15 Mayıs 1919’dan 15 Mayıs 2023’e 104 yıllık Kader Döngüsü

15 Mayıs 2023 sabahı Türkiye yeni bir güne uyanacak. Bu 15 Mayıs’ın devletimize ve milletimize Atatürk aydınlığında hak ettiği onurlu, başı dik ve müreffeh günler getirmesi en büyük dileğimizdir. 

Cem GÜRDENİZ - Emekli Tümamiral

15 MAYIS 1919 İZMİR’İN İŞGALİ

104 yıl önce 15 Mayıs 1919 sabahı da atalarımız yeni bir güne uyanmıştı. O sabah 08.00 de Yunan, İngiliz ve Amerikan savaş gemileri korumasındaki Yunan tümenlerini taşıyan dört nakliye gemisi İzmir/Kordon’a aborda oldu.  Böylece 20 bin asker gücündeki Yunan ordusunun İzmir işgali karşı koyulmadan başladı. İşgalin galip devletler tarafından açıklanan gerekçesi İzmir ve çevresinde yaşayan 30 bin Rum ve Ermeninin Türklere karşı korunması ve bir katliamın önlenmesiydi. Askerlerin ilk gün parolası "Paleologos (son Bizans Hanedanı)" işareti "Konstantinopolis" idi. 

GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER

30 Ekim 1918 günü Limni Adasında imzalanan Mondros ateşkesi ile Osmanlı yenilgiyi kabul etmiş ve 13 Kasım 1918 sabahı 55 parçalık işgal donanması İstanbul’a demirlemişti. Atatürk aynı gün Kartal İstimbotunda Haydarpaşa’dan Galata’ya geçerken "Geldikleri gibi Giderler" demişti. İzmir’in işgali bu sözden tam 188 gün sonra gelmişti. Bu işgali teşvik ederek Yunan Başbakanı Venizelos’un hayalini gerçekleştirenler, deniz emperyalistleri İngiltere ve ABD idi. Amaç Türklerin Anadolu’dan tamamen atılmasıydı. İzmir’in işgaline Birinci Dünya Savaşını bitiren Paris Konferansında karar verilmişti. Osmanlı hanedanı Almanya teslim olduğu için savaştan çekilmiş ve ateşkese razı olmuştu. İtalyanlar önce davranıp Antalya’ya çıktıklarından İngiltere, ABD ve Fransa bu hamleye Yunan’ı İzmir’e çıkartarak cevap vermişti. 

SATILIK OSMANLI PAŞALARI

Ne İstanbul ne de İzmir’in işgaline Osmanlı ordusu direndi. 15 Mayıs 1919 günü Aydın ve havalisinden sorumlu Vali Kambur İzzet Paşa Yunan ordusuna ilk teslim olanlar arasındaydı. Yanındaki oğluna "Zito Venizelos dersen sana kötülük etmezler" diyordu. Bu göreve İngilizlerin baskısıyla Sadrazam Damat Ferid tarafından atanmıştı. İzmir 17. Kolordu Komutanı ve geçici İzmir Valisi Nurettin Paşa (Sakallı), birkaç hafta önce İzmir’i savunacaklarını, Yunan birliklerinin İzmir’e çıkışına engel olacaklarını açıkladığında onu Damat Ferid Paşa’ya şikâyet etmiş ve görevden alınmasını sağlamıştı. Onun yerine de Ali Nadir Paşa’nın, İzmir ve havalisinden sorumlu 17. Kolordu komutanı olarak atanmasını sağlamıştı. Ali Nadir Paşa Ermeni tehciri bahanesi ile Türk Milliyetçilerini tasfiye için kurulan Divan-ı Harp heyetine başkanlık yapmıştı. 15 Mayıs sabahı Nadir Paşa, işgalci Yunanlılar geldiğinde elinde bir beyaz bayrakla teslim oldu. Yunan komutan onu tokatladı ve yere düşünce tekmeledi. Kambur İzzet Paşa, II. Abdülhamit devrinin hariciye nazırlarından Kürt Sait Paşa’nın kardeşiydi. Paris Konferansında Türk vatanının paramparça edilerek Kürdistan kurulması için çaba gösteren Kürtçü Şerif Paşa’nın da amcasıydı. Kız kardeşi de İngilizler ve Damat Ferit Paşa emrinde yurtseverleri tasfiye eden Nemrut Mustafa Paşa Divanı Başkanı Kürt Mustafa Paşa ile evliydi. İzzet Paşa işgal sonrası Yunanla uyum içinde görevine devam etti. Üstün hizmeti nedeniyle "Anoteron Taksiarhis" nişanı ile ödüllendirildi. (Bugünün FETÖ ve PKK iltisaklı emperyalist hizmetkarlarına ne kadar benziyorlar.)

