Amiral Cem Gürdeniz: Türk denizciliğinin sahibi yok!

Lozan Barış Antlaşması’nın 100. ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 87. yılına özel düzenlenen oturumda konuşan Amiral Cem Gürdeniz...

Lozan Barış Antlaşması’nın 100. ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 87. yılına özel düzenlenen oturumda konuşan Amiral Cem Gürdeniz, donanmanın önemine dikkat çekerek "2 tane sismik gemi alıyorsunuz, 3 tane delme gemisi alıyorsunuz, Mavi Vatan diyorsunuz, donanma bu kadar büyüyor ama Türk denizciliğinin sahibi yok!" ifadelerini kullandı.

Türk Hukuk Kurumu’nda yapılan “100. yılında Lozan Barış Antlaşması ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 87. yıl dönümü” oturumuna katılan Veryansın Tv yazarlarından emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, Lozan Barış Antlaşması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve jeopolitik hakkında ayrıntılı bir konuşma yaptı.

Prof. Dr. Zehra Odyakmaz’ın moderatörlüğünde yapılan oturumda Gürdeniz; Lozan Barış Antlaşması’nın dönemi gereğince büyük bir antlaşma olduğuna ve jeopolitik anlamda Montrö ile tamamlandığından söz ederken aynı zamanda Hatay’ın anavatana katılışı, Yavuz-Havuz Davası, jeopolitik, münhasır ekonomik bölge, Mavi Vatan, Hora Gemisi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin jeopolitik geleceği ve yapması gerekenler gibi konulara değindi.

‘1876’dan Beri Donanma Yok Edildi’
Gürdeniz yaptığı konuşmada, şunları kaydetti:

“Mustafa Kemal Atatürk, hakikaten kurtuluş, başlı başına bir efsane. Ancak Mustafa Kemal liderliğinde kazanabilecek bir askeri başarıdan söz ediyoruz. Atatürk sadece vatanı kurtarmadı, kurtuluş bir vatanın kurtarılma aşamasıdır ama Atatürk vatanı kurtardıktan sonra bana göre bir vatan yaptı, yeni bir vatan yarattı, yeni bir devlet, yeni bir millet ve benlik yarattı. Yani hem vatan kurtarıcı hem de vatan kurucu oldu. Vatanı kurarken temel aldığı hedef tabi ki her devleti ve vatanı kuranın yaptığı gibi jeopolitik çerçeveyi çizdi.

‘Lozan’ın Koşullarında Arkasında Güçlü Bir Donanma Olmadığı İçin Eksiklikler Oldu’
Atatürk Lozan ile önce anavatanın sınırlarını çizdi. Önce yaşadığımız, ektiğimiz, havasını soluduğumuz, suyunu içtiğimiz toprağı emniyete aldı. Lozan Barış Antlaşmasına baktığımız zaman jeopolitik perspektifte en önemli gördüğüm husus Sevr’de bize empoze edilen sınırların tanınmaması, Misak-ı Milli’de ilan edilen alanların hemen hemen yüzde 80’ine yakın bir kısmın emniyete alınması. Bunu Atatürk’e bir eleştiri olarak asla söylemiyorum fakat Lozan’ın koşullarında arkasında güçlü bir donanma olmadığı için Lozan’ın denize yansımasında eksikler oldu.”

Gürdeniz söz konusu eksiklikleri ise şöyle sıraladı:

1- Kıbrıs, 2- Doğu Ege ve boğaz önü adaları, 3- İskenderun Körfezi, 4- Türk boğazlarının Lozan ek sözleşmesiyle 13 yıllığına egemenliğinin boğazlar komisyonuna devredilmesi. Atatürk’ü o konjonktürde bana göre en çok üzen konu Türk boğazlarının mutlak egemenliğinin alınamamış olmasıydı. Bu söylediklerimin hepsi donanmayla ve denizle ilgili. Peki soruyorum size, donanma var mıydı? Yoktu, donanma ne zamandan itibaren yoktu? Onu da söyleyelim, 1876’dan beri, yani II. Abdülhamit iktidara geldiği andan itibaren donanma yok edildi. II. Abdülhamit’in dış politikada, Ege politikasında rolü olmuş olabilir, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü Rusların Süveyş bölgesine inmesini engellemesiyle bir tampon vazifesi olarak kullanması ve bu dengeyi sağlayarak 33 yıl boyunca çokça toprak kaybına rağmen imparatorluğu devam ettirmiş olabilir ama bir yarımada devletini donanmasız savunamayacağını bilmesi gerekirdi. 1911 Trablusgarp, 1912 Balkan ve sonra I. Dünya Savaşı, adeta bir kurtlar sofrası ve hep denizden geldiler. Bu nedenle Atatürk’ün Lozan öncesinde yarattığı askeri konjonktür Lozan’a giden heyete verdiği direktifleri topluca değerlendirdiğimizde donanmasızlığın tezahürünü görüyoruz.

