250 yaşındaki Bahriye Mektebimiz ve liderlik

Anadolu yarımadasını anavatan bildiğimiz son 1000 yılın tarihi, bizlere denizin, denizcilik gücünün ve deniz kuvvetinin önemini ve vazgeçilmezliğini sayısız örneklerle öğretmiştir.

Cem GÜRDENİZ – Emekli Tümamiral

Bu tarihsel süreç içinde eşsiz Anadolu coğrafyasında yaşayan atalarımız, denizleri önemsemenin ve deniz gücünü geliştirmenin ödülünü güç ve gönenç kazanımları ile alırken, bu gücü ihmal etmenin bedelini de kan, toprak ve onur kayıpları ile çok ağır ödemişlerdir. 

DONANMANIN ASLİ UNSURU: NİTELİKLİ İNSAN GÜCÜ
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Donanmasının var oluş teorisi çok sadedir. “Donanmasız Anadolu Olmaz”. Şüphesiz donanmanın asıl unsuru insan gücüdür. İnsan gücü piramidinde en üstte amiraller altında subaylar ve piramide güç veren teknokrat astsubay, uzman erbaş ve erlerin oluşturduğu uyumlu yapı savaş gemileri kadar önemlidir. Zira bu yapıdaki unsurlar liyakat, bilgi ve tecrübe sahibi değillerse, Atatürk’e, anayasada vazedilen cumhuriyetin kurucu değerlerine bağımlılıkları zayıfsa etkin savaş gücü oluşturamazlar. Ortadoğu Donanmaları durumuna düşerler. Temeli gemi komutanı olmak üzere piramidin komuta yapısını bu coğrafyada 250 yıldır Bahriye Mektebi yetiştiriyor. Bunun 100 yılı Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Donanmasına ait. Deniz gücümüzün gelişimiyle bu güce komutan ve lider yetiştiren Deniz Harp Okulunun gelişim süreçleri birbirleriyle ilişkilidir. Doğal olarak deniz gücü insan gücü dışında başta teknolojik ve lojistik güç faktörleri olmak üzere birçok faktörden etkilenmektedir. Ancak liderlik ve etkin komuta fonksiyonları sağlanmadan diğer faktörlerin ne denli geçerli olduğu dünya deniz tarihinin sayfalarında saklıdır. 

İDEALİZM VE MATERYALİZM
Deniz subaylığı bilimselliği ve akılcılığı öne çıkaran bir meslektir. Denizde doğa, teknik ve personel disiplini olmazsa savaşamazsınız. Sadece katı emirler vererek ya da iman gücü ve dua ile pervane dönmez, füzeler, torpidolar ve toplar ateşlemez.  Bu nedenle denizcinin rehberi akıl, bilim ve gerçekçiliktir. Deniz gücüne kumanda edecek liderler yüksek karakter, erdem, vefa ve cesaret sahibi olmaları dışında hukuk, doğa kanunları ve teknolojinin çizdiği sınırlar içinde hareket etmelidir. İyi bir denizci mesleğini sadece hayatını kazanma ve ailesini geçindirme aracı olarak değil, ölene kadar devam edecek idealist yaşam şekli olarak görmelidir. Bir kişi şan, şöhret ve zengin olmak için deniz subayı oluyorsa yanlış yoldadır. Bu meslek idealizm mesleğidir. Kendisi ve ailesine onurlu bir yaşam standardı sağlamak ise devletin görevidir. Maalesef Bugünün Türkiye’si gibi yolsuzluğun, usulsüzlüğün, görgüsüzlüğün ve materyalist arsızlığın had safhada hüküm sürdüğü bir devlette birleşik kaplar misali yolsuzluğa bulaşanlar ya da temayülü olanlar tarihten örnek almalıdırlar. Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet tarihinde devlete ve deniz kuvvetlerine görevi bir ideal olmak yerine zenginleşme aracı olarak görenlerin sonu ibretlik ve utanç dolu vakalarla doludur. 