PADİŞAH HALKINI KORUYAMIYOR

İzmir’in işgali sonrasında yaşanan olaylar Türk milletini sadece aşağılamakla kalmamış aynı zamanda ölüm kalım endişesi yarattı. İngiltere ve müttefiklerine Padişah ve İstanbul şürekâsı gibi teslim olmanın yurdundan tamamen kovulma ile sonuçlanacağını gören Türk halkı kendini koruma ve işgalden kurtulma arayışına girdi. O arayış Samsun’dan güneş gibi doğan Mustafa Kemal Atatürk idi. Halkın büyük fakirlik ve yokluğa rağmen Mustafa Kemal’in, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Dernekleri ve sonradan Kuvayı Milliye üzerinden örgütlenmesinin temel nedeni devletin artık onların özgürlük, onur ve namuslarını koruyamadığı gerçeği idi. Batıyı, sözde medeni Fransız, İngiliz ve Amerikalıları temsil eden Yunan postalı evlere, çiftliklere girmiş, talan etmiş, namuslarına el uzatmıştı.  

CHURCHILL’İN ÖFKELİ ÖNGÖRÜSÜ

15 Mayıs 1919 günü 20 bin Yunan askerinin, İzmir’e çıkarak Anadolu’yu işgali artık bardağı taşırmıştı. Birinci Dünya Savaşında Gelibolu cephesinde ısrar ederek İngilizlerin mağlubiyetine neden olan Bahriye Bakanı Churchill, Çanakkale yenilgisinden 3 yıl sonra yaşanan İzmir’in işgal kararının ne denli yanlış olduğunu hatıratında şu şekilde anlatıyor: "Bu meşum olayı, güzel bir Paris akşamında haber aldım ve dehşete düştüm. Benim Genelkurmaya bildirdiğim kişisel görüşlerim dikkate alınmamıştı. İngiliz askeri düşüncesindeki Türkler lehine olan tüm eğilimlere rağmen, kaynaklarımız hızla azalırken, bu kadar basiretsiz ve başımıza her türlü belayı getirecek bir eyleme müsaade etmelerini affetmek hiç mümkün değildi…Subaylarımız, ikişer, üçer Küçük Asya’nın her tarafında, Ateşkes çerçevesinde, ordularla, cephane ve silah teslimini gözetiyorlardı…Teslim olmuş Türklerden büyük miktarda tüfek, makinalı tüfek, top, mermi kolaylıkla toplanıyordu. Türkiye yenilgiyi kabul etmiş ve bunu da hak etiğini düşünüyordu: ‘Cezalandırılacaksak, bunu dostumuz İngiltere yapsın’…Fakat bu noktadan sonra, Türk milleti anladı ki, ne Britanya ne de  General Allenby’e değil, yüzlerce yıldır nefret edip küçümsedikleri, her zaman dövdükleri Yunanistan’a itaat etmek zorundalar.  Tamamen kontrolden çıktılar. İngiliz subaylarının önce emirleri dinlenmedi, sonra hakaret edildi ve sonunda hayatlarını kurtarmak veya esaretten kurtulmak için kaçmak zorunda bırakıldılar…Toplanan bu büyük miktarda silah ve cephane bir hafta içinde tekrar İngilizlerden Türklerin kontrolüne geçti…"

