Amerikan barışının sonu
Her imparatorluk ya da hegemon kendi barışını yaratır. Pax Romana, Pax Otomana...
Cem GÜRDENİZ - Emekli Tümamiral
Her imparatorluk ya da hegemon kendi barışını yaratır. Pax Romana, Pax Otomana, Pax Britannia, Pax Americana, hepsi yer yüzünde bir düzen kurdular, sonunda kurdukları düzen yükselen yeni imparator veya hegemon tarafından sonlandırıldı. ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump yarın görevine resmen başlıyor. ABD tarihinde önceden yaşanmadığı derecede iç barışının tehdit altında olduğu, Los Angeles yangınlarında yaşandığı üzere kamu gücünün en zengini bile doğal bir afette korumada yetersiz kaldığı bir karmaşa içinde süper güç rolünü oynamaya çalışıyor. Trump görevine gelmeden kısa süre önce Meksika, Panama, Grönland ve Kanada üzerinde stratejik vizyon beklentilerini deklare etti. Düşman ve rakiplerine sürekli tehditlerde bulunarak hegemon gücünü sonuna kadar kullanan ABD böylece dostlarına da tehdit savurma dönemine girmiş oldu. Washington Oydaşması ve Kural temelli dünya düzeninin sahibi olduğunu iddia eden süper güç, 1945 sonrası başlattığını iddia ettiği Amerikan Barışını da kendi elleriyle sadece deniz aşırı uzak diyarlarda değil yakın çevresinde de yok etme sürecine girdi.
İMPARATORLUKTAN HEGEMONYAYA
Son 250 yılda dünyamız Britanya İmparatorluğu ile ABD Hegemonyasına tabi oldu. Britanya Barışı (Pax Britannica) ve Amerikan Barışı (Pax Americana) küresel hakimiyet dönemlerini yarattı. Britanya I. Elizabeth döneminden sonra donanma gücüne dayanarak etki alanını genişletmeye başladı. Babası VIII. Henry Katolik tutuculuğuna meydan okuyarak Anglikan Protestan kilisesini kurmuş ve İngiltere’nin dine meydan okuyan ilk devlet olmasının yolunu açmıştı. 1694’te, İngiltere Bankası özel mülkiyet temelinde kurulduktan sonra Büyük Britanya Anglosakson aklın dünyaya yön verdiği ve haritaları çizdiği bir imparatorluğa dönüştü. Fetihlerle ve ittifaklarla genişledi. Fethettiği ve sömürgeleştirdiği tüm toprakları doğrudan kendi siyasi kontrolü altında ve merkezi bir otorite yönetiminde tuttu. Askeri, ekonomik ve siyasi gücünü doğrudan ve acımasızca kullandı. ABD ise 1945 sonrası hegemonya olarak ortaya çıktı. İmparatorluğun aksine devletler üzerinde doğrudan siyasi kontrol sağlamadan, onların kararlarını ve davranışlarını etkileme veya yönlendirme yeteneği ile ortaya gelişti. Hegemonik bir güç olarak diğer devletler üzerinde ekonomik, kültürel veya diplomatik araçlarla üstünlük sağladılar. Güçlü bir kültürel, ekonomik ve ideolojik cazibe merkezi olarak 20.Yüzyılda küresel liderliklerini devam ettirdiler.
BRİTANYA İMPARATORLUĞU
Britanya 1815-1915 arasındaki imparatorluğun en güçlü döneminde kendi barışını yarattı. Dünyanın en büyük endüstriyel üretimine ve sömürge ticaretine dayalı imparatorluk 33 milyon km karelik bir alanda güneşin batmadığı bir devlet idi. Doğrudan hakimiyet ve siyasi kontrol ile büyüdüler. Kraliyet Donanması sayesinde okyanus ve denizlerde ticaret özgürlüğünü sağlayarak korsanlığı azalttılar ve küresel ticareti mümkün kıldılar. Tarihin en büyük imparatorluğu olan Britanya İmparatorluğu, Britanya Barışı (Pax Britannia) altında küresel siyaseti, ekonomiyi ve kültürü etkileyerek geniş toprakları, nüfusları ve kaynakları kontrol etti. Güç dengeleri siyaseti üzerinden büyük çaplı savaşların çıkmasını önlediler. Sanayi Devriminin Britanya’da başlaması onlara emsalsiz bir ekonomik güç sağladı. Bu güç sayesinde başta donanması olmak üzere yerküre üzerinde küresel erişim ile güç intikalini idame edebilecek ve başta Avrupa olmak üzere savaş ve krizleri önlemeye yönelik dengeleyici bir konum sağladılar. Britanya İmparatorluğu üretim, ticaret ve finans gücünü Anglosakson Protestan ahlakı ile sentezlenen kapitalist ekonomik modelin dünyaya yayılması için kullandı. Her iki dönemde de deniz ve okyanuslardaki düğüm noktalarıyla deniz ulaştırmasının tek elden kontrolü başarıldı. Böylece küresel çapta hem ekonomik istikrar sağlandı hem de deniz ticaretinin kesintisiz idamesi kolaylaştırıldı. İmparatorluğun sonunu ikinci sanayi devriminin kalesi Almanya getirdi. Her iki dünya savaşında yok olmaktan ABD sayesinde kurtuldu.
