104 yıl önce bugün 11 Haziran 1919 akşam saatlerinde 9. Ordu Müfettişi Mirliva (Tümgeneral) Mustafa Kemal, Havza’dan kendisini İstanbul’a geri çağıran Vahdettin’e geri dönmeyeceğini bildiren bir telgraf çekerek kutsal isyanı başlattı. Bu telgraf aynı zamanda askerlikten istifa süreci ve dolayısı ile onun Türklerin Babası Atatürk’e dönüşümünü de başlattı.
SULTANIN GERİ ÇAĞIRDIĞI KAHRAMAN
İşgal Güçleri Komutanı İngiliz General Milne, 6 Haziran 1919 günü Sultana ve İstanbul Hükümeti’ne resmi bir yazı göndererek “General Mustafa Kemal’in derhal İstanbul’a geri çağrılmasını” istemiş, iki gün sonra da İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, ‘Anadolu’da karışıklık çıkaranların başını Mustafa Kemal çekiyor’ diyerek, geriye çağrılma talebini yinelemişti. Bunun üzerine Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa kendisini 8 Haziran tarihli telgraf ile İstanbul’a çağırmıştı. Mustafa Kemal de kendisine “…Davet sebebinin lütfen açıklanmasını rica ederim” diye cevap vermiş; aynı zamanda yakın dostu ve Çanakkale’den kader arkadaşı Genelkurmay Başkanı Cevat (Çobanlı) Paşa’ya gizli bir telgraf çekerek geri çağrılma nedenini ona da sormuştu. Cevat Paşa’nın 11 Haziran cevabı şöyle olmuştu: “Kıymetli bir generalin Anadolu’da seyahati kamuoyuna iyi bir tesir yapmayacağı cihetle İngilizlerin kendisini istediği…” Mustafa Kemal gelişen durumu çok net görmüştü. Sultan ve İstanbul Hükümeti İngiliz baskılarına direnemiyor ve onu teslim etmek istiyordu. Anglosaksonlara her cephede büyük tokatlar atmış bir kahramanın Anadolu halkını örgütlemesi ve isyan başlatması kabul edilemezdi.
KUTSAL İSYAN BAŞLIYOR
Mustafa Kemal 25 Mayıs 1919’da Samsun’dan Havza’ya geçerek burada 18 gün kaldı. Buradan kolordu komutanlarına ve mülki idare amirlerine ‘Bütün yurtta bir milli teşkilat kurulması gerektiğini’ bildiren telgraflar gönderdi. Ayrıca, ülkede Ege Bölgesi’nin Yunanistan tarafından işgalini protesto eden mitingler yapılmasını istiyordu. Bu direktifler casus kaynayan İstanbul ve Anadolu’da İngiliz istihbaratının da eline geçiyordu. Churchill hatıratında ne diyordu: ‘’Mustafa Kemal, ‘’Kaderin Adamı’’, İstanbul’daki Türk hükümetine isyan etmiş bir asi olarak, savaşçı bir prensin tüm niteliklerine sahip olduğu gibi, artık iktidara da sahiptir…(Winston S. Churchill, The World Crisis, The Folio Society, London, 2007.) Mustafa Kemal, Türklerin 20. Yüzyıldaki kaderini şekillendirecek bu yeni durum çerçevesinde aynı gün yani 11 Haziran’da 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya “…Hükümet, aldatarak beni İstanbul’a getirtmek plânını izlediğinden ben de mümkün olduğu kadar zaman kazanmak ve karargâhımı memleket içerisine sokmak için aynı usulde mukabele ve yazışma yapmaktayım…Amacım Milletin hukuk ve istiklâlini sağlama yolunda milletle beraber çalışmaktır… bu gayeyle “milletin sinesine iltica” edeceğim, bu aynı fikir ve kanaatte bulunan arkadaşların desteğiyle mümkün olabilecektir..’’ diyordu.