YÖNETİCİ VE LİDER
İyi bir deniz subayı öncelikle yöneticiliğinin yanında lider özelliklere sahip olmalıdır. Zira doğanın güçlerinin hüküm sürdüğü harekât ortamında savaş gemisi gibi dar ve teknoloji yoğun bir alanda ateş gücüne ve personele kumanda edebilmek, gerektiğinde gemisi ile batmayı, yok olmayı göze alarak savaşa girmek gibi beklenmeyen ve zor koşulları yönetmek sadece yöneticiliği değil liderliği gerekli kılar. Unutulmamalıdır ki savaş gemisi barış zamanında dahi tam cephane ve yakıt ile harbe hazır durumdadır. Karacı birlikler gibi donanmalarda alarm seviyeleri yoktur. Limanda barış içinde yatan bir gemi dakikalar içinde açık denize çıkarak kendini çatışmanın içinde bulabilir. Tarihte binlerce örneği vardır. Hazır olmayan donanmaların sonu da baskınlarla karşılaşmaktır. Osmanlı donanması baskınlardan fazlasıyla acı çekmiş bir donanmadır. 

KOMUTAN SORUMLULUĞU
Başta savaş gemisi olmak üzere donanmanın tüm unsurları komutan–personel ilişkisi içinde faaliyet gösterir. Harbe hazır gemiyi savaştıracak olan komutandır. Donanmada asli görev birimi olan Gemi Komutanı, devleti ve milleti adına kendisine bir savaş gemisi emanet edilen denizcidir. Savaş gemisi çok pahalı bir devlet yatırımdır. Gemi komutanının, mal ve candan belki de daha önemli bir emaneti daha vardır. O da devletin ve donanmanın onurudur. Bu nedenle gemi komutanı hata yapmamalıdır. Gemi komutanı görevi esnasında öyle anlar yaşayacaktır ki, ona Tanrıdan ve talihinden başka kimse yardım edemeyecektir. Personeli komutana önce güvenmelidir. Bu ise kolay kazanılmaz. Güven çok büyük birikim gerektirir. Pek çok kazanımın bir fonksiyonudur. Gemideyse komutanın manevradaki ustalığına yani “kaptanlığına”, savaş hali dâhil olağanüstü hallerde göstereceği soğukkanlılığa yani “tecrübesine”, en karmaşık durumlarda uygun durum muhakemesi yapma yeteneğine yani “bilgisine ve bilgeliğine”, çıkarların çatıştığı andaki adil duruşunavicdan ve adaletine ve personelinin performansını etkileyebilecek en küçük şahsi ya da ailevi sorunlarına göstereceği ilgiye yani “babalığına” bağlı olarak gelişir. Komutanına güvenen personel artık ona inanır. Komutanına inanmış personele sahip gemi, başarıdan başarıya koşar. Kendisi de denizaltı komutanı olan Amiral Afif Büyüktuğrul daha da ileri giderek, bir makalesinde “Mürettebatın gemi komutanına inanması ve hatta ona hayranlık duyması geminin zafer kazanmasının birinci basamağıdır” diyor. Kısaca, gemi komutanları, personelinin gözünde savaşmaya hazır örnek bir kahraman olmak zorundadır. Çünkü personel onun liderliğinde en zor görevlere ve hatta ölüme gidecektir. 

DENİZDEKİ KOMUTAN FARKLIDIR
Kara savaşında cephesi zor duruma düşen bir tabur komutanı, yanına tümen, kolordu ve ordu kumandanın geldiğini görür. Denizde ise bir donanma komutanının gidip muhrip ya da denizaltı komutanına yardım etmesine deniz şartları izin vermez. Üstelik denizde can telaşı kara harbinden çok fazladır. Bundan dolayı gemi mürettebatı kendi komutanını çok yakından tanımak ister. Karada savaş başladığında bir siper kazıp, kendinizi koruyabilirsiniz. Ancak denizde savaş başladı mı hiçbir yere kaçamazsınız. Savaşı kabul eder ve sonuna kadar savaşırsınız. Bu nedenle gemide savaş esnasında ölüm karşısında herkesin şansı eşittir. Gemide ölüm, rütbe ve makam ayırımı yapmaz. Kara savaşları tarihi bu nedenle cephede ölen çok az sayıda generalden bahsederken, deniz savaşları tarihi, savaşta gemisi ile batan onlarca amiralden bahseder.    