AMERİKAN HEGEMONYASININ DOĞUŞU
Eski bir İngiliz sömürgesi olan ABD, 1776’da İngiliz donanmasına ve ordusuna karşı kazanılan bir askeri zaferle masonik bir devlet olarak kuruldu. 1791 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Birinci Bankası (First Bank of the United States) kuruldu. 1792 yılında ilk metal dolar 1861’de ilk kâğıt dolar basıldı. 1913’te bugünkü Federal Rezerv (FED) kuruldu. Akan yıllar içinde ABD’nin topraklarının bir kısmı İngiltere’den, Fransa’dan ve Meksika’dan savaş ve anlaşma yoluyla alındığı gibi en az üçte biri de parayla satın alınmıştı. ABD büyümeye başlarken jeopolitik bütünlüğünü sağlamak için önce güney (Meksika) ve kuzeyini (Alaska-Kanada) emniyete almış daha sonra Pasifik (Hawaii-Filipinler) ve Güney-Orta Amerika (Karayipler) bölgesine el atmıştı. ABD’nin, Kanada sınırından, Karayip Denizindeki Louisiana’ya kadar yayılan bugünkü orta bölgesi 1803’te Napolyon’dan satın alınmıştı. Bugün ABD’yi Arktik Okyanusu kıyıdaşı yapan Alaska, 1867 yılında Rusya’dan 7,2 milyon dolara satın alınmıştı. 1890 yılında Başkan William Mc Kinley zamanında ABD ekonomisi, İngiltere’yi geçmiş ve dünyanın en büyük ekonomisi unvanını almıştı. 1893 yılında işgal edilen Hawaii’ye, 1899 yılında, Puerto Rico, Küba ve Filipinler ve Samoa eklenmişti. ABD’nin Yahudi sermayesi ile tanışması 1835 yılından sonra gerçekleşti. Ünlü Yahudi finansör Rothschild’lar Amerikalı Morgan ve Rockefeller’lar ile sonuçları bugüne kadar devam eden “Money Trust”ı kurdular.
BÜYÜYEN HEGEMONYA
1945 sonrası ABD Hegemonyası, Britanya İmparatorluğunun yerini aldı. Üstün ekonomik ve askeri güce sahip bir süper güç olarak ortaya çıkan ve yarattığı etkili güç sayesinde küresel çapta dolaylı üstünlük kuran ABD’nin yarattığı Amerikan Barışı (Pax Americana) soğuk savaş sonuna kadar devam etti. Dünyada Sovyetler Birliği ile nükleer dehşet dengesi üzerinden bir istikrar sağlanarak büyük güçlerin birbiriyle savaşmadığı bir dönem yaşandı. Napolyon Harpleri sonrası Avrupa’da ve dünyada geçici bir hayranlık uyandıran Britanya İmparatorluğu gibi ABD de 1945 sonrası Amerikan rüyası olarak dünyada dikkat çeken en önemli çekim merkezi oldu. ABD, serbest ticaret, demokrasi, Birleşmiş Milletler, NATO ve Bretton Woods sistemi (IMF, Dünya Bankası) gibi çok taraflı kurumlara dayalı liberal bir uluslararası düzeni desteklerken ABD ordu ve donanması, özellikle Avrupa, Orta Doğu ve Asya-Pasifik gibi kritik bölgelerde jeopolitik hedeflerini askeri üsler, ittifak sistemleri, donanması ve doların gücünü kullanarak elde etti. Amerikan kültürü, medyası ve teknolojisi küresel etki yaratmada dolar ve askeri gücü kadar etki yarattı. Yumuşak gücünün yetmediği devletlere acımasızca sert gücünü kullandı. Kore ve Vietnam Savaşları bu uygulamanın en çarpıcı örneğini teşkil etti. Her iki savaşta 100 bine yakın Amerikan askeri öldü 250 bini yaralandı.
