Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıklarında Uluslararası Hukukun Rolü

Doç. Dr. Hakan ARIDEMİR

Uluslararası hukukun devlet egemenliği ve çıkar çatışmaları karşısında etkisiz kaldığı yönündeki iddiaların aksine, bu hukuk sistemi, modern uluslararası ilişkilerde düzen sağlamak ve barışı korumak açısından hayati bir rol oynamaktadır. Her ne kadar devlet egemenliği, uluslararası hukukun uygulanabilirliğinde belirleyici bir faktör olsa da, bu egemenlik hukukun temel prensiplerine aykırı hareket etmek anlamına gelmemektedir. 

Uluslararası hukuk, egemenliğin sınırlarını çizerek, devletler arasında uyumlu ilişkiler kurulmasına zemin hazırlar. Bu bağlamda, ahde vefa (pacta sunt servanda) ilkesi, devletlerin imzaladıkları andlaşmalara sadık kalma zorunluluğunu güçlü bir şekilde vurgular. Ahde vefa ilkesine bağlılık, küresel hukuk düzeninin devamlılığı için kritik bir işlev görmektedir. Çünkü bu ilke sayesinde devletlerin karşılıklı rızası ön plana çıkmakta, uluslararası ilişkiler daha sağlam bir temele oturmaktadır. Böylece, devletler arası ilişkilerde güven ortamı pekişmekte ve uluslararası hukukun etkinliği artmaktadır.

Devletler çıkarlarını koruma eğiliminde olsa da, uluslararası hukuk bu çıkarları dengeleme ve taraflar arasında adil çözümler üretme kapasitesine sahiptir. Örneğin, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) gibi düzenlemeler, açık denizlerdeki kaynakların kullanımını ve devletlerin haklarını net bir şekilde tanımlayarak, çatışmaların barışçıl yollarla çözülmesini teşvik eder. UNCLOS, sadece teorik bir çerçeve değil, aynı zamanda pratikte uygulanabilen, deniz alanlarındaki haklar ve sorumlulukları belirleyen somut ve hatta bazen de zorunlu bir hukuki mekanizmadır. Egemenlik iddiaları karşısında uluslararası hukuk, bir denetleyici ve denge unsuru olarak işlev görmektedir.

Uluslararası hukukun bağlayıcılığı, sadece devletlerin rızasına dayalı bir sistemle sınırlı değildir. Örneğin, Uluslararası Adalet Divanı (ICJ), Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (ITLOS)  ve uluslararası tahkim gibi yargı süreçleri, devletlerin hukuki sorumluluklarını yerine getirmesini sağlamak amacıyla devreye girer. Devletlerin bazen bu süreçlere katılmama veya kararları uygulamaktan kaçınma eğiliminde olabileceği iddia edilse de, birçok örnekte devletler bu mekanizmalara uyum göstermiş ve anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözmeyi tercih etmiştir. Bu da, uluslararası hukuk sisteminin işlevsel olduğunu ve devletlerin bu sisteme güvenerek haklarını savunabildiklerini ortaya koyar.

Açık denizler ve kıta sahanlığı gibi alanlarda yaşanan çıkar çatışmaları da uluslararası hukuk tarafından düzenlenmektedir. UNCLOS ve diğer uluslararası sözleşmeler, kıyı devletlerinin kıta sahanlığındaki haklarını tanımlarken, kaynakların paylaşımında adil bir çerçeve sunar. Örneğin, balıkçılık hakları ve deniz altı kaynaklarının kullanımı konusundaki anlaşmazlıklar, bu tür düzenlemeler sayesinde barışçıl yollarla çözüme kavuşturulmuştur. Uluslararası hukuk, bu alanlarda devletlerin keyfi egemenlik taleplerini sınırlar ve uzun vadede sürdürülebilir çözümler üretmektedir.

Sonuç olarak, uluslararası hukuk deniz yetki alanlarında devlet egemenliği ve ulusal çıkarlar karşısında zayıf değil, aksine bu çıkarları dengeleyen ve devletler arası barışçıl ilişkileri teşvik eden bir mekanizmadır. Ahde vefa ilkesi ve uluslararası hukuk normlarına uyum, küresel düzeyde işleyen bir sistemin temel taşlarıdır. Uluslararası hukuk, açık denizler gibi tartışmalı alanlarda dahi, adil ve bağlayıcı çözümler üreterek, devletler arası anlaşmazlıkları kontrol altına almayı başarmaktadır.

Bununla birlikte uluslararası hukukun etkinliğinin büyük ölçüde devletlerin hukuka saygı gösterme düzeyine ve uluslararası toplumun işbirliği yapma istekliliğine bağlı olduğu da söylenebilir.