ÇÖKEN İNGİLİZ İMPARATORLUĞU

Churchill, Lloyd George’a kızmakta haklıydı. Tarihi biliyordu. Çanakkale’de Türk askerinin Mustafa Kemal komutasında İngilizleri birkaç kez tepelediğini acı çekerek yaşamıştı. Türklerin içindeki savaşçı damarın Yunan işgali ile tekrar ortaya çıkmasından çekiniyordu. Mustafa Kemal’in Samsun’dan sonra milli direnişi başlatacağını ve sonunun başarı olacağının farkındaydı. Bu zaferi İngiltere’nin önleyemeyeceği gerçeğinin de bilincindeydi. Zira hatıratında yazdığı "kaynaklarımız hızla azalırken" ifadesindeki gibi İngiliz maliyesi iflas aşamasındaydı.  Kraliyetin savaş dahil kamu harcamaları 1918 yılında milli gelirin %40’ı seviyesine çıkarak rekor kırmıştı. Bu değer 1914’te %8 idi. Savaş Çanakkale Kampanyası yüzünden 2 yıl uzamıştı. 1917 yılına kadar vergilerin %20’si savaş için yeterken 1917 sonrası bu oran %80’e çıkmıştı. 1918 yılında artık vergilerle savaşın idamesi imkansızlaştı. Kredi alındı. 1914 yılında iç ve dış borç stoku 706 milyon Sterling olan Kraliyetin 1918 borç stoku 10 kat artarak 7,5 milyar oldu. Eğer ABD bankerleri borç vermese İngiltere Altın standardından kopuyordu. Savaş sonunda İngiltere’nin dış borçları 1,4 milyar Sterling idi. Bunun %75’i ABD bankerlerinden alınmıştı. Kısacası durum vahimdi. Churchill 1922 yazında "ben Anadolu’ya ordu, donanma gönderemem, Venizelos aklını başına toplasın" diyordu. İngiltere ne Yunan Ordularına yardım edebildi ne de Çanak Olayında yaşandığı üzere Mustafa Kemal’in askerlerinin Çanakkale’yi geçerek İstanbul’a yürümesine engel oldu. Askeri gücünü kullanamadı. İstese de kullanamazdı. 

ANADOLU’NUN MANDACILARI

Mustafa Kemal, 1918 sonbaharında İngiltere’nin savaşa devam edecek gücünün kalmadığını anlamıştı. Yunanistan’ın İzmir ve batı Anadolu’yu işgali özellikle son 900 yıldır toprağı işgal edilmemiş toprak sahiplerini ve Türk köylüsünü milli güçlerin yanından geri dönülmez şekilde savaşa teşvik etmişti. Eğer Yunan Anadolu’ya çıkmasa Türk halkı Churchill’in de dediği gibi İngiliz’e veya Amerikalılara manda altında teslim olmaya razı gelebilirdi. Ne diyor Churchill? "Türkiye yenilgiyi kabul etmiş ve bunu da hak etiğini düşünüyordu: 'Cezalandırılacaksak, bunu dostumuz İngiltere yapsın'Tanzimattan (1839) itibaren İngilizlere karşı hayranlık vardı. Bu hayranlık 1853 Kırım Savaşında daha da arttı. Bu duygular Birinci Dünya Savaşında Çanakkale ve Ortadoğu Cephelerinde İngilizlere karşı savaşıldığı halde devletin zayıflığı ve geriliği ile birleşince İngilizlere teslim olmak ve akrabası Amerikalıların mandası altında yaşamak tercih edilebiliyordu. Atatürk’ün en yakınındaki Halide Edip Adıvar ve General Refet Bele başta olmak üzere pek çok önemli şahsiyet bile Sivas Kongresine gidilirken bu düşüncedeydi. Ancak ABD Başkanı İngiltere’nin istemesine rağmen bu görüşte değildi. Tamamen parçalanmış ve yok edilmiş bir Türk yurdu görmek istiyordu. 6 Mayıs 1919 günü Paris Konferansında Amerikan Başkanı Wilson ve İngiltere Başbakanı Lloyd George arasında geçen görüşmeler Türk gazetelere şu şekilde yansımıştı: "ABD Başkanı, ‘Türkler arasında Amerikan mandası lehinde bir akım bulunduğu söyleniyor’ deyince, İngiliz Başbakanı ‘buna hayret etmem, batılılar arasında Türklerin en az düşmanlık besledikleri Amerikalılardır’ cevabını verdi. ABD Başkanı Wilson cevaben: ‘Ancak Amerikan kamuoyunun buna razı olacağını sanmıyorum. Amerikan kamuoyu onları sevmez. Amerikalıların tasvip edeceği şey Türklere karşı Ermenilerin veya başka bir milletin korunması olabilir. Eğer bize İstanbul’un idaresi teslim edilirse Amerikan halkı bu şehrin işgalini tasvip eder, böylece İstanbul Türklerin elinden alınmış olur." 900 yıllık Türk vatanı Anglosakson galiplerin zafer ganimeti olarak paylaşılamıyordu. Eğer Yunan İzmir’e çıkıp hırsızlık, arsızlık, tecavüz, cinayet ve soykırıma varan katliamlar yapmasa Türkler İngilizlere teslim olmaya ve silahlarını teslim etmeye devam ederdi. (Bugün bile bırakalım İngilizlere teslim olmayı, keşke Yunan galip gelse diyen ihanet grubunu görünce bunların atalarının İngiliz hayranlığını anlamak mümkün oluyor. Bu topraklar kahramanlar kadar hain çıkarmıştır sözü pek doğru.) Atatürk halkın bu yönelişini bildiğinden 13 Kasım 1918 öncesi henüz Adana’da iken yakın komutanlarına ve Teşkilatı Mahsusa üzerinden güvendiği yerlere silahlarını kaçırmalarını söylemişti. Churchill de bunu bildiğinden hatıratında Yunan işgali sonrası Türklerin artık emirleri dinlemediğini ve silahlarını teslim etmediğini yazıyor. Nitekim Yunanistan Türk’ün büyük uyanışını tetikledi ve Kurtuluş Savaşı kazanıldı. 