SOĞUK SAVAŞ SONRASI ABD’NİN SALDIRGANLAŞMASI
ABD, 1990 sonrası hegemonya döneminden bir nevi imparatorluk dönemine geçti ve dünyada sürekli savaşlar, ambargo, yaptırım, sindirme ve baskılama dönemi başladı. Böylece dolaylı kültürel ve ekonomik etkileme gücünü, askeri güç, turuncu devrimler, darbeler ve işgaller üzerinden fiziksel etki alanını genişletme gücüne dönüştürdü. Bunun doktrinini “neocon’’ yeni muhafazakarlık adı altında Siyonizm ile Anglsosakson imparatorluk geleneğini buluşturarak sağladı. 1980’lerden itibaren Amerikalı Yahudi “Straussçular”, Senatör Henry Jackson, Donald Rumsfeld ve Dick Cheney gibi ABD askeri-sanayi kompleksinin siyasetçileri ve Rockefeller/Rothschild egemenliğindeki finans/kapital yapı ABD hükümetini ele geçirmek için bir araya geldi. ABD neocon doktrin sebebiyle İsrail güvenlik jeopolitiğini öne çıkardı. Küresel finans, medya, akademi dünyasında çok etkili olan Yahudi sermaye ve lobi gücünü Amerikan askeri ve kültürel gücü ile kullandı. Sonuçta bitmeyen savaşlar, ahlaki ve hukuki üstünlüğünü kaybeden, demokrasisi oligarşik sermaye birikiminin seçim kampanyalarına yön verdiği çoğunluk Yahudi finansal gücüne dayalı kendine has kanserli bir demokrasi modeli ortaya çıktı. Soğuk savaş sonrası ABD parçalanan Varşova Paktı ile ardından parçalanan Yugoslavya’nın ardılı devletlerin çoğunun NATO’ya üye yapılması; Afganistan, Irak, Libya, Suriye işgalleri; Sudan, Somali’nin bölünmesi; Güney Kore, Singapur, Japonya’nın ABD’ye tam bağımlı yapılırken Anglosakson devletlerin (5 Göz) ABD’ye tam bağımlı hale getirilmeleri dolayısı ile 1947 sonrası tam olarak yürürlüğe giren Kenar Kuşak jeopolitik doktrininin 1973 sonrası ABD önceliği haline gelen İsrail Güvenliği jeopolitiği ile buluşması sağlanmış oldu.
İMPARATORLUKLARIN ÇÖKÜŞÜ
İmparatorluklar, genellikle kurumsal ve toplumsal yapısal zayıflıkların, idari başarısızlıkların, birleştirici bir ideolojinin yokluğu, başta ekonomik ve askeri güç olmak üzere milli güç zayıflamasına bağlı olan iç ve dış faktörlerin bir sentezi ile önce duraksar, sonra geriler ve sonunda düşerler. Örneğin Roma İmparatorluğu aşırı genişleme, ekonomik gerileme, yolsuzluk ve “barbar” kabilelerin istilaları sonucunda düşüşe geçti. Osmanlı İmparatorluğu, dinin aşırı taassubu altında aydınlanma ve sanayi devrimlerini kaçırmış olma, ekonomik çöküş, zayıf liderlik ve üst üste yaşanan askeri yenilgiler sonunda çöktü. Britanya İmparatorluğu, İki Dünya Savaşından kaynaklanan ekonomik zayıflama, sömürgelerde artan bağımsızlık hareketleri ve ada devleti olarak imparatorluğu sürdürmenin artan maliyeti, sonunda geriledi ve çöktü. İmparatorlukların ekonomik çöküşlerinde ülke kaynaklarının aşırı kullanımı, makro ve mikro ekonominin kötü yönetimi, aşırı askeri harcamalar, egemen sınıfların yolsuzlukları, hantal bürokrasi, verimsizlik veya sürdürülemez altyapı projeleri, küresel ve bölgesel ticaret hakimiyetinin kaybı ile teknolojik yeniliklerin azalması gerileme ve çöküşü kaçınılmaz kılabilir. Diğer yandan aşırı genişlemeye yönelik sürekli savaşlar ve çatışmalar sonucu kaynaklar ve toplumsal moral tüketilerek imparatorluğun gerilemesi tetiklenebilir. İmparatorlukların çöküşünde halkın artan memnuniyetsizliği, kültürel çürüme, yönetimdeki zafiyet ve verimsizlikler, liyakatsizlik, nepotizm, sosyal sözleşmenin kaybı, siyasi kamplaşma ve istikrarsızlık gibi sosyal olgular da imparatorlukların çöküşünde rol oynar. İmparatorluklar çökerken iç savaşlar, dış tehditlerin artışı, üstü üste yaşanan jeopolitik kayıplar, imparatorluk karşısında oluşan yeni ittifaklar çöküşü hızlandırır.