MİRLİVA MUSTAFA KEMAL’DEN SULTANA TELGRAF
9. Ordu Müfettişi Mirliva Mustafa Kemal 11 Haziran günü Sultan’a hitaben aşağıdaki telgrafı kaleme aldı: ‘’Memleketimizin bugün uğradığı felaketlerin baskısı ve vatanın parçalanma tehlikesi karşısında, ancak yüce şahsınız başta olmak üzere milli ve mukaddes bir kudretin var olma haykırışı vatanı ve devlet bağımsızlığını ve milleti ve şanlı hanedanınızın altı buçuk asırlık yüce tarihini kurtarabilir…Yüksek huzurlarınıza son defa kabul edildiğimde, İzmir acı olayından pek hüzünlü olan kalbinizin ve kurtuluş noktasına ait gönlünüze doğan düşünceleriniz bu anda bile hafızamda bütün canlılığıyla yaşamaktadır. İlham kaynağını, sizin bu samimi dileklerinizden alan azim ve imanla görevimi yapıyorum… Şu bir ay içinde hemen bütün Anadolu’nun il, ilçe ve sınır boylarına kadar milletin düşünce ve emellerini komutanların ve memurların duygularını ve uygulamalarını öğrendim ve bilgi edindim. Anladım ki millet baştan aşağı uyanıktır. Devlet ve milletin bağımsızlığını, Saltanat ve Hilafetin haklarını teyit için azimli ve inançlıdır. Hatırlayacaksınız; bana verilen görevlerin yapılması sırasında yabancıların ve bozguncuların mutlaka yalan dolana başvurup engeller çıkarması ihtimallerini daha İstanbul’da iken, konuşmam sırasında belirtmeye çalışmış ve böyle durumlar karşısında Ali İhsan ve Yakup Şevki paşaların düştüğü duruma giremeyeceğimi de ilave etmiştim…İşte milli vicdanın ciddi biçimde uyanışını ve ortaya çıkışını, uygun görmeyenler, vatanın zararına da olsa İngilizlere yaltaklanmayı meslek edinen zayıf karakterliler, bu kez beni kandırarak İstanbul’a getirmeye çalışıyorlar…Dönmeyeceğim, zorlanırsa istifa ederek, sine-i millete kalarak vatani görevime daha açık bir şekilde, millet bağımsızlığına kavuşuncaya kadar devam edeceğim.’’
MUSTAFA KEMAL, ATATÜRK’E DÖNÜŞÜYOR
Mirliva Mustafa Kemal, Padişah Vahdettin’e gönderdiği bu telgrafa yanıt almadı. Sultan Vahdettin, Mustafa Kemal’i 23 Haziran 1919’da 9. Ordu Komutanlığı görevinden azletti ve 8 Temmuz 1919 günü ordudan ihracına onay verdi. Böylece Sultan Vahdettin, Tümgeneral (Mirliva) Mustafa Kemal’i İngilizlere feda ediyor, Yunan, Fransız, İngiliz güçlerinin Sevr Haritasına göre şekillenecek istilalarına rıza gösteriyordu. 11 Haziran 1919 Türk’ün ve Atatürk’ün tarih sahnesine çıkışının başlangıç noktasıdır. 19 Mayıs’ta Samsun’a Osmanlı Ordusunun bir Generali olarak çıkan Mustafa Kemal için artık sadece vatan kurtarıcılığı değil, vatan yapıcılığı görevi başlamıştır. Nitekim bu tarihi telgraf sonrası Kurtuluş Savaşı önce Amasya Tamimi ve sonrasında Erzurum Sivas Kongreleri ile rotasına oturmuştur. İngiliz Kralına teslim olmuş Osmanlı Monarşisinin gözünde asi biri, milletin gözünde sine-i millete dönmüş bir önder olarak Mustafa Kemal’in Atatürkleşme süreci başlamıştır. Nitekim halkı ona 17 Aralık 1937 de Atatürk soyadını verdi.
