helesâ, Halasu, Heleysa veya Heyâmola adıyla oynanır; oyunlarda söylenen nakaratlar ise hep heyamola heyelesa tekerlemesinden türemiştir: "Helasâ Yaleysâ; Heyâmola Yusâ; Halasu helesu; Hele mele pusa"
Acaba heyamola heyalesa ne anlama gelmekteydi? İlk bakışta bu sözlerin Rumcadan dilimize geçmiş olduğu iddia edilebilir, zira "Kaptan Andreas Zeppos" adlı Yunan deniz şarkısında da aynı tekerleme karşımıza çıkar:
Έγια μόλα έγια λέσα, έχει ο σάκος ψάρια μέσα (Heyamola heyalesa, çuvalı dolu balıkla)
Έγια μόλα έγια λέσα, έμπα στη βαρκούλα μέσα (Heyamola heyalesa, haydi tekneye atla)
Oysa sıkça tekrarlanan bu sözler dikkatli bir şekilde incelenirse, eski ritüellerdeki kutsal sözler gibi belirli bir ezgi ve ritimle koro halinde söylendiği görülür. Araştırmacı yazar M. Şakir Ülkütaşır, "Türk Halk Bilgisine Ait Araştırmalar" adlı çalışmasında (Ülkütaşır, 1938: 40-42) bu sözlerin aslında Türk gemicilerin eskiden kullandıkları bir dilek kipi olduğunu ve "Eyyam ola, yel ese!" cümlesinden bozularak türetildiğini ileri sürüyor; tıpkı bugün kullandığımız "Rüzgarın kolayına olsun" deyimi gibi…
Buharlı gemilerin yavaş yavaş yelkenlilerin yerini almaya başlamasının ardından, heyamola geleneği XIX. yy.’ın ikinci yarsında eski önemini kaybetti. Artık güvertede makinalar kullanılmaya başlanmıştı ve makinaların uğultusu zamanla heyamolaların yerini aldı; makine gücünden yoksun küçük teknelerde ise denizcilerin coşkulu sesleri XX. yy ortalarına kadar güvertelerden yükselmeye devam edecekti.
Son olarak Yelken Çağında batılı denizciler arasında popüler olan heyamolalardan birkaçıyla yazımızı bitirelim:
Leave her Johnny: Bu geleneksel İngiliz heyamolası gemi limana demirledikten sonra son vardiyada tulumba başında söylenirdi. Johnny (Küçük John), bizdeki Mehmetçik gibi İngiliz denizcilerinin lakabıydı ve gemi geleneksel olarak dişi olarak anlatılıyordu.
The Dead Horse: Denizcinin denizdeki ilk ayını doldurmasını kutlamak için söylenirdi. Denizcilerin bir aylık maaşı avans olarak denize açılmadan ödeniyordu ve çoğu bu parayla birikmiş borçlarını kaparlardı; bu durum denizciler arasında ölü bir at satın almaya benzetilirdi.
Drunken Sailor: Denizcilerin demir alırken kullandıkları orta hızda (moderato) bir ırgat heyamolasıydı. Demiri çekmek için yerleştirilen zincirin sarıldığı ırgat, üzerindeki deliklere yerleştirilen kalın çubuklar itilerek döndürülürdü.
The Fish in the Sea: İskoç balıkçı heyamolalarından türetilen bir ırgat şarkısıydı ve denizciler ağı çekmek için her dizede ırgat çevresinde bir tur atıyorlardı. Kuzeydoğu Amerika’da Glouchester balıkçıları arasında popüler olan bu heyamola genellikle İskoç aksanıyla söylenirdi.
Whiskey Johnny: Kökeni II. Elisabeth dönemine dayanan bu heyamolanın hangi iş için kullanıldığı tartışmalıdır. Babafingo veya gabya yelkenleri için yelken heyamolası ve bazen de ırgat heyamolası olarak kullanıldığı belirtilir.
The Rio Grande: En popüler deniz şarkılarından biridir, birçok versiyonu vardır. Rio Grande Güney Brezilya’da bulunan bir liman şehriydi. Bu heyamola Irgat veya vinç çekerken kullanılırdı ve okyanus aşırı gemilerde söyleniyordu.
Paddy Doyle’s Boots: Yelken çağında çok popüler olan bu heyamola yelken eteğinin orta yerini açarken ve saravele ederken söylenirdi, bu işi tamamlamak için 2-3 dize yeterliydi. Şarkıda bahsedilen Paddy Doyle, büyük bir ihtimalle denizcilerin ekipmanlarını satın aldıkları ve borçlandıkları liman amirlerine gönderme yapan sembolik bir isimdi.
Aweigh, Santy Anno: Büyük bir ihtimalle Karayip kökenli olan bu heyamola önceleri yalnız tulumba çekerken söylenirdi. Mekanik pompalı demir gemiler ahşap gemilerin yerini alınca ırgat heyamolası şeklinde uyarlanarak söylenmeye başlanmıştı.
Storm Along John: Afro-Amerikan kökenli bu heyamolanın geçmişi 1830’lara kadar gitmektedir. İlk başlarda tulumba başında söylenmiş, daha sonra ırgat heyamolasına dönüşmüştü.
Homeward Bound: Demir çekerken kullanılan bu ırgat heyamolası eve dönüş yolunda söylenirdi.
The Coasts of High Barbary: Child Ballad adıyla bilinen eski bir İngiliz baladının Amerikan versiyonudur. Cezayirli korsanların Amerikan gemilerine saldırdığı 1795-1815 yılları arasında çalışma saatlerinden sonra söylenen popüler bir deniz şarkısı olmuştu.
Kaptan Kidd: William Kidd’in hikâyesini anlatan bu şarkı, 1701’de yakalanarak korsanlık suçuyla asılmasının ardından denizciler arasında söylenmeye başlanmıştı.