ABD HEGEMONYASININ ÇÖKÜŞÜ
Amerikan hegemonyası gerileme dönemine çoktan girmiştir. Günümüzde ABD, 2008-2012 küresel finans krizlerini; 2020-21 yıllarında yaşanan Covid 19 salgınını 25 Mayıs 2020 günü Minneapolis’te polis şiddeti sonucu öldürülen siyahi George Floyd isyan dalgalarını, 6 Ocak 2021 günü yaşanan Trump taraftarlarının Kongre baskınında yaşananları etkin ve başarılı şekilde yönetememiştir. Bu süreçler sonunda ABD devletini ele geçirmeye çalışan gruplar arasında büyük kutuplaşmalar ortaya çıktı. 5 Kasım 2024 seçimleri sonucu ABD Başkanı seçilen Trump aleyhinde ABD’nin değişik eyaletlerinde 2024 yılı içinde açılan ve yürütülen davalar bunun en somut örneğidir. Diğer yandan istihbarata her sene Türkiye’nin savunma bütçesinin 2 katını yani 82 milyar dolar ayıran bir devlet, 2020 seçimlerinde içindeki istikrarsızlığın yıkıcı potansiyelini değerlendirememiş ve Kongre baskını ile neredeyse başarısız devlet statüsüne gerilemiştir. Genelde gerileme çöküşün nedenleri arasında ekonomik eşitsizlik, yozlaşma, medya manipülasyonu ve halkın demokratik katılımının azalması gösterilmektedir. ABD’nin gerilemesi ve çöküşü ile ilgili çok sayıda görüşler mevcuttur. “Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü’’ isimli kitabında Amerikalı tarihçi Profesör Paul Kennedy, büyük güçlerin ekonomik kapasitelerini aşan askeri ve siyasi genişleme nedeniyle zamanla çöktüğünü ve aynı riskin ABD için de geçerli olduğunu belirtirken, Amerikalı Dilbilim Profesörü Noam Chomsky ABD’nin küresel liderlik konumunun zayıfladığını ve iç siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarının büyüdüğünü savunur. Benzer şekilde Amerikalı Sosyolog ve Ekonomi Tarihçisi Profesör Immanuel Wallerstein da ABD’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde hegemonik gücünü kaybettiğini ve dünya sisteminin çok kutuplu bir yapıya evrildiğini öne sürerken, Amerikan Siyaset Bilimcisi Profesör Chalmers Johnson ABD’nin militarist dış politikası ve imparatorluk tarzı yönetim anlayışının “geri tepme” yaratacağını ve bu durumun çöküşü hızlandırabileceğini savunuyor.
EKONOMİK GERİLEME
Covid Pandemisi sonrası çok ciddi tedarik zinciri aksamaları ve küresel bağımlılıklar, ABD’de ekonomik kırılganlık yaratmıştır. Ancak ABD’nin ekonomik kırılganlığı ciddi temel zayıflıklara dayanmaktadır. ABD’nin borç stoku 2024 itibarıyla 33 trilyon doları geçti. Artan borç, bugün için günlük 2 milyar dolar faiz ödemesinin bütçedeki payını her geçen büyütmekte ve diğer kamu harcamalarını kısıtlamaktadır. Federal harcamalar, tarihsel ortalamanın çok üstüne çıktı. Geçmiş yıllarda milli gelirin %17’si civarındaki bu değer 2024 yılında %25’e yükseldi. Yıllık bütçe açıkları sürdürülebilir olmaktan uzak hale geldi. Bunun temel nedeni sosyal güvenlik, sağlık hizmetleri ve savunma harcamalarından kaynaklı açıklardır. Genelde %3,5 seviyesinde seyreden bu değer bugün %6,8 civarında. Geçen hafta içinde Senato onay duruşmasında konuşan Trump‘ın Maliye Bakanı adayı Scott Bessent “Bunu daha önce resesyon ya da savaş durumları hariç hiçbir zaman görmemiştik”, dedi. Ekonomide halkın yaşam kalitesini gerileten en önemli unsurların başında enflasyon gelmektedir. 1984 yılının 2 doları bugün 5 dolar olmuştur. Pandemi sonrası genişleyici mali politikalar ve tedarik zinciri sorunları nedeniyle enflasyon fırlamıştır. 