İSTİFA KURUMUNUN ASALETİ
İstifa kurumu onur, liyakat ve sorumluluğun bir işlevidir. Doğu toplumlarında Japonya dışında nadir görülen bir özelliktir. Doğu toplumlarında sorumluluğunu yerine getirmeyen yöneticilere ceza verilmesi ihtiyaridir. Bu toplumlarda ahlaki çöküntü büyürken, muhafazakâr değerlere ve hatta aşırı dinci yönelişlere sığınmak dengeleyici bir mekanizma kurar. Türkiye bu konuda belki de en kötü örneklerden birisidir. Tarihimizde kararları ile devlete, cana ve mala zarar verdiği halde istifa eden yöneticilerin sayısı yok denecek kadar azdır. İstifa kurumunun bu denli zayıf olması toplumun ve devletin üst katmanlarında hesap verebilirlik kurumunun olmayışındandır. Atatürk sonrası dönemde siyaset büyük bir çoğunluk için devlete hizmet etmek gibi yüce bir idealden, kişisel güç ve servet geliştirme aracına dönüşmüştür. 1946 senesinde sosyal ve ekonomik olgunluğa erişilmeden çok partili sisteme geçilmiş olması da siyasetin her yönüyle manipülasyonuna izin vermiştir. Bu durum Anglosakson emperyalizminin işine gelmiş, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin laik ve ulus devlet omurgaları, içimizdeki mandacılar ve satın alınması her zaman kolay hainler üzerinden yok edilmiştir.
OMURGASI İLE OYNANAN CUMHURİYET
Bugün kurucu ideolojinin altı temel prensibi artık yoktur. Türk yerine Türkiyeli kavramı yaratılmıştır. Türkçe eğitim dili olmaktan çıkmıştır. Dünyada genel kabul gören ilke üniversite öğreniminin ana dilde yapılması iken ülkemizde yabancı dilde eğitim yapmak ayrıcalık ve talep nedeni olmuştur. Din laik bir devlette vicdan alanında kalması ve korunması gereken bir olgu iken bugün her alanda baskı yaratmak için bir nevi vesayet kurumuna dönüşmüştür. Sarıklı ve cüppeli bir Amiralin üniforması ile tarikata gitmesi normalleştirilmiştir. Tarikat üyeliği liyakatin önüne geçebilmiştir. Devletçilik 12 Eylül rejiminin kumandası altında ortadan kaldırılmış ve özelleştirmeler ile tabuta son çivi çakılmıştır. Bu durum kontrol ve denge mekanizmasını kaybeden sözde demokrasimiz içinde 1980 sonrası on yılların birikimiyle ortaya çıkmış, kurucu omurganın yaralanması ve ağır hasar alması parti içi liderlik tekeli sayesinde sorgulanmamış, yaratılan saadet zinciri sayesinde parti liderleri onlarca yıl görevlerini hiçbir koşulda bırakmayarak makamda kalmayı hedeflemişler, neredeyse ömür boyu sahip oldukları koltuklardan kopmamışlardır. Bu durum alt kadrolarda etik vurdumduymazlık yaratmış, makam sahipleri büyük hata veya hatalar zinciri sonunda dahi istifa etmeyi akıllarına dahi getirmemiştir.
İSTİFA VE MİLLETİN BAĞRINA DÖNÜŞ
Mirliva Mustafa Kemal’in 104 yıl önce bugün Sultan Vahdettin’e yazdığı telgraf aslında vatan sevgisi, onur ve erdem sahibi bir askerin kendisine vatanın selameti konusunda verilen sözün tutulmaması ve geriye çağrılarak görevini yerine getirmesinin engellenmesi sonucu istifa ile vatanın bağrına yani sine-i millete dönüşünün bir manifestosudur. Mirliva Mustafa Kemal günün koşullarını çok iyi değerlendirmiştir. İngiliz Hükümetinin ekonomik çıkmaz içinde oluşu, 1917 sonrası Rus jeopolitiğinin tamamen değişmesi, ABD isteklerinin devam etmekte olan Paris Konferansında karşılanmıyor olmasının küresel dengelerde yarattığı dengesizlik gibi jeopolitik ve ekonomik gerçekleri tarih bilinci içinde harmanlayarak milli mücadelenin Anadolu’nun kalbinden başlatılması ve en önemlisi bu mücadelenin İngilizlere yanaşarak millete sırtını dönen saraya rağmen yapılmasına karar vermiştir. Aslında Mondros ateşkesinin imzalandığı günlerden itibaren bu kararını vermiş olduğunu anlıyoruz. Yoksa kim 3 Kasım 1918 tarihinde Harbiye Nazırına ‘’İngiliz İskenderun’a asker çıkarırsa ateş açarım’’ diye telgraf çekebilir? Kim 13 Kasım 1918 günü Kartal İstimbotunda işgal donanmasına bakarak Geldikleri gibi Giderler diyebilirdi? Mustafa Kemal’i Atatürk yapan gerçek, onun önce kendi milletini ve tarihini daha sonra da dünyayı iyi okuması ve değerlendirmesinde yatar. Onur, erdem, vefa ve cesaret ile buluşan bu üstün entelektüel birikim onun vatanı ve milleti için en uygun hamleleri yapmasının yolunu açmıştır.