YUNAN HEZİMETİ

9 Eylül 1922 günü Yunan ordusu çok büyük bedel ödeyerek utanç içinde Anadolu’dan çekildi. Venizelos gibi bir fanatiğin maceracı ihtirası, neticede Başbakan Gounaris dahil 6 kralcının idamıyla sonuçlandı. Kısacası 15 Mayıs 1919 sabahı yaşanan büyük felaket, diğer taraftan halkın gözünü ve aklını açarak çok büyük bir zafer yolunun taşlarını döşemişti. 

GELELİM BUGÜNE

İzmir’e Yunan işgali söz konusu değil. İstanbul işgal altında değil. Ancak gerek iktidar gerekse muhalefet başta FETÖ ve PKK olmak üzere cumhuriyet düşmanları ile iltisaklı vekil adaylarını liste başı yazmaktan veya bu örgütlerle bağlantılı siyasi partiler ile seçim ittifakı yapmakta beis görmüyorlar. Kısacası günümüzün Kambur İzzet Paşaları ile Ali Nadir Paşaları her yerde karşımıza çıkıyor. Bu partilerin ve kişilerin milli irademiz dışında bugünün İngiltere’si olan ABD tarafından dizayn edildiğini ve listelere dahil ettirildiğini söylemek mümkün. İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Richard Webb, Ocak 1919’da İngiliz Dışişleri Müsteşarlığına yazdığı bir raporda ne diyordu: "Görünürde ülkeyi işgal etmediğimiz halde, şimdiden valilerini atıyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz."  

ABD’YE BAĞIMLI İKTİDAR VE MUHALEFET

Bugün de ülkemiz 2003 sonrası Türkiye’nin içişlerine müdahale eden Amerikan Büyükelçileri, AB Komiserleri, AB Türkiye röportörleri görmedi mi? Yıllarca Türk ordusu siyasi iktidarın emrine girmeli ve güvenlik ile dış politikada söz sahibi olmamalıdır diyenler ABD ve AB değil miydi? 2003 sonrası her AB ilerleme raporunda Türk Silahlı Kuvvetlerini yerden yere vuran, 2009 AB Türkiye ilerleme raporunda Türk Deniz Kuvvetlerini Doğu Akdeniz’de Kıbrıslı Rumlara engel oluyor diye ismen şikayet eden; 2006 yılında Hollanda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dick Berlijn’i Ankara’ya ASAM’ın  seminerine gönderip,  TESEV’in Almanak Türkiye raporuna destek vererek Türk ordusunu evcilleştirmek isteyenler hep Richard Webb kafasındakiler ve günümüzün Damat Feritleri, Vahdettinleri, Kambur İzzet Paşaları gazeteci Ali Kemalleri değil miydi? 15 Temmuz 2016 darbe girişimi olmasa, İktidar ve FETÖ ortaklığı devam ediyor olsaydı zaten bugün bölünmemiş; Kıbrıs’tan ve Mavi Vatandan geri çekilmemiş bir Türkiye’den bahsedemezdik. Ancak görünen o ki, seçimlere 3 hafta kala gerek iktidar gerekse muhalefet 2003 ayarlarına geri dönmek için can atıyor.  