2022 de ABD’de enflasyon %6,5 seviyelerine çıkmıştı. Enflasyon kadar diğer bir sorun alanı da Biden’ın Başkanlığa veda konuşmasında da vurguladığı üzere Gelir Eşitsizliğidir. ABD’de gelir ve servet dağılımı giderek daha adaletsiz hale gelmiştir. En zengin %1‘lik kesim, toplam servetin %45’ini kontrol etmektedir. Orta ve düşük gelirli haneler için yaşam maliyetleri artarken, ücret artışları enflasyonun gerisinde kalmaktadır. Ortalama iki kişilik bir ailede karı koca çalışmadan yaşamak artık mümkün değildir. Etnik gruplar arasında da gelir eşitsizliği had safhadadır. Örneğin 2020 itibarıyla beyaz bir ailenin ortalama serveti 180 bin dolar iken bu değerler Hispanikler için kabaca 36 bin, dolar, siyahiler için 24 bin dolar oldu. Büyük şehirlerde konut fiyatları ve kiralar hızla artmaktadır, bu da orta ve düşük gelirli aileler için ciddi bir yük oluşturmaktadır. Yaşam maliyetleri başta sağlık, eğitim ve enerji maliyetlerindeki artış, birçok Amerikalı ‘nın finansal olarak zorlanmasına neden olmaktadır. ABD’nin sağlık harcamaları, kişi başına düşen gelir oranına göre dünyadaki en yüksekler arasındadır, ancak sağlık hizmetlerinin erişilebilirliği ve kalitesi çok düşüktür. Yüksek sağlık sigortası primleri ve kapsam eksiklikleri, düşük gelirli haneleri zora sokmaktadır.
TİCARİ SORUNLAR
ABD’nin ithalatı ihracatından çok daha yüksektir, bu da dış ticaret açığını artırmaktadır. ABD ile Çin arasında ekonomik ve teknolojik alanlardaki rekabet, uzun vadeli stratejik zorluklar yaratmaktadır. Kasım 2024 itibarıyla ABD, 2023’te 73,6 milyar dolar olan ticaret açığını 2024 yılında 78,2 milyar dolara çıkarmıştır. Diğer taraftan jeopolitik riskler bu açığı artırmaya son derece menfi tesir etmektedir. ABD, Çin ile dakikada 1,3 milyon dolarlık ticarete sahiptir. Bugün ABD, Çin’e onun ABD’ye bağlı olmasından daha bağımlıdır. Bu çerçevede ABD, tüketim mallarında orta sınıfın pek çok yönden bağımlı olduğu Çin ile ticareti, bir savaş nedeniyle kesme ya da Trump’ın seçim propagandasında söylediği gibi vergileri çok yüksek seviyeye çıkarmanın yaratacağı riskleri göze alabilir mi? Bu ticaretin kesilmesi küresel tedarik zincirlerinin karmaşıklığı ve ekonomilerin birbirine bağımlılığı nedeniyle son derece büyük fay hatlarının kırılmasına neden olabilir. Ancak yine de jeopolitiğin her şeyin üzerinde olduğunu hatırlatmamam gerekir. Tayvan senaryosunda Çin’in galip gelmesinin ABD hegemonyasının sonunu getireceğini sokaktaki adam bile biliyor.
DOĞAL AFETLERDE MÜDAHALE
Tamamen neoliberal kapitalist ekonomik doktrin ile işleyen sistem doğal afetlere müdahalede ciddi sorunlarla karşılaşmaktadır. ABD son yıllarda kasırgalar, seller, kuraklıklar, yangınlar gibi tamamen iklim değişikliğine bağlı felaketler karşısında ABD aciz bir devlet konumuna düşmüştür. 2021 Şubatındaki Teksas Kış Fırtınası; 2021 Haziran’ındaki Kuzeybatı Sıcak Hava Dalgası 2021 Ağustos’undaki Ida Kasırgası; 2023 Temmuz’undaki Hawaii Adası Maui Orman Yangınları; 2023: Batı Kıyısı Fırtınaları ve Sel felaketleri ile 2023’teki Mississippi Nehri Kuraklığı ve ayrıca 2024 Ocak ayındaki California’daki Sel ve Fırtınaları ve son olarak 2024 kışındaki Los Angeles Yangınları ABD’nin milli ekonomik ve alt yapı sistemi ile olağanüstü durumlardaki yönetişim zafiyetini tüm çıplaklığı ile ortaya koydu. Kısa analizin sonu şudur. “ABD Yönetilemiyor.’’ ABD’de en zengin %1’in yaşadığı Los Angeles Malibu ve Palisades gibi alanlardaki yangına müdahalede yaşananlar tüm dünyayı şaşkına çevirdi. Su yönetiminden, itfaiye yönetimine kadar pek çok alanda yaşanan zafiyetler ABD’de kamudan uzaklaşmanın faturasını en zengin halk kesimine dahi son derece büyük ödetti.