GELECEĞİ KONTROL EDEBİLMEK
Deniz subayı liderlik vasfı ile anı yaşayan değil, birkaç adım sonrasını planlayan ve icra edendir. Eğer bir savaş gemisi komutanı sadece ufuk hattı içindeki olaylara hâkim ise başarısızıdır. Ufkun ötesini düşünmeli, takip edebilmeli ve hamlelerini zamanında yapabilmelidir. Lider komutan aynı zamanda küresel, kıtasal ve bölgesel gelişmelere takip edebilmelidir. Bunun için rütbesi ne olursa olsun sırasıyla jeopolitik, stratejik, taktik ve teknik bilgi hiyerarşisinde bilgi ve durumsal farkındalığa sahip olmalıdır. Bir komutan kendisini ister denizde ister karada olsun görevini en iyi şekilde icra edecek seviyede yetiştirmelidir. Unutulmamalıdır ki iyi komutan ve liderler, okullardaki eğitim ve öğretim yanında kendi gelişimini içten gelen öğrenme arzusu ile besleyerek yetişirler. Atatürk’ün okuduğu kitaplar binlerle ifade edilmektedir. Deniz subayı sadece bir muharip değildir aynı zamanda bir aydın ve centilmen/hanımefendidir. Edebiyat, tarih, sinema, sanat gibi insanı insan yapan temel kültür alanlarını bilir, takip eder, güncel teknolojiyi kullanır, başta su sporları olmak üzere spor yapar. Birini çok iyi bilmek üzere birden fazla yabancı dili konuşur, okur ve yazar. 

BAHRİYE MEKTEBİNİN SORUMLULUĞU
İşte Mavi Vatandaki çıkarlarımızı, onurumuzu koruyacak komutan ve subayları yetiştiren Bahriye Mektebimizin sorumluluğu bu derece büyüktür. Böylesine karmaşık ve zorluklar içeren savaş ortamına yetişecek deniz subaylarının neden 14 yaşından sonra başlayan Deniz Lisesi eğitimine de sahip olması gerektiği herhalde yukarıdaki satırlardan anlaşılıyordur. Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi bütünlüğü içinde saydığımız Bahriye Mektebi memur ya da maaşlı devlet görevlisi değil, denizde savaşacak, denize aşık, savaş gemisini evi gibi gören yurtseverler yetiştirmelidir. Deniz jeopolitik bilincine sahip, yüzmeyi, kürek çekmeyi, yelken yapmayı, denizde olmayı, gemi üzerinde yaşamayı, deniz kokusunu içine çekmeyi seven; vatan, mavi vatan ve Atatürk aşığı gençlere gelecekte devletin en pahalı savaş araçlarını ama hepsinden önemlisi Türk’ün denizdeki onurunu korumaya yemin etmiş denizciler yetiştirmelidir. 250 yaşındaki Bahriye Mektebi son 100 yılda Türk milletine görevini yerine getirmenin onurunu taşımaktadır. Neticede Cumhuriyet döneminde deniz jeopolitiğimizde geri adım atılmamıştır. Sadece jeopolitik alanda değil bahriye geçmişten günümüze modernizme açılan ilk bilim kapısı olma özelliği ile her koşulda toplumun gelişmesine hizmet ederek gerek devletin denizcileşme süreciyle deniz gücünün oluşumu ve gelişme safhasında asli rol oynamıştır. 