‘Gücünüz Varsa Konuşursunuz’
Lozan’da bana göre Kıbrıs, Doğu Ege, boğaz önü adalarında sorun yaşandı. Doğu Ege’deki ve boğaz önündeki 400 yıllık Türk adaları tartışılabilirdi, bunlar tartışılmadı. I. Dünya Savaşı çıkınca İngiltere Kıbrıs’ı ilhak etti. Eğer güçlü bir donanma olsaydı, yani bugünkü çapta bir donanmamız olsaydı, Atatürk giden heyete şunu diyebilirdi: İlhakı tanımıyoruz. Gücünüz varsa konuşursunuz. Mudanya’da Ekim 1922’de antlaşma imzalandıktan sonra meşhur bir çanak olayı vardır. Uluslararası tarihte Chanak Affair olarak bilinir, Kanada’nın kuruluşuyla ilgilidir. Lloyd George, Türkler fazla ileri gitti, eğer İstanbul’a veya Doğu Trakya’ya girmeye kalkarlarsa Çanakkale üzerinden önlem alınması için General Harrington’a emir veriyor. General Harrington ise böyle bir taarruza karar verilirse yok oluruz cevabını veriyor. Bunun ardından Kanada, Yeni Zelanda ve Avustralya’dan asker talebinde bulunuyor. Kanada’da parlamentosundan geçmeden İngiliz parlamentosunda alınan karar ile asker gönderilmesi isteniyor fakat Kanada bunun ardından bağımsız olduğunu ilan ediyor. Dolayısıyla kuvvetiniz, tugaylarınız, tümenleriniz, çamurda savaşacak adamınız varsa masaya öyle oturursunuz. Şimdi soruyorum. Adayı istiyorsunuz, boğazı istiyorsunuz, Kıbrıs’ı istiyorsunuz, peki verelim ama bunu savunabilecek misin? Arjantin Falkland Adalarını aldı fakat 3 ay sonra 2000 ölüyü geride bırakarak çekildiler. Mühim olan elde tutabilmek. Lozan’ın en büyük talihsizliği donanmasız şekilde gönderdik heyetimizi oraya. Atatürk’ü en çok üzen konu, baştan söyleyeyim: Türk boğazlarını askerileştirememesi. Atatürk 1924’te Latife Hanım ile Hamidiye kruvazörüyle Karadeniz gezisine çıkıyor. Gemiye nereden biniyor? Gemiye İstanbul’dan binemiyor, Mudanya’dan biniyor. Çünkü o dönemde liman ziyareti yasak. Mesela neden acele şekilde Gölcük tersanesi kuruldu? Çünkü Lozan gereği boğazlarda hiçbir askeri yapıya izin verilmiyordu, üs kurulamıyordu, karargâh kurulamıyordu, tamamen silahsızlandırılmıştı. Atatürk için bu hicrandı.

Türk Deniz Jeopolitiğinin Anahtarları’
Donanmanız olmazsa Lozan’daki boğazlar, Kıbrıs, Doğu Ege, boğaz önü adaları ve İskenderun Körfezi açıklarını kapatamazsınız. Bunlar Türk deniz jeopolitiğinin anahtarlarıdır. Türk deniz jeopolitiğinden kastımız nedir? Bu kavram boğazlar bölgesi, Mavi Vatan, Kıbrıs ve güneyimizde denize çıkmak isteyen kukla bir Kürt devletinin önlenmesi üzerine oturmaktadır. Türkiye’nin 21, 22 ve 23. yüzyıllarda milli birliğiyle ayakta kalabilmesinin deniz jeopolitiğinin formülü bu. Atatürk bunu çok iyi gördüğü için önce boğazları geri aldı. Önce donanmayı yaptı ve o donanmayla boğazları savunabileceğini ispat etti ve talih de buna yardımcı oldu. 1930’larda enerji jeopolitiği yoktu, İsrail jeopolitiği yoktu, kenar kuşak jeopolitiği yoktu. Türkiye’nin bağımsız jeopolitik uygulayabilecek en güzel dönemi Atatürk dönemiydi ve Atatürk bunu çok iyi gördü.