AMERİKAN BARIŞININ GERİLEMESİNİN BAŞLANGICI
ABD içinde yaşananlar ne olursa olsun büyük hegemonun sözde barışının gerilemesi jeopolitik arenada bugün pek çok alanda yaşanıyor. ABD, 2014 sonrası çok yoğun kullandığı kural temelli dünya düzeni (Rules Based World Order) paradigmasını kendi elleriyle sonlandırıyor. Gerçekte ABD bugün için özellikle Gazze ve Lübnan’da yaşananlar sonrası ahlaki ve hukuki liderliğini kaybetmiştir. Bu gerileme soğuk savaşın bitmesiyle önce Kuveyt’e müdahale daha sonra da Yugoslavya’nın parçalanması ile başladı. ABD Kongresi, 12 Ocak 1991’de Başkan George H.W. Bush’a –Saddam’a ABD tarafından adeta teşvik edilen Kuveyt işgali sonrasında- Irak’a silahla müdahale etme ve Kuveyt’i kurtarma yetkisi verdi. Bu yetkiden sonra yaşanan gelişmeler ABD’nin petro-dolar üstünlüğüne ve pek çoğu ulus devlet olan enerji zengini ya da kenar kuşakta jeopolitik değer taşıyan devletlerin yağmalanmasına veya işgaline dayanan küresel dayatmanın alt yapısını oluşturdu. İsrail güvenlik jeopolitiği ile uyuşan bu yapı neocon stratejistler tarafından yaptırımlara, istilalara ve melez savaşlara dönüşen bir sistemi yarattı. Suudi teröristiler tarafından yapılamayacak derecede karmaşık olan 11 Eylül 2001 saldırıları bu sistemin hem hukuki hem rövanşist alt yapısını oluşturdu. 2001 sonrası Afganistan, 2003 sonrası Irak, 2011 sonrası Libya ve 2013 sonrası Suriye hiçbir zaman toparlanamadı. Sudan ve Somali parçalandı ve bölündü. Bu ülkelere Amerikan kenar kuşak ve enerji jeopolitiği ile İsrail’in güvenlik jeopolitiği için yapılan müdahaleler, vekalet savaşları ve yaratılan iç savaşlar sonucunda geride, bir milyondan fazla ölü, sayısız yerinden edilmiş ve trilyonlarca dolar boşa harcanan Amerikan vergileri kaldı. Tüm bu süreçlerde asıl hedef doları korumakla beraber Askeri endüstriye kazanç sağlamak; NATO’nun ve kenar kuşak jeopolitiğinde ABD’nin duruşunu güçlendirmek; ABD ve AB firmaları için enerji kaynaklarını güvence altına almak; NATO müttefikleri ile Körfez monarşilerinin Washington’un dayatmalarına boyun eğmesini sağlamak ve İsrail’in güvenliğini yapılan devasa askeri yardım ve operasyon destekleri ile güvence altına almaktı. Irak’tan Ukrayna’ya; Lübnan’dan Gazze’ye yaşananların gerekçesi aynıdır. Bitmeyen savaşlar, askeri endüstri için sonsuz kazançlar, İsrail için her geçen gün genişleyen bir güvenlik alanı genişlemesidir. Ancak bu yaşananların hepsi ayrı ayrı Amerikan Barışının da erimesine ve gerilemesine neden oldu. Bugün Pax Americana’dan bahsetmek mümkün değildir.