AMAÇ CUMHURİYETİ VE ATATÜRK’Ü SİNSİCE YOK ETMEK

Seçim sonuçlarının belirleyeceği yeni rotalar jeopolitik, ekonomik ve siyasi etkileşimler ile 100. Yılındaki cumhuriyetimizi şekillendirecek. İktidar ve muhalefetin seçim söylem ve yeni dönem vaatleriyle vekil adaylarına bakıldığında aslında her ikisinin de Atatürk ve cumhuriyetin konsolidasyonu yerine Atatürk Cumhuriyetini 100. Yılında deformasyonunu ve sinsice yok etmeyi hedeflediğini söylemek mümkündür. Yapılan demokratik eleştirilere rağmen Milli Güvenlik Siyaset Belgesinin en üst seviyede tehdit olarak belirlemiş olduğu örgütler olan PKK ve FETÖ ile iltisaklı vekil adaylarının hem iktidar hem de muhalefet listelerinde üst sıralarda yer alması ve bu adayların açıkça söz konusu terör örgütlerini destekleyen açıklamaları; iktidar ve muhalefet seçim ittifaklarının her ikisinin de anayasamızın değiştirilemez ilk 4 maddesini değiştirecek tarzda yeni anayasa  yapma beyanatları 15 Mayıs 2023 sonrası hakkında Yunanın İzmir İşgali kadar ciddi endişeler yaratıyor. Düşünebiliyor musunuz? Hem iktidar hem muhalefet 2003 yazında TBMM’den geçen İkiz Yasalar olarak bilinen 'Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme' ile 'Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme' üzerindeki şerhleri kaldırma sözü veriyorlar. Türkiye’nin gelecekte en önemli ihtiyacı su ve gıda olacaktır. Eğer bu yasalar sayesinde Güneydoğumuzda federal bir yapı kurulursa şüphesiz bu yapı kısa süre içinde Türkiye’den kopma ve Suriye, Irak ve İran Kürdistanı ile birleşmeye meyleder. Anadolu su ve gıdadan koptuğu gibi, İskenderun Körfezi üzerinden istilalara açık hale gelir. 

FETÖ SEVİCİLİĞİ VE SAVUNUCULUĞUNA DEVAM

Muhalefetin vekil adayları utanmadan akıl ve vicdandan uzak şekilde FETÖ sözcülüğü ile Ergenekon ve Balyoz vardı diyerek daha şimdiden FETÖ ile anlaşmanın ve durmak yok yola devam demenin telaşı içindeler. Kumpas şehitlerimizin hatıraları tazeliğini korurken, 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminde halka ateş açan yüzlerce insanımızı, askerimizi ve polisimizi şehit eden bu alçakları temize çıkarma telaşındalar. Bu kadar çok Kambur İzzet Paşayı bu topraklar nasıl yetiştirdi? Unutmamak gerekir ki FETÖ demek, emperyalistlerin İstihbaratı demektir. Bunu söyleyenlere değil söyletenlere bakmak gerekir. 

BÖLMEYE DEVAM

Kısacası hem iktidar hem muhalefet vekil listeleri, seçim ittifakları ve anayasaya yönelik söylem ve eylemleri ile ana vatanın 108 yıl sonra İzmir işgaline benzer şekilde tehdit edilmesini tetikliyorlar. Her ikisi de Atatürk’ü, Atatürk ilkelerini ve cumhuriyeti dillerine almıyorlar. Biri çıkıp ben Alevi’yim diğeri çıkıp ben Sünni’yim diyerek resmen toplumu paramparça ediyorlar. Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’si kimsenin ne etnik ne de dini kimliğini sorardı. Ayırım yapmazdı. 