BAHRİYE VE TÜRK AYDINLANMASI
Bahriye bir nevi Osmanlı aydınlanmasını başlatan ocak olmuştur. İlk sitim makinası, elektrik, telsiz ve ağır sanayinin gereği temel üretim araçları daima Bahriye sayesinde toplum ile tanışmıştır. Sadece denizlerdeki mücadelede değil, aydınlanma ve modernleşme gayretlerinde de aynı heyecan ve istek her zaman mevcut olmuştur. Aslında bahriye, küçük bir kesit olarak temsil ettiği toplumun daima çok ilerisinde olmuş, kendine has yaşam tarzı ve yetiştirdiği komutanlar, devlet adamları, bilim, sanat ve spor adamları ile toplumsal gelişimde her dönemde öncü olmuştur. Son 100 yılda Cumhuriyet kadroları donanmayı ölümsüzlük sırrına eriştirmiştir. Atatürk’ün stratejik dehası ve öngörüsü olmasaydı bugünün donanmasına erişim mümkün olamazdı. Cumhuriyet Donanması bugüne kadar sayısız badire atlatmıştır. Maalesef içinde FETÖ’cüler başta olmak üzere pek çok çürük elma da barındırmış hatta Amiral de yapmıştır. 1999 Depremi; Kumpas Davalarla tasfiye dilen yüzlerce vatansever Atatürkçü Amiral ve subay; 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan asrın en büyük ihaneti FETÖ Darbe girişiminin yarattığı yıkım; Darbe girişimi sonrası kapatılan Deniz Lisesi ve Deniz Hastanesi ile Deniz Harp Okulunun Deniz Kuvvetleri bünyesinden çıkarılarak sivil üniversiteye bağlanması; Montrö ve donanma tarihine yakışmayan Sarıklı Amiral skandalı üzerine 104 Amiralin yapmış olduğu Basın Açıklamasından yaratılan kumpas dava ve hukukun siyasallaştırılarak itibarsızlaştırma kampanyasına dönüştürülmesi Türkiye’nin en nitelikli ve seçkin kurumlarının başında gelen Bahriyenin ve Bahriye  Mektebinin 250 yıllık yaşam sürecinin önemli kayıpları ve unutulmaz acıları arasındadır. Tüm bu gelişmelere rağmen Bahriye kurumsal kimyasından sapma göstermemiştir. Zira kurucu babası Mustafa Kemal Atatürk’tür, kurucu ruhunun temeli uygarlık, akıl ve bilimdir. Donanmanın 1999 depremine, tüm kumpaslara, uğradığı kitlesel tasfiyelere rağmen genel ilerleme rotasından sapmayışı tuzlu suyun birleştiriciliği, doğanın gücünün acımasızlığı, teknolojide gerilemenin geri dönülmez sonuçlarının her seviyede kabullenilmiş olması ve Atatürk’ün çimentosu sayesinde olmuştur.  Son olarak Cumhuriyetin 100. Yılında Boğazda 100 gemi ile yapılan geçit resminde hepimize gurur veren bir tablo ortaya çıkmıştır. Donanmanın harbe hazırlığının son tahlilde en büyük gösterisi olan bu geçit, 100 yıllık cumhuriyet donanmasına hizmet eden Bahriye Mektebinden mezun 12.000 deniz subayının eseridir. Her ne kadar bina selamlanması ve güneş battıktan sonra çimariva yapılması gibi ciddi deniz görgü hataları olsa da bu hataların topyekûn bahriyeye ait olmadığını kabul etmemiz gerekir. Bir daha hatırlatalım. Donanma Hükümetin değil Devletindir. Yani hepimizindir. Şu anda ona kumanda edenler de köprü üstündeki vardiyalarını sürdürmektedirler. 

BAHRİYE MEKTEBİ VE ATATÜRK’ÜN ROTASI
Kurulduğu 1773 yılından bu yana yetiştirdiği deniz subayları ile Türk deniz gücünün bugününe şekil veren, aidiyetimizi, geleneklerimizi, vazgeçilemez değerlerimizi Cumhuriyet ve Atatürk değerleri ile sonsuza dek buluşturan, Türk denizcisine sahip olduğu yetenekleri ve onurunu daima yükseklere taşıma refleksini kazandıran bu ocaktır. Bir deniz gücünün oluşum, gelişim ve kullanımında sözün bittiği yer, o gücün ulusal irade altında bağımsız bir şekilde kullanımı ve o güce hayat veren gemiyi, silahı ve materyali ulusal imkanlar ile üretebilme yeteneğini kazanabilmektir. Cumhuriyet Donanması soğuk savaş sonrası ulusal savunma sanayiinin gelişmesi için büyük gayretler sarf etti. Başta merhum Oramiral Özden Örnek sayesinde MİLGEM sınıfı korvetlerin ilki TCG Heybeliada yüzde 67’ lik ulusal katkı payı ile 27 Eylül 2011 sonrasında Türklerin deniz tarihinin en parlak sayfasında yerini aldı. Arkası geldi. Özden Örnek Amiralin ivmelendirdiği uzun soluklu süreç olmasaydı günümüz savunma sanayinde Türkiye bu kadar hızlı yol kat edemezdi. Türk Savunma Sanayinin lokomotifi Osmanlıdan bu yana daima Donanma olmuştur. Daima Bahriye Mektebi olmuştur.