AMERİKAN DENİZ GÜCÜNÜN GERİLEMESİ
ABD, 2001 sonrası uyguladığı saldırgan neocon politikaları uygularken ciddi hatalar yaptı. Donanmasının gücünü azalttı. Soğuk savaş bittiğinde 600 gemiye sahip Amerikan donanması bugün 292 gemiye sahip. Hızla küçüldüler. Tersanelerini kapadılar. Çin’in gerek donanma gerekse gemi inşa gücünde çok hızlı ilerlemesini durduramadılar. Deniz gücü, küresel siyasete aktif katılımın gerek şartıdır. Amerikalı stratejistler George Modelski ve William Thompson dünya tarihinde 1496 ile 1945 arasında beş ayrı küresel hegemonik çatışma yaşandığını ifade ediyorlar. Onlara göre denizde emperyal hegemonların oluşum ve sona erişleri büyük ölçekli savaşlar sonrasında olmaktadır. Savaşların sonuçları denizdeki hegemonu ortaya çıkarmakta ve bu yaklaşık 100 yıllık dönemlerde gerçekleşmektedir. Bu geçişler arasında denizde sömürge dönemi, endüstri devrimi ve gelişen kapitalizm ile yeni bir boyuta taşınmış ve emperyalizme dönüşerek, denizler üzerinden ve donanmalar üzerinden şekillenmiştir. Bugünün son hegemonik çatışma dönemi ABD ve Çin arasında yaşanmaktadır. Görünen o ki 2045 yılına kadar ABD, denizgücü boyutunda Çin’i Batı Pasifik’te ve Rusya’yı Arktik Okyanusunda güç dengesi perspektifinde yakalayacak durumda değildir. Deniz gücü olmadan ABD zayıf bir hegemona dönüşür. Batı Pasifik, Kızıldeniz ve Arktik Okyanusunda yaşananlar bu durumun en tipik örnekleridir.
SONA EREN AMERİKAN BARIŞI
ABD’nin her istila, yaptırım ve vekalet savaşı çoğunluk kazanmaya değil yaratıcı kaos oluşturmaya ve hegemonyanın egemenliğini sürdürmesinin somut bir olgusunu yaratmak için tasarlanmıştır. Örneğin Birinci Körfez Savaşı hiçbir zaman Kuveyt’in egemenliği ile ilgili değildi, ancak küresel enerji bölgelerinin kontrolü ile ilgiliydi. Ya da Ukrayna Rusya arasında NATO üyeliği üzerinden yaratılan savaş asla Ukrayna halkının refah ve güvenliği için değildi. NATO’nun Avrupa’daki konsolidasyonu, ABD kenar kuşak jeopolitiği gereğince Rusya’nın tüm denizlerden uzaklaştırılması, AB’nin ABD ile olan ticaretinde Washington aleyhindeki dengenin değiştirilmesi ve AB’nin enerjide ABD LNG’sine bağımlılığının sağlanması içindi. Almanya, 2022 Temmuz ayında 10 milyar dolardan daha çok yatırım yaptığı Kuzey Akım doğal gaz boru hatlarının ABD liderliğinde imha edilmesinden sonra soruşturma bile açamamıştır. Dolar hakimiyeti, donanma gücü, ittifak sistemleri ve askeri üsleri aracılığıyla tüm dünyayı kontrol edebileceğini düşünen Amerikan imparatorluğu artık inandırıcılığını, güvenilir arabuluculuğunu ve hukuki ikna yeteneğini yitirdi. ABD sadece tehdit ediyor. Model ve erişilecek bir hedef sunamıyor. Ekonomik yaptırımlar, ablukalar, ambargolar, turuncu devrimler, darbeler, halk ayaklanmaları ve gerekirse SİHA, özel kuvvetler ve son tahlilde Amerikan askeri gücü ile müdahaleler dış politika araçlarına dönüştü. “Kurallara dayalı dünya düzeni” artık saygı duyulan bir mantra değil. Hangi kurallar? ABD’nin mafya düzeninin kuralları mı? Sokaktaki adam bunu sorguluyor. Kısacası bu kurallar benim için değil, ancak sana zorla uygulatırım mantığı yürürlükte. Bu da Amerikan barışını her geçen gün yok ediyor.