NATO’YA SECDEYE DEVAM

15 Mayıs 2023 sabahı Türk halkı bugünün iktidar ve muhalefet seçim ittifak söylemlerine bakılırsa emperyalizme biat edecek başta ikiz yasalar olmak üzere Türkiye’nin bölünme sürecini hızlandıracak; AB ve ABD ile ABD’nin Avrupa’daki jeopolitik vekili NATO’nun tercihlerine baş üstüne diyecektir. Bu sonuç maalesef gerileyen ve çürüyen bir hegemona rağmen olacaktır. Ne diyor muhalefetin Dış Politika danışmanı: "Türkiye müttefiklerinin istediklerini derhal yerine getirecektir." Bu söylemin Damat Ferit söyleminden farkı var mıdır? Hangi devlet jeopolitik çıkarlarını müttefiklerin arzularına göre şekillendirir? Yani diyor ki, Kıbrıs’tan çekilelim. Mavi Vatandan geri çekilelim. Ukrayna Savaşında tarafsızlıktan NATO taraflılığına geçelim. Güneydoğu’da özerk Kürdistan’a evet diyelim. İktidar zaten Akdeniz’den çekilmiş durumda. Ege’de Yunanistan’ın arsızlıklarına artık cevap bile verilmiyor. Atina Büyükelçiliği kutlama mesajları ve iyi niyet atakları ile meşgul. ABD’nin gerilediği, Amerikan Donanmasının Akdeniz’den çekildiği, dolar hâkimiyetinin büyük yaralar almaya başladığı, Çin’in dış politikadaki özgül ağırlığını dengelemekte zorlandıklarını muhalefet ve iktidar kabul etmek istemiyor. 

100 YIL ARAYLA ABD VE İNGİLTERE’NİN ÇÖKÜŞ BENZERLİKLERİ

ABD’nin durumu Birinci Dünya Savaşı sonundaki İngiltere’ye benziyor. Amerikan kamu borcu, milli gelirin %120’sine ulaştı. 2023 Ocağından bu yana ABD Hazinesi borçlanma limitine (31,4 trilyon dolar) ulaştı; Memurlar ve askerlerin maaşları artık normal bütçe ile ödenmiyor. Bu şartlar altında Amerikan Genelkurmay Başkanı Ukrayna’da başarılı olamazsak ve kural temelli dünya tehlikeye girerse savunma bütçemizi ikiye katlarız diye tehdit ediyor. Yani kabaca 1,7 trilyon dolarlık bir bütçeden bahsediyor. Mevcut ekonomik krizde bu nasıl olacak? Söylemiyor. ABD ekonomisi bu yıl bitmeden ciddi borç ödemeleri ile karşı karşıya kalacak. Bazı ekonomistler ağustos ayında ciddi bir kriz bekliyorlar. Bu karamsar tabloya bazı eyaletlerin ayrılmasına yol açabilecek bir anayasal krizin getirdiği çatışma iklimi de eklenirse ABD’nin durumu kendi hegemonyasını kendi askerinin kanı ve askeri gücü ile koruyamayacak duruma gelecektir. Dünya neoliberal kapitalizme alternatif arayışında. Dünya küresel güney ve BRICS ile ABD ve AB hegemonyasına denge arayışında. Dünya dolar hakimiyetinden kurtuluyor. ABD askeri gücü geriliyor. ABD Donanması artık okyanuslara hâkim olamıyor. Asya güçlerinin yükselişini durduramıyor. 