DENİZ LİSESİ AÇILMALIDIR
15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan FETÖ darbe girişimi Bahriye Mektebinin yani Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi ikilisinin bir kanadını kopardı. Gerek kumpas davalar gerekse 15 Temmuz darbe girişimi Askeri liselerin ve Harp Okullarının özellikle 2002 sonrası dönemde FETÖ’nün kuluçka alanı olduğunu ortaya çıkardı. Bu okulların FETÖ’nün insan gücü kaynağına dönüşmesini önleyemeyen, kendilerine yapılan pek çok müracaatı incelemeye bile almayan son 20 yılın yüksek komutanlığı ile İstihbarat Kurumları, devletin aymazlık içinde bulunan diğer aygıtları gibi bu tablodan tarih önünde sorumludur. FETÖ bahanesi ile 250 yaşındaki Deniz Harp Okulumuz bugün en büyük denizci kaynağı Deniz Lisesinden koparılmıştır. 14 yaşındaki bir gencin denizi kalbi, aklı ve ruhu ile sevmesiyle başlayacak uzun bir meslek yolculuğu artık 18 yaşına çekilmiştir. Ağaç yaşken eğilir. Denizcilik hangi alanda ve seviyede olursa olsun sevgiyle ve tutku ile bağlanılacak bir meslek grubudur. Bu buluşma ve tuzlu su ile tanışma ne kadar erken olursa bağlar o kadar güçlü olur. Deniz Lisesi yeniden açılmalıdır. Sultan Abdülaziz döneminden 2016’ya kadar var olan Deniz Lisesi tedrisatı tekrar Türk gencini donanmaya hazırlamalıdır. İki dünya savaşına, mütareke ve işgal dönemine dayanabilmiş bu yuva tekrar hizmete açılmalıdır. 

DENİZCİLİK ASALET MESLEĞİDİR
Ne mutlu Bahriyeye. Bir kolumuz kırık olsa da okulumuzun 250. Yılını görebildik. Ne mutlu o yuvadan mezun olmuş, Atatürk’e sadık, cesaret, fazilet, onur ve vefa sahibi asil denizcilere. Bu arada babam merhum Halit Gürdeniz’in bir sözünü hatırlatayım. “Denizcilik asalet mesleğidir. Asalet soydan değil, huydan gelir.” Bugün Donanmamızda Atatürk’e ve millete sadık yüksek nitelikli denizciler şüphesiz geçmişin sadakat ve vefasını sürdürmeye devam ediyorlar. Denizlerimizde ve dünya denizlerinde Türk bayrağını dalgalandıran denizcilerimize selam olsun. Sinema tarihçisi Ali Can Sekmeç, bahriyeliyi bakın nasıl anlatmış: “Evet Bahriyeliler…Bembeyaz giyimleri ile mağrur duruşlarıyla, asker olmanın ötesinde bir övünç timsalidirler. Askerliğini bahriyeli olarak yapanların bileği bükülmez. Türk sinemasında isimlerin önüne bahriyeli unvanı koymak bir delikanlılık simgesidir.” Dilerim ki bahriyenin bugünkü temsilcileri 250 yıllık bu geleneği devam ettirmeyi sürdürsünler. 

Güncel Haberleri

"Kıran America" adlı gemi kıyıya çarpmaktan son anda kurtuldu (İzle)
Baltık Denizi'ndeki veri kablolarına 'sabotaj' şüphesi artıyor
Limanlarda kurulacak sürdürülebilir yakıt istasyonları desteklenecek
Dışişleri Bakanlığı "Anadolu s" gemisine yapılan saldırıyı kınadı
Bursa Deniz Otobüslerinin bazı seferleri iptal edildi