‘Eğer İngiliz İskenderun’a Asker Çıkarırsa Ateş Açarım’
Atatürk Mondros’tan sonra 3 Aralık’ta Genelkurmay’a –o dönemde yanılmıyorsam genelkurmay başkanı Saffet Paşa- telgraf çekiyor ve diyor ki ‘Eğer İngiliz İskenderun’a asker çıkarırsa ateş açarım’. Özgüvene bakar mısınız, bunu neden söylüyor? Çünkü Anadolu’yu işgal edecekseniz bunun tek kapısı var: İskenderun Körfezi, Toros geçitleri. Mondros’ta Toros geçitlerinin maddesi var. Anadolu ovasına İskenderun Körfezi’nden çıkan, Toros geçitlerini aşarak ovaya oradan akıyorlar. Amerikalıların meşhur Griddle Report’u vardır 1945’te. Daha savaş bitme aşamasındayken ne diyor biliyor musunuz? Türk boğazları düşse de gelecek Sovyet-Amerikan çatışmasında Türkiye’yi yanımızda tutarsak Türkler Sovyetleri Toros geçitlerine erişmeden Anadolu’da bitirir. Tüm dertleri Sovyetlerin Akdeniz’e inmesi, Süveyş’e inmesi. O yüzden Atatürk bunu görmüş bir lider ve donanmanın ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu biliyor.

‘Okyanusun Eteklerindeyiz’
1916 yılı, I. Dünya Savaşı devam ediyor. 7. tümen komutanı ve rütbesi daha yarbay, o dönemde general bile değil. Alman büyükelçiliğinden basın müşaviri geliyor söyleşi için. Ne diyor biliyor musunuz? ‘Esasında okyanusların eteklerindeyiz’. Yani Kızıldeniz’i kastediyor, tabi ki o dönemde duruyor daha. Daha Hicaz ve diğer bölgelerden çekilmemişiz. ‘Ama hiçbir okyanusa doğrudan erişemiyoruz, aynı Ruslar gibiyiz’. Bu müthiş bir direktif ve müthiş bir düşünce ve ekliyor ‘ve eğer okyanustan gelen yüksek kara gücü taşıyan bir kuvvete karşı kendimizi koruyamazsak var olamayız’.

‘Türk Denizciliğinin Sahibi Yok!’
Yıllarını kara harbine odaklamış jeopolitik deniz teorilerini bilmeyen bir gruba siz donanma şu açıdan önemli diyemezsiniz. İşte Türkiye’nin durumu ortada… Daha denizcilik bakanlığı yok, siz 2 tane sismik gemi alıyorsunuz, 3 tane delme gemisi alıyorsunuz, Mavi Vatan diyorsunuz, donanma bu kadar büyüyor ama Türk denizciliğinin sahibi yok! Türk denizciliğinin bugün sahibi kim biliyor musunuz? Ulaştırma Bakanlığında Denizcilik İşleri Müdürlüğü, 85 milyonluk dev bir ülke, G20 üyesi ve 21. Yüzyılı tamamen Mavi Vatan dediğimiz yetki alanlarındaki zenginliğe savunma, güvenlik aranjmanlarına bağlı, Türk boğazları Montrö Sözleşmesi’nden İskenderun Limanı’na kadar her alanda denize tam bağımlı bir ülke denizciliğinin bütüncül takibini yapacak bir bakanlığı yok.

‘Savaşlarda Kayıpları Göze Almalısınız’
Atatürk 1936 yılında bir harp oyununa katılıyor. Harp oyununda Kıbrıs’ı gösteriyor: ‘Baylar bu adaya dikkat edin. İleride ikmal yollarımız tıkandığında bel bağlayacağımız tek yer burasıdır’. Neden? Çünkü Anamur-Kıbrıs 40 mil, çok yakın. Bakın bugün Kocatepe’nin batış yıl dönümü, vefat eden 54 şehidimizi rahmetle anıyorum, büyük bir trajedidir ama şunu söyleyeyim ki adada jeopolitik değişmiştir. 100 yıldır yapamadığımızı 120 saatte yaptık. Değil bir Kocatepe, birkaç gemi batsa bile kazanılan jeopolitik kazanç o kadar büyüktür ki savaşlarda kayıpları göze almalısınız.”

Güncel Haberleri

Akdeniz'de batan Rus gemisine "terör saldırısı" düzenlendiği belirtildi
Sinop'ta deniz çekilmesi havadan görüntülendi
Tekirdağ'da ölü yunus karaya vurdu
ANALİZ- 2025'te ticaret yolları: Koridor jeopolitiği ve yeni dinamikler
Koç Holding'e Fenerbahçe-Kalamış Yat Limanı için davet gitti