ABD’NİN TÜRKİYE COĞRAFYASINA İHTİYACI

Bu nedenle ABD’nin müttefiklerine, mevcut üslerine ve donanmasına ihtiyacı vardır. Türkiye’nin bu çerçevede sahip olduğu coğrafi üstünlük nedeniyle Rusya ve Çin ile yakınlaşması Washington tarafından kabul edilemez. ABD bu günleri önlemek için 2002’de önce AKP’yi iktidara taşıdı daha sonra FETÖ ve AKP ile ortak şekilde kendi jeopolitik yoluna çıkan Türk askerlerini kumpas davalarla tasfiye ettirdi. AKP bağımsız hareket etmeye başlayınca 15 Temmuz 2016’da FETÖ darbe girişimini başlattı. Bu kez de 2002 taktiğinin aynısını muhalefet üzerinden uyguluyor. Ana muhalefet vekil adaylıkları, seçim söylemleri Amerikan jeopolitiğinin hizmetkarlığına devam ediyor. Cumhuriyet tüm kurumları ile son 21 yılda büyük bir sivil darbe ile yıkılırken, muhalefet partileri ve iktidardaki bazı siyasetçiler "Balyoz ve Ergenekon vardı" diyebiliyor. Kendi partilerinden aklı başında bir kişi de çıkıp, 15 Temmuz bir darbeydi, FETÖ’nün adalet sistemini HSYK, savcılar ve hakimler ile ele geçirilmesi asıl darbeydi diyemiyor. Kambur İzzet Paşa’nın ısrarla Yunanistan İzmir’i işgal etmeyecek demesi gibi bu arkadaşlar hala FETÖ ve PKK’nın Türk jeopolitiğine ve milletine hizmet edeceklerine inanıyor. Kambur İzzet Paşa’ya makam odasındakiler yaklaşan Yunan savaş gemilerini gösterene kadar tarihimizin en hainleri arasında yer alan Paşa, Padişaha ve İngiltere’ye hizmet ettiğini sanıyor ve Yunanistan işgal etmeyecek ısrarını sürdürüyordu.

İKTİDAR VE MUHALEFET ABD’YE TESLİMİYET YARIŞINDA

Seçimlere 3 hafta kala kader döngüsü ve tarihin yaratıcılığı bizi nereye götürecek bilemeyiz. Ancak seçimleri kim kazanırsa kazansın iktidar ve muhalefet söyleminden anlaşılan her ikisi de çöken ABD hegemonyasına teslimiyet hazırlığı içindedir. Bunca yaşanan tarihsel olaya ve acı derslere rağmen gerçeği görmemekte ve bugünü kurtarmak uğruna yarınları feda etmeye hazırlanmaktadırlar. ABD emperyalizminin belki de Türkiye’ye 1946 sonrası yaptığı en büyük kötülük demokrasi söylemi altında son derece niteliksiz iç siyaseti bu topraklarla tanıştırmış olmasıdır. Nitelikli, yurtsever, ilkeli, görgülü, vefalı ve kültürlü siyasetçi bulmak çölde su bulmakla eş değer hale geldi. Bizim Damat Ferit’ler, Ali Kemaller, Kambur İzzetler ve Ali Nadir’ler, ABD ve AB’ye secdeye devam ediyorlar. PKK ve FETÖ propagandası yapmaya devam ediyorlar. Nasıl ki 1918 sonbaharında Mustafa Kemal çöken ve gerileyen İngiliz İmparatorluğunu görüp, "Geldikleri gibi Giderler" demişti, bugün de aynı şeyi Pax Americana için söyleyebiliriz. Gidiyorlar. Evet kumpas kurarak, iç savaşları tetikleyerek, barış içinde yaşayan bizim gibi milletleri bölerek, kötülük tohumları ekerek, FETÖ, PKK gibi örgütlere ve iltisaklılara dolar basıp yardım ederek gidiyorlar. Ama gidiyorlar. Nasıl ki 15 Mayıs 1919 Türk milletinin büyük uyanışını tetiklemişse, 15 Mayıs 2023 de sonrasında yaratacağı gelişmeler ile büyük milletin yeni geleceğini tetikleyecektir. Konfüçyüs’ün dediği gibi "Güneşi İstiyorsan, Gölgeden Çıkmalısın." ABD, AB ve NATO gölgesinde kalanlar Atatürk’ün güneşini bulamazlar. 

Bugün 23 Nisan. Padişah egemenliğinden, milli egemenliğe; Monarşiden, Cumhuriyete; Ümmetten, Millete; Kulluktan, Yurttaşlığa; Teokrasiden, Laikliğe; Tutsaklıktan, Özgürlüğe, Türk’ün büyük yürüyüşünün başladığı mutlu gündür. Mevcut koşulların her cephedeki olumsuzluğuna inat sonsuza kadar kıvançla ve gururla kutlayacağımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun.

Güncel Haberleri

Akdeniz'de batan Rus gemisine "terör saldırısı" düzenlendiği belirtildi
Sinop'ta deniz çekilmesi havadan görüntülendi
Tekirdağ'da ölü yunus karaya vurdu
ANALİZ- 2025'te ticaret yolları: Koridor jeopolitiği ve yeni dinamikler
Koç Holding'e Fenerbahçe-Kalamış Yat Limanı için davet gitti