DÜNYA ABD’YE DİRENÇ GÖSTERİYOR
2001 sonrası yaratılan Amerikan neocon saldırı dönemi 2008 yılında Rusya’nın Gürcistan Osetya müdahalesi ve 2012 yılında Çin’in Güney ve Doğu Çin Denizi müdahaleleri ile direnişle karşılaştı. NATO’nun genişlemesi ve Minsk anlaşmalarına AB garantilerine rağmen uyulmaması adeta teşvik edilen 2022 Rusya Ukrayna Savaşı 11 Eylül 2001 sonrası başlayan döneme bir manifesto oldu. 7 Ekim 2023 ‘ten sonra başlayan İsrail Gazze savaşı ABD’nin var oluş nedenlerinin başında İsrail’in varlığını korumak ve genişletmek olduğunu ortaya çıkardı. İsrail son 1,5 yılda Gazze ve Lübnan’da yaşanan soykırım benzeri orantısız güç kullanımı ile uluslararsı toplumda itibar ve ahlaki duruşunu yerle bir etti. Bu durum ABD’de son derece etkili olan Yahudi lobisi ve Siyonist Anglosakson ortaklığı nedeni ile ABD’nin itibarını da zayıflattı. Artık çoğunluk ülke ABD’ye güvenmiyor. Bu süreçler BRICS‘in yükselişi, dolarsızlaşma ve Küresel Çoğunluğun ABD dayatmalarına karşı kolektif direnişini ortaya çıkardı. ABD imparatorluğunun askeri üsleri, ekonomik yaptırımları, her geçen gün gerçeklerden uzaklaşan ve propaganda aracına dönüşen sinema, dizi endüstrisi ile medyası tarafından piyasaya sürülen anlatılarının artık işe yaramadığı ortaya çıkıyor. Örneğin, Güneydoğu Asya’nın en kalabalık ve en büyük ekonomisine sahip ülkesi Endonezya, Trump’ın BRICS için savurduğu büyük tehditlere rağmen geçen hafta tam üye olarak ilan edildi. Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’nin tarihe mal olmuş bitmeyen acıları, Suriye’de cihatçı eski bir El Kaide militanın devlet başkanı olması; İsrail’in soykırımına değil engel, adeta 11 milyar dolar lık silah satışı ile destek olunması bugün kolay unutulacak ve hazmedilecek gelişmeler değildir. ABD ile iş birliği yapan ülkeler artık bu iş birliğinin getirdiği maddi ve manevi faturaları sorguluyor ve ondan uzaklaşmaya çabalıyor. Dünya tarihinde gerek olmadığı halde nükleer silah kullanan tek ülke olan Amerika Birleşik Devletleri’nin kural temelli dünya ve ahlak konusunda ders vermesine artık ülkeler tahammül edemiyor. Amerikan Barışı biterken ABD için en büyük tehdit olan Çin’le hesaplaşma olmadan yeni bir Yalta düzeni kurulabilir mi? Bunu zaman gösterecektir. Ancak BRICS’in ABD doları hegemonyasına karşı büyümesi sürerken Siyonist/Anglsosakson ortaklığının Filistinlilere karşı kendi “nihai çözümünü” başlatmış olması ABD ve İsrail’in çok düşman edinmesine neden oldu. İmparatorluğun kamu altyapısı çökerken, dış itibarı ve yarattığı barışın tüm sütunları da çöküyor. Amerikan barışından artık bahsetmek mümkün değil. ABD’nin dostu olmak, artık düşmanı olmaktan daha tehlikeli hale geldi. Ukrayna’da 1 milyona yakın genç erkek ABD jeopolitiği ve askeri endüstri kazancı için ölürken, Amerikalı senatörlerin Ukrayna’da mecburi askerlik yaşını 18’ e çekmeleri için Zelensky’ye baskı yapmaları; Biden’ın makamını terk etmeden birkaç gün önce Los Angeles yangınları devam ederken İsrail’e 2 milyar dolarlık silah satışını onaylaması bile Amerikan Barışının çöküşünün en somut örnekleridir. Trump tüm bu süreci geri çevirebilir mi? Dünya etki alanlarının belirlendiği bir düzene savaşsız geçebilir mi? Seçtiği ultra Siyonist kabine ve uğradığı suikast girişiminden sonra bu sorunun cevabı büyük bir olasılıkla ‘’hayır’’ dır. Bu süreci zaten ABD’nin değiştirmesi beklenemez. Bu süreci dünyanın geri kalan ulus devletleri değiştirecektir. Türkiye bu süreci değiştirmede en kritik ülkelerden birisidir. Ancak içimizdeki mandacılar, ekonomik kırılganlık ve dinci/etnik kutuplaşmanın yarattığı sömürüye açık hassasiyet Ankara’nın doğrunun, insanlık onurunun, bağımsızlığın ve iyiliğin yanında durmasını geciktirecektir. Ancak son tahlilde Türkiye Mustafa Kemal’in 102 yıl önce durduğu yere mutlaka gelecektir. Bu tarihin durdurulmaz akışının bir sonucu olacaktır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.