BUGÜNÜN DIŞ KOŞULLARI VE YENİDEN ATATÜRK DÖNEMİ
Bugün Türkiye’nin kurucu ideolojisine dönmesi için dış koşullar lehte oluşmaktadır. Türkiye’yi Atatürk’ten uzaklaştıran iki eksen de zayıflamıştır. Bu eksenlerden birincisi olan Rusya ve Çin’i batıdan ve güneyden çevrelemeye yönelik kenar kuşaktaki Anglosakson baskı azalmaktadır. Bu güç asıl hesaplaşmanın yapılacağı Asya Pasifik alana yoğunlaşacaktır. İkincisi dünya ekonomisi ve doğayı yıkıma uğratan kapitalist neoliberal sistem zayıflamaktadır. Devletler halkçılığa ve devletçiliğe önemle devlet kapitalizmine yönelmektedir. Milliyetçilik dünyanın her kesiminde yükselişe geçmiştir. Pek çok devlet cumhuriyetlerine sahip çıkmanın yaşamsal değerinin acı tecrübelerle farkına varmıştır. BRICS, BRI, Küresel Güney gibi Anglosakson dünyadan bağımsız ekonomik gruplaşmalar artmaktadır. Dolardan uzaklaşma hızlanmaktadır. Suudi Arabistan gibi 70 yıllık Amerikan vekilliğinin tipik kalesi petrol zengini ülke bile yeni rota çizmektedir. Türkiye sahip olduğu muazzam coğrafi gücü ve tarihsel birikimi ile dünya sahnesinde oluşan bu jeopolitik koşullar sayesinde Yeniden Atatürk Dönemine geri dönme potansiyeline tarihte sahip olmadığı kadar yakındır. Son seçim sonuçlarına bu açıdan bakmak gerekir. Türk halkı Batıcılığın aracı Anglosakson boyunduruğunu reddetmiştir. PKK ve FETÖ’ye hayır demiştir. İslamist iktidar devlet ve hükümet gücünü sonuna kadar kullandığı halde ciddi oy kaybı yaşamıştır. Bu seçimlerde hem iktidar hem muhalefet tarihte eşi görülmemiş şekilde benzer siyasi davranış sergilemişlerdir. Her ikisi de NATO üyeliği ve neo liberal ekonomik düzeni savunmuşlardır. Her ikisi de anayasa değişikliği ile Anglosakson hegemonların yıllardır ülkemize biçtiği vizyonu savunmuşlardır. Türksüz anayasa. Laiklikten uzaklaşmış Türkiye. Atatürk’ü rozete ve postere indirgemiş sosyolojik bir ortam içinde üretim ekonomisine değil finansa odaklanmış Türkiye. Güzel ülkemiz gerek tarihsel gerekse liyakat birikimi ile oluşmakta olan yeni dış konjonktür paralelinde Atatürk’ün hayalini cumhuriyetin 100. Yılında gerçekleştirmeye ve mevcut kötü tabloyu tersine çevirmeye muktedirdir. Türkiye yüzyılı lafla değil Atatürk’ün vizyonuyla gerçekleşir. Atatürk’ün Vahdettin’e meydan okuyarak istifa sürecini başlattığı günün 104. Yıldönümünde tarih, en büyük gücümüz olmaya devam edecektir. Tarihin yaratıcılığı ve jeopolitik koşulların yakıcılığı nefes aldığımız her an bize yeni ufuklar yeni yollar açacaktır. Yeter ki ders alalım ve ümitsiz olmayalım. Ders almasını bilenler tarihe karşı hem kendi onurlarını hem geleceğin onurunu koruyabilenlerdir.